Gemi baskınının üstünden iki gün geçmeden, basının bir kesiminde eleştiri oklarının Mavi Marmara Gemisi’ndeki aktivistlere ve onlara “dur” demeyen hükümete yöneldiğini görüyoruz.
İsrail’in açık uyarılarına rağmen, ablukayı kırmaya kalkmak bela çıkarmak değilse neymiş! Vatandaşlarının can güvenliğini korumakla mükellef hükümet de onları oraya “korumasız” şekilde gönderdiği için ölümlerden sorumluymuş. Ayrıca, o gemide kadınların, çocukların ne işi varmış?
Bu değerlendirmelerde AK Parti’ye saldırmak için her olaydan medet uman müzmin muhalif tavrın payı var elbette. Bu işin siyasi tarafı ama aynı zamanda en önemsiz tarafı. Suçlamaların ardında yatan asıl önemli faktör bizim Beyaz Türkler’in Mavi Marmara Eylemi’ne karşı duydukları ama dobraca ortaya koyamadıkları derin antipati…
Evet… “İlerici” ve “laik” kamuoyumuzun Taksim’den yükselen her “Allahüekber” feryadıyla birlikte tüylerinin diken diken olduğunu; televizyonlarında yurda getirilen yaralıların görüntülerini izlerken, her çember sakallı yaralı görüntüsüyle birlikte yüzlerinin ekşidiğini, bu eylemde Müslüman duyarlılığını hatırlatan her şey karşısında derin bir antipati duygusuyla sarsıldıklarını adım gibi biliyorum. Onlar bu tablodan nefret ediyor; uluslararası basında böyle bir resmin çıkması, Türkiye’nin böyle bir tablo içinde yer alması karşısında paniğe kapılıyor ve bu panik içinde, eyleme ne kulp takacaklarını bilemiyor, resmen saçmalıyorlar.
Ama çok basit bir şeyi düşünmüyorlar:
Eğer ortaya çıkan “İslami” tablodan rahatsızsanız neden bu tabloyu değiştirmiyorsunuz? Neden o gemide yoksunuz? Neden Taksim’e çıkmadınız? Neden Gazze’de işlenen insanlık suçunu protesto edenlere, göğsünü siper ederek ablukayı kırmaya çalışanlara katılmadınız?
Neden aynı şeyi Sırp katliamı sırasında yapmadınız? Sarajevo top atışları altında inlerken, yüz binlerce Müslüman katledilirken oraya koşanların arasına katılmadınız?
Neden Filistinliler’i on yıllardır haydut bir devletle baş başa, yapayalnız ve çaresiz bıraktınız?
Eğer gemideki 800 yolcunun büyük çoğunluğu dindar insanlarsa ve bu katılımcı profili, eyleme doğal olarak dini bir renk veriyorsa, bu onların kabahati mi yoksa orada olmayan sizin kabahatiniz mi?
Zulüm altındaki Filistinliler için şu anda sadece dindar insanlar gözyaşı döküyor, sadece onlar bir şeyler yapmaya çalışıyor. Ama bu onların tercihi değil. Onlar yıllardır uluslararası bir ittifak cephesi oluşturmaya çalışıyor. Onları yalnız bırakan sizlersiniz; “bu Müslümanlar’ın meselesi” diye kenara çekilen, onları kendi başına bırakan sizsiniz. Sonra da ortaya çıkan “manzarayı” beğenmiyor; bütün dünyanın vicdanlı insanlarının takdir ettiği, belki de Gazze’nin ablukadan kurtulmasıyla sonuçlanacak kahramanca bir eyleme riyakârca kulp takmaya çalışıyorsunuz.
Açıkça söylüyorum; ben de sizin oluşturduğunuz bu manzaradan utanıyorum.
Bir ülkenin “en bilinçli”, “en çağdaş” unsurları olduğunu düşünen ve her lafın başında “insanlık”tan bahsedenlerin, Müslümanlık’tan bu kadar nefret etmesini, Ortadoğu’nun bir parçası olmaktan bu kadar utanmasını, Müslümanlar’la bir arada görünmekten bu kadar korkmasını, dindarların bulaştığı her şeyin, her eylemin, her hak mücadelesinin mundarlaştığını düşünmesini vahim bir psikolojik sakatlanma olarak görüyorum.
***
Bugünlerde bazı arkadaşlar “İnsani” olanla “İslami” olanın ayrışması gerektiğini düşünüyor; insani olana evet, İslami olana hayır demeye getiriyorlar. Bu cümlenin ardında İslami olanın insani olanla çeliştiği düşüncesi yatar. Oysa vicdanın kökünde bütün kültürlerde (çoğunlukla) inanç vardır. Ve onlar bunu bilirler.
Peki o zaman, vicdanın kaynağından İslam’ı neden kazımaya çalışıyorlar? Çünkü onların gözünde insani vicdanın kaynağında yalnızca Batı vardır. Bütün insani değerlerin, Batı uygarlığından doğduğu saplantısından kendilerini arındıramazlar. İnsanlık vicdanının bütün dinlerin, bütün inanç sistemlerinin ortak toprağından kaynaklandığını düşünmek onların kabul edemediği bir şeydir. İnsani olanla İslami olan onların gözünden iki ayrı kutuptur. İnsan eşittir Batı takıntısından kendilerini kurtaramazlar. Çoğunluğu Müslüman bir ülkede yaşar ama o çoğunluğun insanlık değerlerinin kaynağında İslami vicdanın da yattığını kabullenmeyi içlerine sindiremezler.
Bu o kadar ağır bir psikolojik baskıdır ki, Gazze’ye yardım eylemcileri bile, eylemlerini kabul edilebilir kılmak için her lafın başında “Bu insani bir yardımdır” vurgusu yapmak, adeta dini inançlarının özrünü dilemek zorunda hisseder, vicdanlarının kaynağını “masum” göstermek zorunda kalırlar. Yüzünün renginden utandırılıp saçlarını sarıya boyayan zenciler gibi…
Bugün, 04.06.2010