2010 referandumunun ardından Yargıtay ve HSYK gibi kurumlarda elde ettiği kazanımlar GC’nin bürokrasi içindeki saadet zincirini -yani operasyonel yapılanmasını- tamamlamasını sağladı. Merkezinde polis şeflerinin bulunduğu, savcılar, hâkimler ve mahkemelere çalışan bilirkişilerle tamamlanmış, 657 sayılı devlet memurları kanunu, Yargıtay ve Danıştay gibi üst yargı kurumları ve yargıyla ilgili idarî organ HSYK ile güvenceye bağlanmış müthiş bir bürokratik güç halkası ortaya çıkmıştı.
GC’nin özgüveni öylesine artmıştı ki, kendisine askerî vesayete karşı mücadeledeki rolünden dolayı borçlu olduğunu düşündüğü Erdoğan’dan siyasî otoriteye ait olan yetkilerde ortaklık talep etmeye başladı. Bu çerçevede MİT’i kontrol altına almak ilk taktik hedefiydi. Cemaat gücün merkezinde istihbaratta tekelin yattığına inanmaktaydı. Emniyet istihbaratını zaten kontrol etmekteydi. MİT’in de eline geçmesi GC’ni rakipsiz, baş edilemez bir güç hâline getirecekti.
Hükümet GC’nin isteklerine müspet cevap vermedi. Askerlerden alınan en büyük dinleme tesisini GC’nin kontrolündeki Emniyet İstihbarat’a değil tarihinde ilk defa sivil siyasî denetim altına alınmış olan MİT’e bağladı. Bu GC nazarında affedilmez bir suçtu. İktidar bu icraatıyla GC nazarında adeta ölüm fermanını imzalamıştı.
GC Kürt meselesine bakışta, dış politikada, özellikle İsrail ile ilişkilerde çok farklı görüşteydi ve politika belirleyici olmak arzusundaydı. Bu, demokratik siyaseten alanına tecavüzdü ama GC hem haklılığına inanıyor hem gücüne güveniyordu. KCK operasyonları, Oslo sürecine komplo böylece ortaya çıktı.
Oslo üzerinden yapılan hesaplara göre, MİT müsteşarının tutuklanması Erdoğan’ın tutuklanmasına kadar gidecek yolu açacaktı. 7 Şubat 2012 MİT operasyonu bunun için yapıldı ve iktidarı teslim alma yolunda en kritik dönemeci teşkil etti. Ancak, Erdoğan’ın müsteşara verdiği “silahla diren” talimatı ve müsteşarın kararlığı operasyonu püskürttü. Bütün bu olaylar cereyan ederken GC’nde hükümete öfke gitgide büyümekteydi.
Bunun birçok işareti GC medyasındaki haber ve yazılarda dışa vurmaktaydı. 17/25 Aralık’tan ve dershaneler meselesinin patlamasından aylar önce Zaman’da katıldığım bir iftarda Cemaat mensuplarının hükümete öfkesini, Erdoğan’a duyduğu nefreti şaşkınlık içinde bizzat gözlemleme imkânı buldum.
GC hükümetin gitmesi arzusundaydı. Bunu siyasî olarak yapacak gücü yoktu. Zaten alenî ve meşru bir siyasî aktör de değildi. Başka bir yol bulmak zorundaydı. Bütün hazırlıkları buna yönelikti. Sadece Türkiye ile sınırlı kalmayan, tüm dünyaya yayılan ağını devreye soktu ve her alanda hükümete karşı taarruza geçti.
Müthiş bir dalganın gelmekte olduğunu sezen hükümet dershaneleri kapatmaya karar verdi. Bu GC için kabul edilemez bir durumdu. Dershaneler Cemaat’in malî, daha da önemlisi beşerî gücünün ana kaynağıydı. Ayrıca, büyük bir propaganda ve meşruiyet aracıydı.
Dershaneleri kapatılması kararı GC açısından hükümetin devrilmesini daha âcil bir ihtiyaç hâline getirdi. 17/25 Aralık bu amaçla tasarlandı veya hızlandırıldı. GC içine gömülü otonom yapılanmanın muazzam bir avantajı vardı. Kırılması hatta normal şartlarda farkına varılması çok zor bir zincir kurulmuştu. Hukukun itibarı ve yargı memurlarının dokunulmazlığı GC’nin amaçlarının hizmetine koşulacaktı.
Operasyonel güçler devlet görevlisiydi ve hukuk perdesinin arkasına gizlenme imkânına sahipti. Çok az kişi böyle bir gücün varlığından haberdardı. 17/25 Aralık başarılı olsaydı Erdoğan harcanmış, Ak Parti denetim altına alınmış, GC’nin elinde oyuncak bir hükümet kurulmuş olacaktı ve biz sade vatandaşlar farkına varmaksızın bir cemaat devletinin kanatları altında yaşayacaktık!
17/25 Aralık patlak verince AK Parti’nin birçok önde gelen ismi ortadan kayboldu. Gezi’de de böyle olmuştu. Parti ileri gelenlerinin, hatta bakanların birçoğu sindi, aylarca konuşmadı. Hâlâ susanlar, vaziyeti idare etmeye çalışanlar var. Buna karşılık, az sayıdaki demokrat aydın operasyonlara karşı çıktı ve yapılanın aslında bir yolsuzluk soruşturmasından ziyade bir darbe ve/veya siyaseti dizayn teşebbüsü olduğunu söyledi. Ancak, oyunu asıl bozan Erdoğan’ın direnmesiydi. Bu direniş bir taraftan toplumun neler olduğunu anlamasını bir taraftan da AK Parti’nin ve hükümetin yavaş yavaş toparlanmasını sağladı.
Yeni Yüzyıl, 18.12.2015