Anadolu’da birilerine meramını anlatmakta veya fikirlerinin anlaşılmasını sağlamakta karşılaşılan zorlukları anlatan bazı sözler var. “Sakalım yok ki sözüm dinlensin, “(birine) laf anlatmak deveye hendek atlatmaktan zor” gibi. Bunu en fazla ve en yakından tecrübe edenlerden ve hâlâ zaman zaman etmekte olanlardan biri olduğuma eminim. İzninizle iki örneği size anlatayım.
Yılar önceydi. AK Parti iktidar gelmiş olmasına rağmen 28 Şubat darbesinin başı örtülü mütedeyyin kadınlara ve kamu çalışanlarına yönelik zulmü sürmekteydi. O günlerde Habertürk tv’de her yönüyle ilginç bir hikâyesi olan bir tartışma programına katıldım. Farklı fikirdeki diğer dört profesöre başörtüsü yasağının niçin yanlış ve haksız olduğunu boşuna anlatmaya çalıştım. Bir ara, içlerinden birine, mealen, şöyle dedim: “Siz kamu otoritesinin hep sizin veya sizin gibi düşünenlerin elinde olacağını düşünüyor ve kamu gücüne dayanarak insanlara kıyafet ve hayat tarzı dayatılmasını meşru görüyorsunuz. Kamu otoritesinin hep sizin elinizde olacağını mı sanıyorsunuz? Ya başkalarının eline geçerse ve o da sizin yaptıklarınızı tersinden yapmaya kalkışırsa ne yapacaksınız?” Muarızım kafasındaki fikirler ve düşünme kategorileri benimkilerden farklı olduğu için ilk anda ne dediğimi dahi anlayamadı. Epeyce bir süre boş ifadelerle yüzüme baktı ve kendisini biraz toparladığında “direniriz” filan diyerek cevap vermeye çalıştı. Aradan yıllar geçti. Tam da dediğim oldu, kamu otoritesi el değişirdi. Şimdi kamu otoritesinin bazı bakımlardan kendilerine baskı yaptığını iddia ediyorlar ve böyle yapmamasını istiyorlar. Bunda tutarlı olabilmeleri için o tartışma zamanındaki fikirlerini reddetmeleri gerekiyor. Ama sanırım meseleyi aradan geçen bunca zamana rağmen anlayabilmiş değiller.
Benzer zorlukları hâlâ Gezi isyanları hakkındaki tartışmalarda yaşamaktayım. Bu konuda çok yazdım, konuştum. Muarızlarımın tüm argümanlarını çürüttüğüme ve kendi tezlerimin çürütülemediğine kaniyim. Bazılarınca arada sırada şahsıma yöneltilen liberallikle, demokratlıkla, otoriterlikle ilgili suçlama ve ithamları ise sadece karşımdakilerin çaresizliğinin yansıması saçmalıklar olarak görüyorum. Bunlar hiç bir şekilde benim eleştirilerime ve tezlerime cevap değil.
Meramımı şöyle anlatayım. Biri çıksa ve şunu söylese: Gezi isyanlarında iktidardan kaynaklanan hiç bir sorun ve hükümetin yaptığı hiç bir yanlışlık yoktu. Polisin şiddet kullanma derecesi gayet maküldü. Bu tür olaylarda ölümler olması da normaldir. Hükümet gerekeni yaptı ve hiç hataya düşmedi. Gezi olaylarındaki tek sorun hükümetin kararlarına boyun eğilmemesiydi. Böyle bir tutum ve yorum ne kadar inandırıcı olabilir. Bence pek değil. Çünkü Gezi’de polis yer yer aşırı, orantısız şiddet kullandı. İfade özgürlüğü ve bu çerçevede protesto hakkı ihlâlleri de vardı. Kasıtlı veya kasıtsız, ama mutlaka üzerine gidilmesi ve aydınlatılması gereken ölümler de vuku buldu. Ne yazık ki bu hususlara gerektiği kadar hassas olunmadı.
Peki, başka biri şunları söylese ne kadar inandırıcı olur? Gezi’de halk parkın yerinde kalmasını tercih etti. İktidarın halkın bu talebine kayıtsız şartsız uyması gerekirdi. Hükümet bunu yapmayarak halkın tercih ve talebine karşı çıktı. Halk iktidarın bu tavrına cevap olarak Parkı işgal etti. Gezi’de hiç kimse şiddet kullanmadı, şiddet sadece polis şiddetine cevaben ortaya çıktı.
Gezi’yi hayatının en önemli olayı olarak yaşayan, isyanların bir parçası olan bazı kimseler bunları söylüyorlar. Mesela, Gezi’de ne yapılacağına nihaî karar verme hakkı seçilmiş otoriteye aittir deyince hayır diyor. Bir kamusal alana ne yapılacağına ilişkin kamu otoritesi karanı protesto etmek bir haktır ama kararın uygulanmaması için işgal ve şiddet yanlıştır denince Gezi işgal ve şiddet değildir diyorlar. Polis araçlarının ve sivil araçların yakıldığını, parkın ve sonra Taksim meydanını yaklaşık iki hafta işgal edildiğini söyleyince bu meşrudur, protesto hakkı kapsamında görülmelidir diyorlar. Şiddet Gezi ile alâkalı değildi cevabını veriyorlar. Yani hiçbir menfî olayı ve durumu Gezi ile ilişkilendirmiyor, onda kusur bulmuyor ve ona bir tür kutsallık atfediyorlar.
Yıllar önce de öyledim ve yazdım. Dedim ki, Gezi’de Topçu Kışlası yapılması istenmeyebilir, protesto edilebilir, ama her ne gerekçeyle olursa olsun işgallerle ve sokak şiddetiyle engellenemez. Bunu yapmak demokrasinin temeli olan usul kurallarının reddi anlamına gelir. Usul kurallarının reddi ise Gezi’nin park olarak kalmasını isteyenler dâhil herkese felaket getirir. Yapılması gereken şey muhalefetin -CHP’nin- iktidara geldiği ve/veya İstanbul Belediye Başkanlığı’nı kazandığı takdirde Topçu Kışlasını yıkarak alanı parka çevireceğini ilan ve taahhüt etmesidir.
Nitekim dediğim çıktı. Şimdi İBB başkanlığı koltuğunda bir CHP’li oturuyor. İmamoğlu demokratik usullerle seçilmiş meşru bir otorite. Parkın yerine 2013’te Topçu Kışlası yapılmış olsaydı şimdi kışlayı yıkarak parka çevirme doğrultusunda hareket edebilirdi ve bu adım ondan rahatsız olanlar çıksa da meşru ve demokrasiye uygun olurdu. Birilerini kendini kışlaya kilitleyerek binayı işgal etmesi veya sokakların şiddet ile doldurulması suretiyle engellenmek istenmesi ise meşru ve demokratik değildi
Laf anlamak istemeyene laf anlatmak hakikaten çok zor.