TBMM’de bir süredir hazırlıkları yapılan ve “Hayvan Hakları Yasası” adı verilen bir kanun teklifinin bu hafta gündeme getirilmesi bekleniyor. Bildiğim ve takip edebildiğim kadarıyla bu yasaya şu veya bu şekilde itiraz eden bir kişi ve kuruluş yok. Herkes yasayı sabırsızlıkla bekleme havasında. Ancak, bana göre, bu kanun teklifinin ve ardında yatan anlayışın bazı ciddî problemleri var.
Hâlihazırda zaten bir Hayvanları Koruma Kanunu var. Bazı yönetmelikler de mevcut. Bunlar özellikle belediyelere hayvanlara ilişkin olarak görevler yüklüyor. Gündemdeki teklif 24/06/2004 tarihli ve 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun isminin “Hayvan Hakları Kanunu” olarak değiştirilmesini öngörüyor. Yasa çalışmasının belki de en can alıcı noktasını ise hayvanların, “eşya, mal” değil, “canlı” olarak tanımlanıp, hayvanlara karşı işlenen suçların Türk Ceza Kanunu’na göre cezalandırılmasının yolunun açılması oluşturacak. Yeni kanunda en çok dikkat çeken ilk husus hak kavramının üstüne basa basa kullanılması ve böylece adeta insan haklarıyla hayvan hakları arasında bir benzerlik kurulması. İkincisi, hayvanlara kötü muameleye ilişkin olarak ceza getirilmesi.
Benim itirazım zaten bir kanun var iken kanunun adının değiştirilmesine ve bu kanunda hak kavramının ısrarla ve inatla kullanılmasına. Bu bakış birçok hatayı içermekte. Bir kere hak sahibi olan varlık insanlardır, başka herhangi bir varlık değil. Hak kelimesinin itibarından yararlanmak için onu gelişigüzel ve keyfî olarak kullanma arzusu ve çabası insan haklarının altını oymakta. Özellikle iktisadî ve sosyal haklar kavramıyla zaten anlam erozyonuna uğramış hak kavramının bu kanun yüzünden daha fazla erozyona uğrayacağına kesin gözüyle bakabiliriz. Oysa talep edilen şey hayvanların kötü muameleye maruz bırakılmaması ve bu iş sadece bir mevzuat meselesi olmaktan ziyade bir zihniyet ve bir imkân meselesi. İnsan haklarının her zaman ve ortamı kapsayacak olmasına, yani her insanın hiçbir temelde ayrım gözetilmeksizin sırf insan olduğu için haklara sahip olduğunun varsayılmasına karşılık hayvan haklarının aynı şekilde bir karşılık bulması ihtimâli zayıf.
Her canlının yaşama ortamı kendisine mahsus bir işleyişe sahip. Hayvanlar dünyası da böyle. Söz konusu kanun insan-hayvan ilişkisini düzenlemeye yönelik ama hayvanlar aleminde zaten yırtıcı bir varlık mücadelesi her an cereyan etmekte. Yani hayvanlar hayvanları öldürüyor, hayvanlar birbirine devamlı zarar veriyor. Bunu yanlış bulmak ve buna müdahale etmek elbette saçma ve yapılamayacak bir iş olacaktır. Bu yüzden, hayvan hakları kanunu hayvanlar alemine değil insanın hayvanla ilişkisine bir müdahale. Diğer taraftan hayvan haklarının hangi hayvanları kapsayacağı da çok mühim bir problem. Rothbard’ın bir yazısında sorduğu gibi, meselâ hamam böcekleri de bu kanun kapsamında olacak mıdır? Veya sivri sinekler? Olmayacaklarsa niçin? Bu çizgide bakmaya devam edince asıl meselenin genel olarak hayvanlar olmaktan ziyade insanla yakın ve yoğun ilişki içinde olan kedi, köpek, evcil kuş ve bazı bölgelerde hâlâ yoğun bir şekilde kullanılan at, katır ve eşek gibi gücünden yararlanılan hayvanlar olduğu anlaşılacaktır. Ancak burada da problemler var. Meselâ kedi ve köpek eti yemeyi normal karşılayan bir kültürde bu tür bir kanun saçma görülecektir. Hindistan gibi ineklere bir tür kutsallık atfedilen bir kültürde ise inekleri koruyacak çok özel düzenlemelere ihtiyaç hissedilmeyecektir.
Diğer taraftan tüm hayatın mevzuatla ve kamu zoruyla tanzim edilmesi gerektiği ve bunun mümkün olduğu inancına dayanan bu tür uygulamalar niyetlenmemiş sonuçlardan etkilenecektir. Hayvan edinmenin idarî işlemlerle, kayıt mecburiyetleriyle, sağlık gerekleriyle ve ağır cezalarla zorlaştırılması toplumdaki hayvan sahiplenme arzusunu azaltacak ve olağan şartlarda sahiplenilebilecek hayvanların sahipsiz kalmasına, başka bir deyişle sokak hayvanı olmasına yol açacaktır. Bu durumda iş belediyelere havale edilecektir. Ancak, hayvanlara bir kamu kurumu tarafından bakılması o kadar da kolay bir iş değildir. Toplumun bu işe ciddî kaynak ayırması ve insan ve malzeme tahsis emesi gerekecektir. Gerekli kaynaklar ise ancak ve ancak vatandaşlardan ve zorla çekilebilecektir.
Bu yasayı savunanların bazılarının bir diğer hatası hayvanları adeta kusursuz varlıklar gibi görmeye meyilli olmaları ve böylece hayvanlardan insanlara gelen zararları görmezden gelmeleridir. Sokak köpeklerinin saldırısı yüzünden hem de kalıcı şekilde zarar görmüş olan çok sayıda insan var. Ayrıca virüs üretmeleri durumunda da hayvanların insanlara ağır zararlar vermesi söz konusu olabilmektedir. Bu yüzden meselâ kuş gribi yüzünden kanatlı hayvanlar, virüs yüzünden samurlar kitleler hâlinde imha edilebilmektedir. Bu gibi durumlarda ne olacaktır? Bir başka problem hayvanların adeta insanların kölesi olarak tutulması, böylece doğal hayatlarından kopartılması ve dört duvar arasına mahkûm edilmesi. Tam bir hayvan hakları savunucusunun kedi köpek gibi hayvanların insanların aracı hâline getirilerek doğal hayat tarzlarından kopartılmasına da karşı çıkması gerekmez mi?
Elbette hayvanlara eziyet edilmemeli. Hayvanlara dayak atmak, onları aç ve susuz burkmak, güçlerini aşan işlerde çalıştırmak yanlış, ayıplanması ve kınanması gereken davranışlar. Ancak, hayatı sadece kanunlar ve daha alt dereceli bir mevzuatlar silsilesi meselesi olarak gören ve ahlâkı, töreyi, gelenekleri, maşeri vicdanı, hayırseverliği, iyilikseverliği, bireysel vicdanı yok sayan düzenlemelerle bu meselede ciddî bir mesafe alınamaz. Koruma kanunun adını Hayvan Hakları Kanunu olarak değiştirmek ise kaçınılmaz olarak insana ait bir değer olan hak kavramının altını oymaya katkıda bulunur.