İslam, insanlığın büyük ve köklü dinlerinden biridir. Din olarak İslam, insanlığın dindarlık tecrübesine büyük katkılarda bulunmuştur. Ahlak, değer, kültür ve maneviyat alanlarında İslam, insanlığı zenginleştirmiştir. İslamsız bir dünyanın çok fakir bir yer olacağı açıktır. Bir din olarak İslam, insan için sahih bir ‘İman, İslam ve İhsan’ anlayışı ortaya koymakla birlikte Müslümanların dindarlık dediğimiz tecrübeleri doğal bir şekilde farklılaşmaktadır. Din olgusu, kaçınılmaz bir şekilde kendisiyle beraber çeşitliliği getirmektedir.
Müslümanların dindarlık tecrübeleri, tarihin değişik dönemlerinde farklı felsefi, fıkhi, kelami ve tasavvufi ekolleri ortaya çıkarmıştır. Son iki yüz yıllık zaman diliminde kendisine ‘İslamcılık’ veya ‘İslamizm’ denebilecek bir akım, trend veya ideoloji olarak nitelenebilecek bir gelişmeden söz edilmektedir. İslamizm hakkında konuşmak kolay değildir, çünkü İslamizm veya İslamcılık olarak ifade edilen ideolojik kurgu, muhtevası belirgin, somut fikir ve önerileri olan, evrensel nitelikte bir çerçeveyi bize sunmamaktadır. ‘İslamizm’ veya ‘İslamcılık’ akımı içine yerleştirilen kişilerin kendilerine göre İslamcı olduğunu, yani ortada tek bir İslamcılığın değil, İslamcılıkların olduğunu söyleyebiliriz. Ortada birçok İslamcılığın olmasından dolayı bütün İslamcılıklar için geçerli görüşler ileri sürmek olanaklı olmamasına rağmen, İslamizm ve İslam ilişkisi bağlamında önemli bazı tespitlerde bulunmak istiyoruz
Her şeyden önce İslamcılık, Müslümanların dindarlık tecrübesinin tamamına eşit değildir. Her Müslümanın dindarlık tecrübesi ona özgüdür. İslamizmi veya İslamcılığı standart ve değişmez mutlak dindarlık formu haline getirmek, Müslümanların çoğulcu dindarlık tecrübelerini inkar etmenin ötesinde insanı ve hayatı inkar etme anlamına gelmektedir.
İslam, bütün peygamberlerin tevhid ilkesi etrafında insanlığa tebliğ ettikleri fıtrat dininin adıdır.Hiçbir peygamber İslamizmi veya İslamcılığı tebliğ etmemiştir. İslamcılık, son iki yüzyılda farklı düşünürlerin görüş ve yaklaşımlarını içeren bir kurgudur. Başka bir ifade ile İslamcılık, tamamen beşeri faaliyettir ve İslamcılık hiçbir şekilde kutsallığa sahip bulunmamaktadır. Bütün Müslümanların İslamist veya İslamcı olmak zorunda olduğunu iddia etmek, İslamcılığı bir beşeri faaliyetin ötesinde kutsal bir din mertebesine çıkarmak anlamına gelmektedir. İslamizme her şeyden önce insan yapımı bir beşeri yaklaşım biçimi olarak yaklaşılmalıdır.
İslamcılık, İslam’ın özünden kaynaklanan , İslam’ın saf ve otantik bir hali değildir. İslamcılık, modern dönemde Müslümanların içinde bulunduğu sosyal, dini, kültürel ve dini durumu modern bir perspektifle okuyan, Batıya, modernizme, sekülerleşmeye eleştiriler yönelten din dışı bir ideolojinin adıdır. İslamcılığın kaynakları çoğunun iddia ettiği gibi İslami kaynaklar değildir. İslamcılığın sekülerleşme, modernite ve Batı hakkında söylediklerinin nerdeyse tamamının farklı ideolojilere mensup kişiler tarafından ifade edildiğini söyleyebiliriz. Başka bir ifade ile İslamcılık, İslami kaynaklardan değil, İslam dışı kaynaklardan beslenen seküler bir yaklaşımdır.
İslamcılığın hep büyük ütopyaları oldu. İslamcılık olarak nitelenen ideolojiye baktığımızda özellikle İslam Birliği, İslam Devleti ve İslam Medeniyeti gibi büyük kavramları gündeme getirmektedir. Bu kavramları romantik, idealist ve ütopik olarak nitelenebilecek bir şekilde kullanmasına rağmen İslamizm, İslam Birliği, İslam Devleti ve İslam Medeniyetinin ne olduğuna dair şimdiye kadar tatmin edici hiçbir anlamlı entelektüel birikim ortaya koymamıştır. Bilakis İslamizm, konjonkture göre bu kavramları kullanmakta, bu kavramların içini doldurmakla pek ilgilenmemektedir.
Bir din olarak İslam, insanlara ahlak, maneviyat ve inanç alanlarında doğru yolu göstermek şeklinde bir misyona sahip olduğunu söylemektedir. Ancak İslamistler, İslam’ın doğru yolu gösterme misyonunu yeterli görmemekte, insan hayatının her alanını kontrol ve yönetme iddiasında bulunmaktadırlar. İslamistlerin, İslam’ı ‘tamamlanmış bir din’ olarak değil de ‘bütüncül bir dünya görüşü’ olarak tanımlamalarının arkasında insan hayatını kontrol ve yönetme amacını din adına meşrulaştırma arzusu bulunmaktadır. İnsan hayatını kontrol etmeyi, dizayn etmeyi ve yönetmeyi amaç haline getiren İslamizm, özellikle üç ana alana yoğunlaşmaktadır. Bu üç alan devlet, kadın ve eğitimdir. Devlet, kadın, ve eğitimi kontrol ve idare etmekle insan hayatının baştan sona tamamen İslamist ideoloji doğrultusunda inşa edilebileceği düşüncesi, kurucu rasyonalizmin dini versiyonundan başka bir şey değildir.
Din adına konuştuğunu iddia etmesine rağmen İslamizm, aslında çoğunlukla Sosyalist ideolojinin söylemlerini tekrar etmektedir.Çoğunlukla İslamizm, Sosyalizmin dini muhtevalı bir kopyası olarak karşımıza çıkmaktadır. İslamcılar, Sosyalistlerin sosyal adalet ve eşitlik gibi ideolojik kurgularını dini değerler olarak sunmaktadırlar. İslam’ın kapitalizmle olan çatışmasından bahsetmek ve İslam’ın amacının sosyal adalet ütopyasını gerçekleştirmek olduğunu savunmak, İslamizmin kolektivist ve sosyalist özünü ortaya koymaktadır.
İslamizm, hayattan, insandan ve toplumdan kopuk, tam bir ideoloji olmayı başaramayan ideolojimsi bir yaklaşımdır. İslamcılık, insan ve toplumu hiçbir şekilde beğenmemekte, yanlış olarak gördüğü mevcut insanlık durumunun sürekli olarak doğru yola getirilmesi yani dizayn edilmesi üzerine yoğunlaşmaktadır.İnsanı dizayn etmeye yoğunlaşan İslamcılık, hiçbir şekilde insanla ilişkiye girmeyi düşünmemektedir. İnsanla ilişkiye, iletişime ve etkileşime geçmediği için İslamcılık, kendisine özgü teolojik bir boyuta da sahip bulunmamaktadır. Başka bir ifade ile İslamcılık, ideoloji olmayı başaramadığı gibi teoloji olmayı da başaramamıştır. İnsanlarla ilişki kurmak, konuşmak, iletişime girmek yerine kutsal kabul edilen referanslara göndermede bulunarak insanları susturmak ve marjinalleştirmek İslamizmin insan ilişkilerinde meydana getirdiği önemli yabancılaşma durumudur.
İslamizm, İslam adına ortaya çıkmasına rağmen dinamik, çoğulcu ve lişkisel bir dindarlık tecrübesinden beslenmemekte, ‘İslamperestlik’ olarak niteleyebileceğimiz İslam’a ve insana yabancı bir anlayış ortaya koymaktadır. İslam, insanla ilişkiye geçen, onunla ilgilenen ve onunla etkileşimde bulunmayı esas alan doğal bir durumdur. Fıtrat dini olarak İslam, insan hayatında su ve ekmek kadar doğal bir yere sahiptir. Ancak İslamperestlik anlamında İslamizm, İslam’ın insanla kurduğu doğal ilişkiyi bozmaktadır. Günümüzde İslam’ın insanla yeniden doğal ilişki kurabilmesi için İslam’ın, İslamizmin tekelinden çıkarılması gerekmektedir. İslam ve İslamizmin birbirinden ayrılması, İslam ve insanı yeniden bütünleştirecektir.