İnsanlık tarihi boyunca bireyin en temel dayanağı iradesi olmuştur. Zorlukların, krizlerin ve belirsizliklerin karşısında insana ayakta kalma kudretini veren yegâne şey, dışsal şartlar değil, içsel iradedir. İrade, bireyin kendisini aşma ve kendi sınırlarını sürekli yeniden tanımlama gücüdür.
Bu bağlamda irade, yalnızca bireysel bir yeti değil, aynı zamanda insan olmanın özüne dair bir sorgulamayı da beraberinde getirir. Zira insan, iradesi sayesinde varlığını korurken, kimi zaman insanlığının ardında kaldığını da fark edebilir. Modern dünyanın koşulları bireyi sürekli daha hızlı olmaya, daha çok üretmeye, daha çok başarmaya zorlamaktadır. İradenin bu koşullardaki tezahürü, bir tür hızlanma ve sınırsız performans arayışı şeklinde ortaya çıkar. Bu durum şu cümleyle özetlenebilir:
“O kadar hızlı koştunuz ki… İnsan olmak bile ardınızda kaldı.” İradenin bu boyutu, onun çift yönlü doğasına işaret eder. Bir yandan insanı harekete geçirir ve sınırlarını aşmaya sevk eder, öte yandan aşırılığa ulaştığında bireyin kendi özünü, insanî değerlerini ve varoluşunu geride bırakmasına yol açar.
İrade, hem yapıcı hem de yıkıcı olabilen bir kuvvettir.
Yapıcı yönüyle, bireyi zorluklar karşısında direnmeye, kendi potansiyelini açığa çıkarmaya ve hedeflerine ulaşmaya taşır.
Yıkıcı yönüyle ise aşırılığa vardığında insanî olanı, ölçüyü ve dengeyi geride bırakır.
Bu ikili doğa, insanı sürekli bir sorgulama içinde bırakır: İrade bizi özgürleştiriyor mu, yoksa insanlığımızdan uzaklaştırıyor mu?
İnsan iradesinin kuvveti, onu hem en değerli hem de en tehlikeli kılan şeydir. İrade sayesinde birey kendi sınırlarını aşar, kendi kaderine yön verir. Ancak aynı irade, ölçüsüzce kullanıldığında insanın özünü gölgede bırakabilir.
Bu nedenle iradenin en büyük başarısı, yalnızca hızda, güçte ya da başarıda değil; insanî olanı koruyarak, dengeyi sürdürebilme kudretinde yatmaktadır.

