Mesele ne cemaat ne de yolsuzluklar veya hükümet; mesele bu gerginliğin sonunda iyi kötü yıllardır inşa ettiğimiz kadarıyla bile demokrasi ve hukuk devleti rejiminin elimizden kayıp gitmesi ihtimali…
Hukuku ihlal ederek düzen kurulamaz. Kimileri çok rahatlıkla olağanüstü tedbirlerden, bir defalık hukuk dışı düzenlemelerden söz ediyor. Bunun yıllardır itiraz ettiğimiz devrim yasalarından, ihtilal hukukundan farkı yok. Bir defa bu yola girildiğinde hukuksuzluk kurumsallaşır, yerleşir. Olmadı mı geçmişte?
Bir defa bu yola girildi mi çıkılmaz o yoldan. Çünkü her kim olursa olsun iktidar olanlar, hukuksuz ve sınırsız yönetme imkânı veren o ‘olağanüstü halden’ asla çıkarmazlar memleketi. Hatırlayın; Şeyh Said isyanından sonra getirilen Takrir-i Sükun rejimi ne kadar sürdü? O rejimin mantığı askerî vesayet rejimiyle süreklileşmedi mi? 12 Eylül darbesiyle gelen olağanüstü hal Güneydoğu’da kaç yıl sürdü?
‘Milli birlik ve beraberliğe en çok muhtaç olduğumuz günler’ hamaseti geri gelir, özgürlüklerimizi, hukuku, demokrasiyi esir alır. ‘Şimdi tehlike var, hukuku, evrensel değerleri, özgürlüğü askıya alalım. Sonra normale döneriz’ diyemezsiniz. İnşasına cevaz vereceğiniz böyle bir düzen haksızlığı, hukuksuzluğu, şiddeti kurumsallaştırır. Demokrasi, hukuk devleti ve bireysel özgürlükler teferruat değil, asıl olandır. Hiçbir durum, hayalî ve hatta gerçek tehlike bunlardan vazgeçmeyi meşrulaştıramaz. Şu veya bu nedenle demokrasiden, özgürlüklerden, hukuk devletinden fedakârlık yapılabileceği fetvası vermek doğru olamaz.
28 Şubat’ın ‘militan demokrasi’ yaklaşımına savrulmak vahim bir hata olur. 28 Şubatçılar önce birilerini gayrimeşru ilan ettiler, sonra da onların meşru haklarını gayrimeşru yollarla ellerinden aldılar. Erbakan başbakanlıktan atıldı, partisi kapatıldı. Erdoğan belediye başkanlığından alındı, hapse tıkıldı. Erbakan ve Erdoğan, 28 Şubat günlerinde gayrimeşru muydu? Değildi elbette. Sadece güç merkezi onları gayrimeşru ilan etti ve hukuklarını ellerinden aldı. Yapılan onca reformdan, söylenen demokrasi ve özgürlük şarkılarından sonra 28 Şubat’ın ‘yöntem’ ve ‘zihniyet’ine dönmek anlaşılır gibi değil.
28 Şubat’ta kimin ‘mürteci’, ‘cumhuriyet düşmanı’ vs. olduğuna güç odakları karar verdi, sonra devleti harekete geçirip ‘tehdit’, ‘düşman’, ‘hain’ ilan ettikleri partiyi, liderleri, toplumsal kesimleri ‘gayri meşru’ yollarla çökertmeye çalıştılar. Refah’ı kapattılar, bürokrasiyi fişleyip dindarlara karşı cadı avı yaptılar. Kendi tanımladıkları ‘tehlikeli’ odakları hukuk ve demokrasi dışına çıkarak bertaraf etmeye kalkıştılar.
Peki bu ‘yöntem’ demokrasiyi ve hukuku güçlendirdi mi? Hayır. Bir numaralı düşman olarak nitelenenleri ortadan kaldırdı mı? Hayır. Bugün ‘ihtilal hukuku’na cevaz verenler ve benzer ‘yöntemler’ önerenler 28 Şubatçılara ‘fetva’ verenlerin konumuna düşerler. Dahası, her kim olursa olsun Türkiye’de demokrasiyi imha edenler Türkiye’nin varlığını da bütünlüğünü de riske atarlar. Demokrasinin olmadığı bir Türkiye param parça olur. Farklı etnik ve sosyal grupları otoriter bir ülkede tutamazsınız. Gidenlere de bütün dünya haklı der. Bugün gülümseyerek poz verenler böylesi bir krizi ‘fırsat’a çevirmekten de geri durmazlar. Sağduyulu, demokrat ve vicdanlı bir yeniden düşünmeye herkesin ihtiyacı var, cemaatin de hükümetin de. Demokrasisi çökmüş, hukuk devleti yıkılmış bir Türkiye korkarım ki kısa sürede Irak, Suriye, Mısır, Lübnan gibi bir Ortadoğu ülkesi haline gelir.
Takrir-i Sükun türü bir ihtilal hukuku bu ülkeyi böler. Sağduyulu, demokrat ve vicdanlı bir yeniden düşünmeye herkesin ihtiyacı var.
Bu yazı Zaman Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.