Bir müminin amel defterinin üç türlü kapanmayacağına inanan bir ümmet için bu kaçınılmazdı.
“İnsanoğlu öldüğü zaman, bütün amellerinin sevabı da sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka-i câriye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat”
Vakıf kelimesi terim olarak “bir malın maliki tarafından dini, içtimai ve hayrî bir gayeye ebediyen tahsisi” şeklinde özetlenebilir. Burada açık olan husus bir kimsenin mülkiyetindeki bir malı-kazancı herhangi bir sebeple bir ihtiyacın karşılanması için –bu insan ya da canlı olmak zorunda da değil- tahsis etmesidir.
İslam tarihinde çok farklı ve ilginç gerekçelerle kurulmuş çok sayıda vakıf örneği görmekteyiz; ‘evde kalmış kızları evlendirme vakfı’, ‘vahşi hayvanları besleme vakfı’ …
Fakat buradaki asıl mevzu bu vakıfların güçlerini kurucularının güçleri nispetince vakfettikleri mal-mülkten almasıdır. Vakfın kurucusu, vakfın kuruluş senedinde neleri vakfettiğini, elde edilen gelirin hangi usul çerçevesinde ne kadarının vakfın giderleri için, ne kadarının hayır amacı için ve ne kadarının da mütevelli heyetinin geçimi için kullanılacağını; mütevelli heyetinin de kimlerden oluşacağını ayrıntılı bir şekilde yazardı.
***
Peki, şimdi neden böyle bir ayrıntıya girdik diye merak edenleriniz olmuştur.
Neden mi?
Son yerel seçimler sürecinde gündemi en çok meşgul eden konulardan birisi herkesin malumu; belediye bütçelerinden çeşitli vakıf ve derneklere aktarılan kamu malları ve kaynaklarının inanılmaz boyutlarda bilançolar tutması idi. Halbuki ortaya saçılan bu tabloların özellikle İslami hassasiyete sahip çevreleri fazlası ile rahatsız etmesi gerekirdi ancak doğru düzgün kimseyi etmedi.
Burada beni ilgilendiren ve rahatsız eden şey bu paraların A, B ya da C vakfına verilmiş olması değil, yukarıda tanımını verdiğim vakfın tanımına aykırı bir şekilde kamunun mal ve parasının seçmeci bir usul ve siyasi ya da başka kaygılarla dağıtılmasıdır.
Vakıf varsa ki bu vakfın da bir kaynağı-sermayesi olmak durumunda, yok ve olmayan kaynak bir belediye ya da devlet kurumundan sağlanıyorsa, bu durumda konu bir vakıf faaliyeti olmaktan çok bir kamu faaliyetine dönüşür. Kamu faaliyeti olması durumunda ise bu faaliyetin herhangi bir sosyal-siyasi-kültürel grup ya da oluşum lehine değil toplumun tüm kesimlerini içine alacak şekilde olması gerekir.
Vakıfların işleyişinde hemen her vakfın çoğunlukla kendi hassasiyetleri çerçevesinde faaliyet gösterdikleri bir gerçektir ve bu da ayıplanacak bir durum değil. Sonuç itibariyle siz malınızı-kazancınızı bir amaç uğruna –istediğiniz- birileri için kullanılmasını isteyebilirsiniz. Hatta ilk bakışta insanları şaşırtacak taleplerde bile bulunabilirsiniz.
Bilenler bilir vaktiyle Bursa’da bir Müslüman bir çeşme yaptırmış, kitabesinede “Her kula helal, Müslümana haram!” Yazdırmış…
Ama burada kamunun yani tüm vatandaşlardan alınan vergilerinin kullanılarak ‘biz falanca ve filancalar için … hizmet yaparız’ demek kamu malının iç edilmesidir. Bir kere burada rızalık alınmayan bir paylaşım söz konusudur.
Geçen hafta en çok paylaşılan haberlerden biri: ‘Eski bir belediye başkanının, başkanlığı döneminde, belediyeye ait milyonluk bir araziyi bir vakfa 20 yıllığına 50 bin TL’ye kiraladığı, aynı vakfın ise bu arsayı bir akaryakıt şirketine 1 milyon 600 bin TL’ye kiraladığı’ iddiası idi.
Acaba kaçımız bu habere şaşırdı?
Maalesef Türkiye’de işler bu şekilde yürüyor. Vakıflar, dernekler kurulur siyasiler ve bürokrasideki yakınlıklar kullanılarak bir şeyler talep edilir ve kaynak oluşturulur. Örneğin İstanbul’un göbeğinde m2’si 2000-3000 dolar olan yerler onlarca yıl için neredeyse bedavaya tahsis edilir.
Edilir edilmesine de bunlar kamu kaynakları ise kamu vicdanı da göz önünde tutulmalıdır. Bu tür tahsisler olacaksa da belli kriterler çerçevesinde toplumun hemen her kesimini kapsamalıdır. Vesselam…
Karar, 10.07.2019