İfade özgürlüğünün çok önemli olduğunu kabul etmeyen yok. Ayrıca, bu kavramı kullanan herkesin onun içeriğini ve açılımlarını tam manasıyla bildiğini varsayıyoruz. Gerçekten öyle mi?
İfade özgürlüğünü hükümetle ilgili olarak da tartışıyoruz. İşten çıkartılan bazı gazetecilerin hükümetin müdahalesi yüzünden böyle bir muameleye maruz bırakıldığı iddialarını çok sık duyuyoruz. Kimileri bunun bu kişilerin ifade özgürlüğünün ellerinden alınması anlamına geldiğini söylüyor. Hatta, ‘filan gazetecinin, falan yazarın gazetelerde yazamadığı bir Türkiye’de ifade/basın özgürlüğünden söz edilebilir mi?’ diye soranlar olduğu gibi medyanın tamamıyla hükümetin kontrolüne geçtiğini, ‘özerk ve bağımsız medyanın’ kalmadığını ön süren insanlar da çıkıyor. Gerçekten öyle mi?
Demokratik ülkelerde basın özgürlüğü bir olmazsa olmazdır. Buna rağmen, hiçbir demokraside medya devletten tamamen bağımsız değildir. Bunun sebebi, medya ile devletin, birbirini sevmesinden çok, birbirine muhtaç olmasıdır. M. Roskin’in işaret ettiği üzere, medyanın en büyük haber kaynağı devlettir. Devletin en çok ihtiyaç duyduğu rıza üretme ve manipülasyon aracı medyadır. Bu yüzden, medya ve devlet adı konulmamış bir ortaklık yapar. Bu mutlu beraberlik geçici olarak bozulduğunda (ki bu yeterince sık olmaz), sade vatandaşlar skandallardan, rezaletlerden, vahim yanlışlardan haberdar olur. Bunun tipik bir örneği ABD’de vuku bulan meşhur Watergate skandalıdır.
Türkiye’de bugünlerde sarsılmakta olan medya düzeni 1960 darbesinden sonra kuruldu. Darbeciler medyayı kendilerinin sivil ayaklarından biri olacak şekilde düzenledi. Gazetelere kâğıt sübvansiyonlarıyla ve resmî ilanlarla maddî destek vermeye başladı. Bunun bedeli, elbette, sisteme ve devlete sadık kalmaktı. Bu çerçevenin dışına çıkmaya teşebbüs eden yayın organları hep oldu, ama bunlar son derece cılız kaldı ve sistemin rengini değiştiremedi. Bu ittifak devletin çizgisinden sapan politikacılara karşı etkili şekilde işletildi. Medya seçilmiş hükümetlerle ve başbakanlarla devlet adına kavgaya girmekten çekinmedi, çünkü, asıl gücün devlette olduğunu bilmekteydi. Daha demokrat göründüğü günlerde Demirel bunu tecrübe etti. Özal da nasibini aldı ve tek adamlıkla, diktatörlükle suçlandı. Şimdi söz konusu medya aynı eleştiri ve suçlamaları Erdoğan’a yöneltiyor. Özal bu saldırılara sübvansiyonları kaldırarak cevap verdi. Bu adım medyanın ana aktörlerini daha da sinirlendirdi. Erdoğan medyayı çeşitlendirmeye çalıştı ve bir ölçüde başarılı oldu. Yine de medyada ana düzen çok değişmedi. Bugün basılı medyanın yaklaşık üçte ikisi Erdoğan muhaliflerinin elinde.
Şüphe yok ki, iddialar doğruysa, hükümetin medyaya insanların işlerini kaybetmelerine sebep olacak şekilde müdahale etmesi onaylanamaz. Bu tür müdahalelere kesin çözüm için devletin ekonomiden tamamen çekilmesini sağlamak gerekir. Ancak, sağlıklı yorum yapabilmek için, müdahale iddialarının hangilerinin gerçek hangilerinin dedikodu olduğunun ikna edici delillerle bilinmesi lâzım. Başbakan’ın köşe yazarlarıyla direkt polemiğe girmesini ve sert sözler sarf etmesini de hem yanlış, hem basın özgürlüğüne zarar verici, hem de siyaseten irrasyonel buluyorum. Köşe yazarlarıyla elbette ‘kavga’ edilebilir, ama bu kavgayı alt seviyede ve daha ziyade hükümet dışındaki politikacıların veya diğer gazetecilerin vermesi münasip olur. Aksi takdirde, hükümet medyaya haksız müdahalelerde bulunuyor izleniminin doğması kaçınılmazdır.
İşten çıkartılan köşe yazarlarının ifade özgürlüklerinin elinden alındığı tezi ise temelsiz. Bu durumda olan, söz konusu gazetecilerin, ifade özgürlüklerini değil, gelir getiren işlerini ve ellerindeki araçlardan birini kaybetmesidir. İfade özgürlüğü bir negatif özgürlüktür. Olması için kişinin kendini ifade etmesinin diğer bireyler ve devlet tarafından engellenmemesi yeterlidir. Görüş ve kanaatlerini ifade etmek için hangi araçları kullanabileceği kişinin kendi imkân, çevre ve kabiliyetlerine bağlıdır. Başka bir bireyin veya kurumun ona bir ifade aracı, meselâ bir gazete köşesi sağlaması mecburiyeti yoktur. Köşesi olmayan bir yazarın ifade özgürlüğüne sahip olmadığını söylemek yanlış, bazı ifade araçlarına sahip bulunmadığını söylemek doğrudur. Bunun ayırdına varmazsak, meselâ, köşe sahibi olamayanların, bir televizyon programı yapamayanların, kitap yayınlayamayanların ifade özgürlüğü yoktur gibi gülünç sonuçlara varırız.
Bana öyle geliyor ki, ifade/basın özgürlüğü için en iyisi, tarafsızlık filan değil, uygun hukukî mevzuata ve siyasî tavra ilâveten, medyanın çoğullaşmasıdır. Yani her çizgiyi benimseyen, her meşrepten gazetelerin ve gazetecilerin olmasıdır. Bu çoğulculuğun yaratacağı rekabet ve karşılıklı denetim biz vatandaşların yanıltılmasını ve aldatılmasını engeller. Bu sayede alternatif bilgi, haber ve yorum kaynaklarına başvurarak sağlamalar yapabilir ve manipüle edilmenin önüne geçebiliriz.