Her zamanki gibi, “olağanüstü günlerden geçtiğimiz şu dönemde” fikirler piyasamızın bütünündeki her yorumu yakalamak gittikçe zorlaşıyor. Bunun, belki de, entelektüel derinlik kazanan bir düşünce iklimine işaret ettiği öne sürülebilir. Eğer öyle ise, buna sevinmemek mümkün değil.
Gezi ve sonrasının ateşli gündeminde Mustafa Erdoğan hocamızdan hemen hiç ses çıkmamıştı. Bunun kendisinin olağanüstü yoğunluğundan kaynaklandığını biliyordum ve kendisinin Gezi hakkındaki değerlendirmelerini de bir hayli merak etmekteydim. Gayet güzel, okuması keyifli bir mülakatla bu merakımı gidermiş oldum. Hocamın bu mülakattaki fikirlerinden katılmadığım tek husus var, Gezi olaylarına dair yorumu.
Mustafa Hocamın iddiasının aksine, Gezi olaylarını yaşama nedenimizin bir muhalif grubun veya kümenin siyaseti etkilemek amacıyla normal ve meşru yollardan kamuoyu oluşturma gayreti olmadığını düşünüyorum. Hatta Gezi’de olmayan şey bu tür bir gayretti, benim kanaatimce. Gezi olaylarını yaşadık çünkü bu muhalif grup, öncelikle, normal ve meşru yollarla bir kamuoyu oluşturup politik bir alternatif vücuda getirerek Başbakanı/AKP’yi demokratik süreçlerle denetleme, eleştirme, görevden alma çapında ve yeteneğinde değildi. İkincisi, bunu yapacak durumda olmadıklarının farkındalardı. Ve son olarak, bunu yapmak niyetinde de değildi. Zaten, eğer bunu yapmak isteseydi, bu demokrasimize bir katkı olurdu.
Aslında bu tür demokratik bir kampanyayı denediler daha önce ve boylarının ölçüsünü aldılar ve anladılar. Demokratik yöntemlerin bir Makyavelist için sahip olabileceği soğuk araçsallığı hatırlatırcasına, Cumhuriyet mitinglerinde bunu yapmaya çalışıp, AKP’yi yerinden etmeye çalıştılar. Amaç seçmenleri dolduruşa getirerek, politik bir mühendisliği gerçekleştirmekti. Ama sonuç büyük bir hüsrandı. Cumhuriyet mitinglerinde derin devletin sahte “güler” yüzünü gördük. Konuşmacılarından bazıları, “ne darbe ne şeriat istiyoruz” diyerek gülümsediler ve “bakın ne kadar da şiriniz” demeye getirdiler. Yüzbinlerce insanın katıldığı bu toplantılarda en ufak bir şiddet bile yaşanmadı. Ne de AKP hükümeti bu gösterileri bastırmaya yönelik bir tutuma sahip oldu. Bugün artık, kanaatimce, yeterince açık ki Cumhuriyet mitingleri bir Ergenekon/derin devlet projesiydi. Gezi’de ise biz derin devletin gerçek ve çirkin yüzünü gördük. Tıpkı daha önce, örneğin 80’den önce yaptığı gibi, kendi siperini tahkim etmek için kendi vatandaşını birbirine vurduran, kırdıran ve provokasyonun dik alasını yapan o oluşum. Cumhuriyet mitingleri başarılı olsaydı Gezi sürecine gerek kalmayacaktı.
Hocanın yorumuyla ilgili diğer bir eleştirim, seçim süreci ile meşru kamuoyu oluşturma sürecini tamamen birbirinden kopuk olarak ele alması. Bunu nasıl yapabiliriz ki? Seçim süreci esasen hiç bitmeyen bir süreç. Seçimler bittikten sonra yönetime gelenlerin yaptıkları ve yapamadıklarının seçmenlerce sürekli bir değerlendirilişi aynı zamanda kamuoyu dediğimiz şeyin önemli bir parçası. Madem ki, ülkemizde bir muhalefet boşluğu var ve bu boşluk kendisini “orantısız üstün zeka” ile donanmış gören bir küme tarafından doldurulmak isteniyor, o halde demokratik, meşru yolları kullanmalarının önünde durulması savunulamaz. Fakat gerçek durum şu; AKP/Başbakan muhaliflerinin kahir ekseriyeti ne bir seçim zaferinin, ne de meşru yollardan yapılacak bir kampanyanın AKP’den/Başbakan’dan kurtulmaya yetmeyeceğinin gayet farkında. Daha doğru bir ifadeyle, AKP/Başbakan onların bu hamlesini aynı meşruluğa sahip daha güçlü bir karşılık vererek tesirsiz kılma politik gücüne sahip. Dolayısıyla, Erdoğan Karşıtları Partisi’nin geriye kalan tek silahı eski yöntemler; Kışkırtma, politik ajitasyon, şiddet ve şiddete övgü.
Buna bağlı olarak, Gezi’ye dair yorumların terminoloji sorununa da değinerek bitirmek istiyorum. Gezi bir darbe girişimi değildi, kuşkusuz. Daha doğru ifade bence “siyaset mühendisliği”dir. 2003’ten bu yana siper kaybeden derin devletin toplum mühendisliği, stratejik bir mecburiyet olarak mevcut gücüyle daha etkin bir sonuç alma amacıyla, siyaset mühendisliğine, yani daha dar bir sahaya odaklanmak yolunu tuttu. Söz konusu olan şey, 2013 model bir siyaset dizaynıdır. Ve bu yöntem, ne mutlu ki, başarısızlığa uğramıştır. Tam da, planlanmamış bir fırsat olarak Gezi’nin üstüne çöken ve böylece Gezi’den çıkacak meşru, demokratik bir denetimi ve tepkiyi öldüren “şiddeti” gören insanların, bu “görüş”ten sonra sahneden çekilmesi ve Gezi’ye desteğini kesmesi nedeniyle. Gezi’den çıkması muhtemel bir hayırlı sonuç var idiyse, aslında onu da bitiren, bu siyaset mühendisliğinin istismarı oldu. Gezi’nin başlangıçtaki meşru tepkisine emek verenler için ne kadar da talihsiz bir kader!
Bununla birlikte, bazı liberallerin yeterince önemsemediği bir uyarısı var Mustafa Erdoğan hocamızın. Muhafazakârlarımızın, son “Dershane” meselesinde hayli net şekilde ortaya çıktığı gibi, devletçiliği, devleti çok sevmeleri gerçeği dikkatlerden kaçmamalı. Başbakan’ın otoriteryen eğilimleri, politik gücün AKP’de/Başbakan’da temerküzü ve bunun ülkede devleti büyüten, onu daha müdahaleci yapan/yapabilecek sonuçları ne yazık ki yeterince eleştiri almıyor liberallerce. Belki de bunun nedeni, liberallerin kendi bakış açılarından oluşturdukları önem sırasına göre dile getirmeye gayret ettikleri konulara nefeslerinin yetmemesi, sayılarının azlığından ve zamanlarının kıtlığından. Ama artık bu konuda daha çok konuşmalarının zamanı geldi ve Mustafa Erdoğan bu önemli boşluğu bu mülakatta gidermeye önemli bir katkı sağlıyor.
————-
“Mustafa Erdoğan ile mülakat; devletle bütünleşme sivilliği bitiriyor”, Aksiyon, 9 Aralık 2013, Muhsin Öztürk.
http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber-37268-devletle-butunlesme-sivilligi-bitiriyor.html
unsalcetin@liberal.org.tr