Biliyorsunuz, HSYK seçimleri ile ilgili olarak ortaya atılan çeşitli iddialar var.
Bakanlığın kendi listesini oluşturduğu ve bu listeyi seçtirmek için ekipler kurduğu, elindeki çeşitli imkânları kullanarak, hatta baskı yaparak seçimleri kontrol ettiği iddia ediliyor. Buna karşılık Bakanlık da bütün bu iddiaları reddeden açıklamalar yapıyor.
Buraya kadar bir şey yok… Böyle iddialar her seçimde ortaya atılır. (Bunu, iddiaları küçümsemek için söylemiyorum, tam tersine son derece önemli olduğunu düşünüyorum.) Eğer o ülkede olgun bir demokrasi varsa, bu iddialar didik didik incelenir. İddiayı yapan taraf delillerini koyar ortaya. Suçlanan taraf da savunmasını yapar, basın olayın peşine düşer, gerekirse yargı devreye girer, her şey kamuoyu önünde açık açık tartışılır ve bir sonuca varılır.
Ne var ki, bu iddialardan hareketle “bağımsız yargı sizlere ömür” diye bağırmaya başlayanlar bu noktada durmuyor. Geri dönüp referandumda kabul edilen Anayasa değişikliğine getiriyor lafı: “Biz dememiş miydik bu değişiklikler yargıyı yürütmeye bağlar diye! Hadi bakalım, ‘evet’çiler şimdi ne diyeceksiniz…”
Şunu diyeceğiz:
Herhangi bir yerde seçim yaparsanız, seçimde usulsüzlük ya da baskı yapılması ihtimali her zaman vardır. Ama seçim yapmazsanız, usulsüzlük ya da baskı riskini de ortadan kaldırmış olursunuz.
Doğrudur; HSYK’nın oluşumu eskisi gibi kalsaydı, yani kapalı devre seçim usulüyle, al gülüm ver gülüm ilişkileri sürseydi, 11 bin kürsü hakimi ve savcısının oy kullanma hakkı olmasaydı, onlara baskı yapılması gibi bir ihtimal de olmayacaktı.
Peki durum daha mı iyi olacaktı?
Ona bakarsanız, Türkiye’nin 1946’dan önce seçim usulsüzlüğü diye bir meselesi var mıydı? Ne olduysa çok partili hayata geçtikten sonra olmadı mı?
X x x
Referandumda kabul edilen Anayasa değişikliği, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun üye seçimini daha geniş bir tabana yaymış, binlerce kürsü hakiminin iradesini devreye sokmuş, mevcut kast sistemini yıkmış, özetle daha demokratik bir yapı oluşturulmasını sağlamıştır. Dolayısıyla, şimdi birtakım usulsüzlük iddiaları ortaya atıldı diye, bu değişikliğe evet oyu verenlerin pişman olmasını beklemek saçmalıktır.
Şimdi önemli olan, bu demokratik genişlemenin “yan ürünü” olarak ortaya çıkan sorunu da demokratik bir biçimde ele almak ve çözüm yolları geliştirmektir.
Kaldı ki, ortaya çıkan tabloya daha dikkatli bir gözle bakarsanız, demokrasimiz açısından endişelenmek yerine tam tersine umutlarınızın artması gerekir.
Şöyle ki; yapılan seçimlerle ilgili baskı iddialarını dile getiren kuruluşlardan bir tanesi de Demokrat Yargı Derneği… Yani söz konusu Anayasa değişikliğini aktif bir biçimde desteklemiş bir kuruluş… Zaten eğer HSYK seçimlerine ilişkin iddialar sadece YARSAV tarafından ortaya atılmış olsaydı, bu kadar etkili olmazdı. İddiaların bu kadar yankı yaratmasının asıl sebebi, “evet” kampanyasına öncülük eden kuruluşlardan biri olan Demokrat Yargı Derneği’nin yaptığı açıklamalardır.
Peki bu neyi gösterir?
Bu bize korkacak bir şey olmadığını, demokrasimizin emin ellerde olduğunu, sistemin kendi kendini denetleyebildiğini gösterir. Halk adına denetim yapacak olan sivil kuruluşların, demokrasi güçlerinin zinde ve sağlıklı olduğunu gösterir.
Demokrasinin zaaflarını giderecek olan, risklerini en aza indiren de zaten her zaman bu güçlerdir.
Hiçbir demokrasi, iktidara gelenlerin “iyi niyeti” sayesinde yaşayamaz. Sapma tehlikesine karşı iktidarın “dürüstlük ve samimiyetine”, “yüksek ahlakına” ya da “Allah korkusuna” bel bağlayanlar sonunda hayal kırıklığına uğramaya mahkumdurlar.
Sapmalara, yozlaşmalara, otoriterleşme eğilimlerine karşı tek güvence, her zaman ve her toplumda daima toplumun bilinci ve örgütlülüğüdür.
Bu son olay bize Türkiye’de demokrasinin güçlü bir güvencesi olduğunu gösterdi.
Korkacak bir şey yok… Reformlara devam…
Bugün, 20.10.2010