10 Nisan 1998 tarihinde İrlanda Cumhuriyeti ve Birleşik Krallık arasında imzalanan “Hayırlı Cuma” anlaşması İngiltere ve IRA arasındaki barış sürecinin temellerini atmıştı. Bu süreçten sonra her iki tarafın da söylemlerinde sertliğin olduğu, çatışmaların tekrar canlandığı süreç olsa da İngilizler için 10 Nisan 1998 gerçekten de hayırlı bir cumaydı.
Kuşkusuz bu süreçte silah hemen bırakılmadı. Masadan kalkanlar oldu, masayı yıkanlar oldu. İki tarafın sert açıklamalarına bağlı olarak hatta bazı zamanlarda ortada masa bile yoktu. 1998’de imzalanan bu anlaşmanın üstünden tam 9 yıl geçtikten sonra IRA silahlarını gömdü. 9 yıl bu yazıyı okuyanlara oldukça uzun bir süreç gibi görünebilir ancak çatışmada zamana bağlı kaybedilen insan sayısı düşünülecek olursa “ateşkes”in kıymeti bilinecektir. Demokratik Gelişim Enstitüsü’nün 2013 yılında yayınladığı rapora göre, Britanya ve İrlanda arasında toplamda 6 anlaşma ve belge hazırlanmış olsa da ve gruplar arasındaki düşmanlık bir anda ortadan kalkmamış olsa da Hayırlı Cuma Anlaşması’nın hem diğer çatışma çözümü bekleyen ülkeler için hem de Britanya ve İrlanda’daki bireyler için psikolojik anlamı oldukça önemliydi.
Peki çoğunluğun Müslüman olduğu Türkiye gibi bir ülkede Cuma günü apriori bir hayra sahip iken böyle bir anlaşma bugüne kadar neden imzalanamadı? Çözüm süreci için çabalayan tarafların olduğu biliniyor iken, kendi mahallelerinde “hain” damgası yemeyi göze almış sivil toplum kuruluşları sürece destek verir iken bizde eksik olan ne idi? Bu soruya herkesin kendi bohçasından çıkarıp ortaya saçabileceği pek çok cevap olduğu apaçık ortada. Ancak bu cevapların o kişilerin örtük önyargılarının da haritası olabileceği için süreci psikoloji temelli ele almakta fayda var.
Psikoloji tarihinin, Pavlov’un köpekleri kadar olmasa da, en ünlü canlıları Skinner’in güvercinleridir. Ortaya koydukları katkıdan bihaber olan bu canlılar bize kendi doğamız ile ilgili çok önemli bir gerçeği bellettiler. Ortaya koyduğumuz bir davranışın frekansı o davranışın sonucu ile doğrudan ilişkilidir. Eğer sonuç bizim için olumlu ise o davranışı ileride ortaya koyma ihtimalimiz artarken, sonucun olumsuz olması o davranışın gelecekte görülme ihtimalini azaltmaktadır. 3 yaşındaki yeğeniniz eğer kitabınızı boyama defteri olarak kullandığında ona kızarsanız bu davranışı gerçekleştirme ihtimali azalacaktır. Ancak yeğeniniz inatla kitabınızın her sayfasına yeni çiçekler konduruyor ise burada bizim için önemli bir başka kavramın devreye girdiği görülür: Davranışın sonucunda bağlamda ve zamanda tutarlılık.
Türkiye’de yaklaşık 30 senedir devam etmekte olan, özellikle 7 Haziran seçimlerinden sonra gitgide Batı’ya taşınmakta olan, eskisine nazaran bakıldığında kendi ile duygusal bağı olan bireyleri yaşadıkları şehirlerde yaşam hakkı tanımayan bir terör var. Türkiye kendine uluslararası platformda başarılı olmuş çatışma çözümlerini model almayı denese de, yine de eksik olan şey yeğeninizin sizin kitabını boyamasındaki eksik ile aynı. Siz yeğeninize kızsanız da evde onu “hoş gören” ya da o eylemi gerçekleştirirken sizin verdiğiniz dehşet tepkisine benzemeyen tepkiler verenler var. Yeğeninizin bu pozisyonda davranış ile bağ kuracağı sonucun hangisi olduğunu seçmek zor olmasa gerek. Lakin bu sonuç karşısında sizin duyduğunuz öfkeyi bu bağ azaltmıyor. Şimdi bu örneği aklınızda tutarak gerçekleşen her terör eyleminden sonra duyduğunuz cümleleri hatırlayın: “Eylem zaten polislere yönelikti.”, “Polisleri kocaman üstünde polis yazan araba ile neden gezdiriyorlar hem?”, “Başkanlığınız batsın.” “İnsan ayırmıyoruz PKK’ları da DHKP-C’leri de hastanelerde ziyarete gittik”. Zor biliyorum ama şimdi bir de kendinizi o eylemleri gerçekleştiren örgüt mensubu yerine koyun. Siz olsanız gerçekleştirdiğiniz her eylemden sonra cezalandıracak bir başka grubu bulan insanlar karşısında eylemlerinizden vazgeçer misiniz? Sizi kınama işlemini sizin yerinize mazeretlerinizi hazırlayıp gerçekleştiren bir muhalefet size kullanışlı gelmez mi?
Müslümanların çoğunlukta olduğu bu ülkede Cuma günleri ezelden beri zaten hayırlı. Hayırlı Cuma Anlaşması’nı hak edip etmediğimizi anlayabilmek için önceliğimizin nelere “hayır” demek olduğunu anlamalı.