Kürtleri yasal siyasi alanda temsil etme iddiası taşıyan ilk parti Halkın Emek Partisi (HEP) idi. Haziran 1990’da kurulan bu parti, 1991 genel seçimlerinde merkez-solda yer alan Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) ile ittifak kurmuş ve parlamentoda 22 sandalye kazanmıştı. Yemin töreninde HEP milletvekilleri Kürt renkleri olarak bilinen sarı-kırmızı-yeşil mendiller takmış, Leyla Zana ise yeminini Kürtçe bitirmişti. Bir kırılma noktasıydı HEP. Bir parti ilk kez Kürtlüğünü açıkça ilan ediyor ve Meclis’e giriyordu. HEP’in Türkiye siyasetine bu etkili girişi, geri dönülmez bir süreci başlattı. Kürtlerin amacı, artık kimliklerini ve siyasetteki varlıklarını kalıcı kılmaktı. Devlet ise buna hazırlıklı değildi, Kürt siyasetini tasfiye etmek için her türlü baskı aracını kullandı. Kürt partilerinin yöneticilerini sürekli rahatsız etti, vekillerini Meclis’ten attı, partileri kapattı. Kimi milletvekilleri hapishanede bir ömür geçirdi, kimi sokak ortasında katledildi. Devlet, sadece PKK bağlantılı olarak gördüğü partileri değil, diğer Kürt partilerini de susturmak istiyordu. Ancak başarılı olamadı. Kürtler yapılan baskılara rağmen siyasi sahayı terk etmediler. Partileri her kapatıldığında yeniden örgütlendiler. HEP’in açtığı yoldan DEP, HADEP, DEHAP, DTP ve BDP gibi adları farklı, ama doğrultuları aynı olan partilerle ilerlediler. HEP’ten HDP’ye HEP ile başlayan siyasi gelenek artık Halkların Demokratik Partisi’nde (HDP) sürecek. HDP’nin arkasında üç yıllık bir geçmiş var. Önce, 2011’de Halkların Demokratik Kongresi (HDK) kuruldu. HDK’nın, başta Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) olmak üzere, siyasi partilerden, sivil toplum örgütlerinden, farklı etnik ve dini gruplardan oluşan 40’tan fazla bileşeni vardı. HDK, bir yıllık çalışmanın ardından partileşmeye karar verdi. 2012’de HDP kuruldu. 2013’te partinin ilk kongresi yapıldı. Partinin eşbaşkanlıklarına da -Öcalan’ın talebi dikkate alınarak- biri Türk (Ertuğrul Kürkçü) biri de Kürt (Sabahat Tuncel) kimlikli siyasetçiler getirildi. 22 Haziran 2014’te yapılan 2. Olağanüstü Kongre ile Kürt siyasetinin HDP’ye geçişi tamamlandı. Farklı bir atmosfer vardı HDP Kongresi’nde. Salonda Öcalan’ın posteri yoktu ama Öcalan’ın söylemleri (“Demokratik Cumhuriyet”, “Demokratik Ulus” ve “Ortak Vatan” gibi) pankartlara taşınmıştı. Geçmişte her yer sarı-kırmızı-yeşil renklerle bezeli iken, bu kez salonda mor, eflatun, mavi renklerin hâkimiyeti vardı. Katılım iyi ama coşku azdı. Eşbaşkanların anlamı Seçime tek listeyle gidildi; partinin başına Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ getirildi. Eşbaşkanlık seçimi, siyasi anlamlarla yüklü. Yüksekdağ, Kürt siyasetinde tanınmıyor ve Türk siyasetinde de bir karşılığı bulunmuyor. Buna karşın seçilmesi, sembolik dengelere (Türk-Kürt, kadın-erkek) verilen önemin bir göstergesi. Demirtaş tercihi ise iki açıdan doğru ve önemli: 1. HDP’ye geçiş BDP tabanında benimsenmedi. Proje Öcalan imzalı olduğu için buna ses çıkarılmadı, ama gönül rahatlığıyla kabul de edilmedi. Bu durumda HDP’nin başına, BDP tabanının huzursuzluğunu giderecek, onları HDP’ye alıştıracak bir ismin gelmesi gerekiyordu. Bu da Demirtaş’tan başkası değildi. Eğer onun haricinde bir eşbaşkan olmuş olsaydı, bu benimsememe hâli daha da büyür, HDP projesine duyulan inanç daha da azalırdı. 2. HDP, çözüm sürecinde kritik bir rol oynuyor. Bundan sonra bu rolü daha da artacak. Böylesine hassas bir dönemde HDP’nin başındaki kişinin siyasi dili ve tavrı süreci doğrudan etkileyecek. Demirtaş -bazı istisnalar dışında- dengeli bir dil kullanıyor. Alttan almıyor, karşısındakine ezilmiyor ama onu ezmiyor da; eşit bir ilişki kuruyor, kışkırtıcı söylemlerden uzak duruyor. Keza Türkiye kamuoyunda da büyük bir itibara sahip. Onun bu özellikleri sürecin devamı ve ilerlemesini kolaylaştıracak. HDP’nin misyonu HDP projesinin temelinde yatan gaye, Kürt siyasetinin “Türkiyelileştirmek.” Projenin mimarı olan Öcalan’a göre, HEP ile başlayan siyaset etnik referanslarla hareket ediyor ve Kürtler dışında Türkiye toplumunun diğer kesimlerini kucaklayamıyor. Öcalan bu sorunu aşmak için toplumdaki farklı dini ve etnik kimliklerle ilişki kuracak, özellikle mağdur gruplarla dayanışma içine girecek ve onlar için de politika geliştirecek bir partiye ihtiyaç duyuyor. Ona göre BDP, kendisine atfedilen kimlik ve takip ettiği gelenek nedeniyle böyle bir partiye dönüşemez. Bunun için -resmi olarak kapatılmasa da fiili olarak- BDP’nin kapısına kilit vuruluyor ve HDP’ye Öcalan’ın kafasındaki kapsayıcı siyaseti üretmek misyonu veriliyor. Kongreye gönderdiği mesajda Öcalan bu düşünceleri net bir şekilde açıklıyor. “Yeni ve sonuç alıcı taktik bir hamle” olan HDP girişimiyle iki sonuç alındığını belirtiyor. İlki, HDP oluşumuyla “BDP’ye dayatılan dar, bölgeci ve milliyetçi” suçlamaların boşa çıkarılmasıdır. İkincisi ise, HDP’nin “halkların hak talepleri ve özgürlükleri için, sivil toplumun demokratik birliği için zirvesel bir katkı” olmasıdır. Türkiyelileşmek, bir tercih. Elbette BDP, bir Kürt partisi olarak da kalabilirdi ve bu da meşru olurdu. Bununla birlikte eğer sizi destekleyenler ülkenin farklı coğrafyalarına dağılmışsa ve ülkede yeni bir kimlik inşası gibi bir hedefiniz varsa, o zaman etki alanınıza genişletmek ve siyasette daha merkezi bir konu işgal etmek isteyebilirsiniz. Bu bağlamda Öcalan’ın Türkiyelileşmek projesini özü itibarıyla doğru buluyor ve Türkiye’deki Kürt sosyolojisine uygun düştüğünü düşünüyorum. Dolayısıyla ona Türkiyelileşmek üzerinden yöneltilen eleştirilerin önemli bir kısmını paylaşmıyorum. BDP birikimini sıfırlamak Benim eleştirdiğim nokta, Öcalan’ın Türkiyelileşmeyi HDP üzerinden gerçekleştirmeye çalışması. BDP, Türkiyelileşmek için daha iyi bir mecraydı. Çünkü bir tecrübeye sahipti; kapatılmadan varlığını en uzun süre sürdüren parti konumundaydı. Çözüm sürecine aktif şekilde katılmıştı, anayasa yapım sürecinde en pozitif katkıyı sunmuştu. Gezi ve 17 Aralık’taki politikasıyla da Türkiyelileşme noktasında önemli bir mesafe katetmişti. BDP’nin bu deneyimleri göz ardı edilmemeliydi. Partinin bütün birikimini sıfırlamak ve HDP adıyla yeni bir maceraya atılmak doğru değildi. HDP’nin kendisinden beklenenleri -birkaç sebepten ötürü- yerine getiremeyeceği kanısındayım: 1. HDP, toplumun tüm kesimlerini temsil etmek gibi çok büyük bir iddia taşıyor. Ama gerçekte HDP, aralarında çok büyük farklar bulunmayan sol grupları ihtiva ediyor. Son kongrede çıkan Parti Meclisi de, bunun teyidi. Toplumda bir ağırlık merkezi oluşturmayanlar, partide ciddi bir ağırlığa tekabül eder hale gelmiş. Bu, önemli bir sorun; çünkü partinin topluma ulaşmasına, topluma dokunmasına engel oluşturuyor. Bu, daha önce Cemil Bayık tarafından da ifade edilmişti: “ … HDP’nin kendini bazı yanlış hareketlerden arındırması gerekir. Örneğin bazı marjinal gruplar var, kendini bunlardan arındırması gerekiyor. Ben bunları dışlasın demiyorum. Ama sanki bunları esas alırsa sol olabilir, demokrasi gücü olabilir, Türkiye’ye demokrasi getirebilir gibi bir yanlıştan kendini arındırması gerekiyor.” Altan Tan, defaten, HDP’nin yüzde 90-95 oranında sol ve sosyalist gruplardan oluştuğunu, bunun Türkiye toplumunda bir karşılığının olmadığının altını çizdi. Tan’a göre parti içinde etkili bu sol gruplar toplumun ortak paydalarını oluşturan değerlerle sorunlar yaşıyorlar; mesela İslam’la ve dinle barışık değiller. Böylece Kürt ve Türk dindar-muhafazakâr kitleler bu partiden uzak duruyorlar. Neticede Kürt siyaseti, alanını genişletmek şöyle dursun, son derece sınırlı ve dar bir alana hapsoluyor. Merkez parti, radikal dil 2. Kürt siyasetinin bugün parlamentoda bir grubu bulunuyor. Üçü büyükşehir olmak üzere 11 kenti yönetiyor. Toplamda 100’ün üzerinde belediyeye sahip. Bölgede bir merkez partisi hüviyetini taşıyor. Her kesimden insanın oyunu alıyor ve farklı gruplarla muhatap oluyor. Dolayısıyla söylemini de buna uydurması gerekiyor. Fakat HDP bileşenlerinin oldukça radikal bir sol dilleri var. İdeolojik bir sol partinin böyle bir dile yaslanması normal; ama her sınıfın desteğini arkasına alan bir partinin böyle bir dile iltifat etmesi sorunlu. Çünkü bu dil, ne toplumsal gerçekliği yansıtıyor, ne de Türk ve Kürt kamuoylarında bir alıcı bulabiliyor. Bu dille toplumun geniş kesimlerinin gönlünü çelemez HDP, aksine eğer bu dil abartılırsa daha önce BDP’ye oy veren bazı kesimlerin rahatsız olması ve partiyle arasına mesafe koyması kaçınılmaz hale gelir. 3. Sadece vitrini çeşitlendirmek, partinin Türkiyelileşmesini sağlamaz. Bir Alevi’yi yönetime koymanız, Alevilerin kahir ekseriyetinin CHP’ye oy verdiği gerçeğini değiştirmez. Veya bir başörtülüyü podyumda alkışlatmanız, muhafazakâr-mütedeyyin kesimin yüzünü AKP’den çevirmesini sağlamaz. İnsanlar bir şeyin görüntüyü kurtarmak adına mı, yoksa gerçek maksatlarla mı yapıldığı konusunda bir önseziye sahipler. Makyaj değişikliklere prim vermiyorlar. ‘Kürt partisi’ algısı 4. Siyasette algıların belirleyiciliği vardır. Toplum bir partiyi konumlandırır ve onu bir yere koyar. Eğer parti bu yerden memnunsa problem yoktur. Ancak bu yeri değiştirmek istiyorsa, bu güç bir iştir. HEP-BDP geleneği, toplum nezdinde bir “Kürt partisi” olarak biliniyor. Partinin ismini istediğiniz kadar değiştirin ya da dilerseniz bütün yönetimini Türklerden -Kürt olmayanlardan- oluşturun. Yine de fark etmez; toplum için bu parti bir Kürt partisidir. Bu toplumsal hafıza kolaylıkla değişmez. HDP’ye dair toplumda Türkiyeli bir parti olduğuna dair yeni bir toplumsal bilginin oluşması, hem zamana hem de politika üretimine ihtiyaç gösterir. Zorluk da burada; zira mevcut haliyle HDP bu tür politikalar oluşturmada umut vaat etmiyor. * 27-06-2014 / Al Jazeera Turk http://www.aljazeera.com.tr/gorus/hdp-bir-gelecek-vadetmiyor
Serbestiyet, 28.06.2014