Başlıktaki fikir Ümit Boyner’e ait özgün bir fikir değil.
O sadece, çok ama çok yaygın bir klişeyi tekrarladı. O yüzden, bu fikirle yapılacak polemiğin sadece tek kişiyle değil, dünya nüfusunun büyük çoğunluğu ile ters düşmek demek olduğunun farkında olmalıyız.
Bu da bu polemiği çok daha önemli hale getiriyor.
Ben kendi payıma, öteden beri, gençlik diye bir şeyin varlığından kuşku duyarım.
Tabii, bazı insanların bu dünyaya daha erken gelip daha çok kaldığı, bazılarının ise daha geç geldiği ve daha geç gideceği bir gerçek. Ama “gençlik”ten kastedilen bu olmasa gerek. Bir sosyal kategoriden, hayata bir başka bakıştan, bir farklı algılayış normundan ve bütün bunların ortak paydasında filizlenmiş bir yaşam tarzından söz ediliyor.
Gençliğe atfedilen, hemen hiçbir kanıtı olmasa da kuşkusuzca kabullenilen bir tanım kümesi var: O atılımcıdır, cevvaldir, radikaldir, muhaliftir… Siyasetin kurtarıcısı, toplumsal değişimin dinamosudur.
Ne var ki, gençliğe atfedilen bu özellikler şimdiye kadar herhangi bir araştırma tarafından doğrulanmış değil. Tam tersine, şimdiye kadar gençliğin değer yargılarının, politik eğilimlerinin, ideolojik duruşunun, aileye, cinselliğe ve kadın erkek ilişkilerine bakışının sorgulandığı bütün araştırmalar (ki ben bunların önemli bölümünü okuyup yazı konusu yaptım) bu kesimin Türkiye’nin temel sorunlarını ele alışta; devlet kurumlarının niteliğine, darbeciliğe ve otoriteye bakışında; şiddete karşı tutumunda, hoşgörüsünde biz büyüklerden hiç de farkı olmadığını ortaya koyuyor. Mesela, toplumun geneli üzerinde yapılan araştırmalarda hayat pahalılığı ve enflasyon en önemli sorun sıralamasında birinci sırada çıkıyorsa, gençler arasında da öyle çıkıyor. “Kaderci”, “reformist” ve “radikal” tutum alışlar yüzdeye vurulduğunda, gençler arasında reformculuk oranı Türkiye genelinde neyse aşağı yukarı aynı. Gençlerin en fazla güvendikleri kurumlar sorulduğunda bir kez daha “hık demiş burnumuzdan düşmüş” olduklarını görüyoruz. Darbelerin değerlendirilmesi, siyasi partilere güvensizlik gibi konularda çok benzer değerlendirmeler… Farklılıklara bakış, ötekileştirme eğilimleri, yabancı düşmanlığı deseniz, her yaş grubu aynı oranda zehirlenmiş. Aile kurumuna bakış, bekaret ve evlilik öncesi cinsellik konusundaki ahlaki değerlere baktığımızda yaşa bağlı bir farklılaşma çıkmıyor ortaya. Şiddet eğilimi de aynı ölçüde yaygın. Gençler de tıpkı genç olmayanlar gibi “belli durumlarda” şiddeti meşru görüyor. Ve belli durumlar birbirine çok benziyor!
Yani, yaratılan o “radikal, değişimci, muhalif gençlik” efsanesi herhangi bir somut veriye dayanmıyor.
Peki gençliğe yönelik bu yakıştırmaların, bu yüceltmelerin onlara bir faydası var mı?
Tam tersine… Gençlik dalkavukları, bir grup insanı, az yaşamış olmak gibi hiçbir bireysel çaba ya da yetenek gerektirmeyen bir özelliklerinden ötürü göklere çıkarırken, aslında en büyük kötülüğü de onlara yapıyorlar. Gençlik önce toplumun bütününden koparılıp ayrı bir tür haline dönüştürülüyor, ardından da taşıyamayacağı kadar büyük misyonlar yükleniyor omuzlarına: Temiz toplumu siz yaratacaksınız! Değişimin motoru siz olacaksınız. Politikadaki pislikleri temizleyeceksiniz, oraya yepyeni bir soluk getireceksiniz! Çevreye sahip çıkacak, dünyayı kurtaracak, savaşları durduracak, barışı kuracaksınız!
Kuşku duymadan söyleyebiliriz ki, bugünkü gençler üzerindeki en ağır hegemonik baskı, onları radikal ve özgürlükçü olmaya çağıran ideolojidir.
Kendilerine 68’li denmesinden çok hoşlanan (daha doğrusu kendilerine bu ismi takan) bir kesim, “Delidir, ne yapsa yeridir” tekerlemesini andıran bir tekerlemeyi tekrarlayıp duruyor: “Gençtir, öyleyse radikal olmalı, isyan etmelidir.”
Aslında, devletten yükselen “Siz Türk gencisiniz, kendinizi bu vatana feda etmelisiniz” talebiyle, geleneksel kesimden yükselen “gençsiniz, öyleyse itaat etmelisiniz” emri ya da solcu büyüklerden yükselen “Gençsiniz, öyleyse özgür ve asi olmalısınız” emri arasında özde bir fark yok. Çünkü her üçü de gençlere nasıl olmaları gerektiğini dikte ediyor, her üçü de bu beklentiyle gençler üzerinde bir baskı oluşturuyor.
“Böylesiniz, öyleyse…” diye başlayan her yargı ne şekilde devam ederse etsin; ister zehir zemberek bir emir kipiyle bitsin, ister cana yakın ve yumuşacık bir önermeyle, sonuçta muhatabını kişisel varoluşu ile içine tıkıldığı kategorinin tanımı arasında bir ikileme sokuyor. Ve bu iki varoluşun arasında şaşırıp kalmasına yol açıyor. “Genç” kategorisi içine alıp aynileştirdiği gençlerin her birinin özgün birer birey olduğunu inkar etmiş oluyor.
Bu bakımdan, bizim devlet de hâlâ geçmişte yaşayan 68’liler de, gençleri geleneklerin basit birer taşıyıcısı olarak gören tutucular da insanın kendisi gibi olmasının düşmanlarıdır. Çünkü insan hem kendisi gibi hem de ait olduğu iddia edilen grubun gerektirdiği gibi olamaz.
Çağrı istediği kadar özgürlük yüklü olsun bu sonuç değişmez.
Bugün, 15.12.2010