2015 Avrupa Birliği İlerleme Raporunun yayınlanması ile birlikte, raporun nispeten küçük bir kısmını oluşturan siyasi incelemeler ve eleştiriler medyada ön plana çıkartılarak yayınlandı. Oysa, raporun neredeyse üçte ikisini oluşturan ekonomik değerlendirmelere, eleştirilere ve tavsiyelere pek rağbet gösterilmedi.
Bir Motivasyon Olarak AB
AB, bürokratik vesayeti yenmek için yapılması gereken reformlara meşruluk sağladığı için AB’yi bir umut olarak her zaman destekledik. AB bizim için iyi bir motivasyon, ayrıca reformlar için de yol göstericiydi. Bu raporları önyargısız bir şekilde değerlendirmeye çalışmak ve tartışmak hala çok önemli. Ama sadece siyasi olanları değil, ama aynı zamanda ekonomik olanları da.
1998’deki ilk ilerleme raporuna bakılırsa Türkiye’nin bu raporlar bağlamında ne derece yol aldığı görülebilir. 1990’ların sonunda piyasa ekonomisini kurumsallaştırmakta ciddi problemler yaşayan ve ekonomik krizlere teslim olmuş bir Türkiye’nin 2000’lerde başlayan reform iradesini bu raporlardan izleyebilirsiniz. Bu bakımdan 2015 Raporunun, Türkiye’nin gelişmiş ve iyi işleyen bir piyasa ekonomisi olarak görülebileceğine vurgu yapması, şüphesiz bizim için önemlidir.
2015 Raporu Türkiye’de dış açığın büyüklüğü, enflasyon oranlarının nispi yüksekliği ve tasarruf seviyesinin düşüklüğünden söz ederek, ekonomiyi istikrarsızlaştıran makro ekonomik dengelere değiniyor. Ekonomik büyümenin yavaşlaması ve yeni iş yaratma hızının düşmesi dikkat çekilen diğer makro düzeyde kaygı verici gerçekler. Bu konuda 1998’den bu yana alınan mesafe anlamlı olsa da, daha hızlı gelişemeyişimizin nedenleri mikro düzeyde piyasa ekonomimizin işleyişine yönelik eleştirilerde saklı gözüküyor.
Mikro Ekonomik Reformlar
Bu bakımdan en baştaki iki önemli mesele özelleştirmelerin yavaşlaması ve fiyat mekanizmasına yapılan müdahalelerin devam etmesi. Bildiğiniz gibi piyasa ekonomisi rekabete ve fiyatların serbest bir şekilde arz ve talebe göre belirlenmesine dayanır. Ancak özelleştirmeler sonucunda istenilen rekabetçi piyasa şartlarına her zaman ulaşılamadığı gibi, hükümetin kullanıcılar arasında fiyat farklılaştırmasına gitmesi de ayrıca fiyat mekanizmasının etkin çalışmasını engellemektedir. Raporda özellikle enerji piyasası örnek gösterilmiştir.
Piyasanın temeli rekabet olduğuna göre yeni işyerlerinin ve firmaların açılması piyasa ekonomimizin ve refahımızın geleceği için hayatidir. Geçen seneye göre yeni kurulan işyerlerinin sayısında yüzde 16.3’lük artış sevindiricidir ama yeterli değildir. Bunun sebepleri arasında iş yeri açmanın uzun sürmesi (6.5 gün) ve maliyetlerinin yüksek olması gösterilmektedir. Aynı şekilde, maalesef, bir iş yerini kapamak, yani piyasadan çıkmak da hâlâ maliyetli ve zahmetli bir süreçtir. Benzer şekilde şirket tasfiyesinin ortalama 3.3 yıl sürdüğü ekonomimizde piyasaya giriş-çıkışların yeterince etkin olmadığı aşikârdır. Dinamik bir ekonomiye sahip olmak için basit bürokratik düzenlemelerle alınabilecek mesafe ise muazzamdır.
Raporda dikkat çeken bir başka husus devlet yardımları kanununun hâlen yasalaşmaması ve kamu ihalelerinde görülen şaibelerin üzerine yeterince gidilmemesidir. Bu alan özellikle siyasetçilerin el yordamıyla ekonomik rantlar yarattığı ve haksız rekabetle piyasanın işleyişini bozduğu bir alan olarak son derece önemlidir. Türkiye’nin yolsuzluk iddialarını ve kayırmacılığı daha fazla görmezden gelecek gücü yoktur.
Yeni kurulacak hükümetin bu raporu ciddiyetle ele almasını umut ediyorum. Ekonomik düzeyde yapılacak bu iyileştirmelerin hukuk sisteminin daha iyi çalışmasını ve bürokratik devlet örgütlerinin daha tarafsız bir şekilde vatandaşlara hizmet götürmesini sağlayacağından şüphe duyulmamalıdır.
Yeni Yüzyıl, 14.11.2015