‘Gel şu kuşa bir daha bakalım’

“Her meseleye farklı bir gözle bakabilmek” ve “iki çocuğu eğitmenin bir tek yolu olmadığını anlamak”, Nobel Ödüllerine giden yolu açacak.

Ama bunun için öğretmenlerin ve tabii ki öğretmenlerin de içinde yer aldığı millî eğitim camiasının tümden gözden geçirilmesi gerekecek.

***

Bu yılın Nobel Ödülleri açıklandı. İçlerinde Türkiyeli bir bilim adamı filan aramadık. Arayamazdık, zira böyle bir kaygı taşımıyorduk. Etrafımızda olup biten meselelere farklı bir gözle bakan bir nesil değil de “varlığını Türk varlığına armağan edecek” nesiller yetiştirmeyi hedefledik yıllarca.

Şekil, özün önüne geçti. Çok iyi sıra oluyorduk sabahları, meselâ. Arkadan baktığımızda, öndeki öğrencinin ensesinden başkasını göremiyorduk. Bu, çok gurur veriyordu bize. Asker gibiydik. Zaten ötede beride hep “eğitim ordusu”ndan filan söz ediliyordu.

Bir arkadaşın eşliğinde andımızı okuyorduk. “Çalışkanım” diyorduk, ama hepimiz bir şekilde kopya çekmenin yollarını arıyorduk. Bu işin içinde bir bit yeniği olduğunu hiç düşünmedik.

“Mutlu mesut günlerdi”, o günler, anlayacağınız. Bir ve beraber olduğumuz duygusuyla kendimizi avuttuk durduk.

***

Gazeteci İsmet Berkan (“Bir Baba Anlatıyor”, Radikal, 9 Ocak 2005, s. 3)’ın yıllar önce dikkatimizi çektiği bir bilim adamından bahsedeceğiz:

…1965 Nobel Ödülü’nün sahiplerinden ünlü fizikçi Richard Feynman, sadece bilim insanı olarak değil başka pek çok yönüyle de sevilen ve bu yönleriyle de insanların kalbinde yer etmeyi bilmiş biri.

1981’de Feynman, İngiliz BBC televizyonunun “Horizon” isimli programı için yayıncı kuruluşa hayli uzun sayılabilecek bir mülakat vermiş.

[…]

Söyleşinin bir yerinde Feynman babasını ve kendi çocukluğunu anlatmaya başlıyor.

[…]

“Ben çocukken yazları Catskill Dağlarına giderdik. New York’ta yaşadığımız için oraya gitmek kolaydı ve etraftaki herkes de oraya giderdi. Babamla ben, akşamları ya da hafta sonları ormanda yürüyüşe çıkardık.

 Diğer çocukların anneleri de babamı gösterip kendi kocalarına ‘Sen de çocukları alıp böyle yürüsene’ derdi. Ama onlar çocuklarını çıkartmak istemezlerdi, belki de yorgun oldukları için…

Sonra babamdan herkesi yürüyüşe götürmesini istediler ama o kabul etmedi; çünkü babamla benim özel bir ilişkimiz vardı, o yürüyüşler bu ilişkinin önemli bir parçasıydı.

Bir gün öteki çocuklarla ormana gitmiştik, bir tanesi oradaki bir kuşu gösterip bana ‘Bu ne kuşu biliyor musun?’ diye sordu. ‘Bilmiyorum’ dedim, o da bana bilgiççe kuşun adını söyledi, babası ona öğretmişti. Oysa benim babam şöyle yapardı: ‘Bak bu kuşun adı şu …

İtalyancada şu …, Portekizcede şu …, Fransızcada şu …. İstersen bunların hepsini ezberleyebilirsin ama bunu yaparak kuş hakkında değil insanların ona verdiği isimler hakkında bir şey öğrenmiş olursun… Onun için istersen gel şu kuşa bir daha bakalım…’ Bana bir şeyleri fark etmeyi öğretti babam. En önemli şey de bu.”

Bunlar Feynman’ın babasıyla ilgili anlattıkları. Bir de bir baba olarak Feynman’ın kendi çocuklarıyla ilgili bir hikâyesi var…

[…]

“Çocukken babam bana dünyayla, evrenle ilgili şeyler anlatırdı. Ben de kendi oğluma böyle şeyler anlatmaya çalıştım. O daha küçücükken onun beşiğini sallar ve onahikâyeler anlatırdım. Her zaman çok küçük insanlar hakkında hikâyeler uydururdum.

Bir seferinde mesela bu küçük insanlar bir ormana pikniğe gitmişler… Ama orman bir tuhafmış. Mavi kabuklu ve çok ama çok yüksek ağaçlar varmış. Ağaçların hiç dalı yokmuş, sadece gövdesi varmış gibi şeyler… Zamanla bu anlattığımın halı olduğunu anladı mesela ve onunla böyle bilmeceli hikâyeler uydurarak çok eğlendik.

Bu oyuna bayılıyordu. Derken kızım oldu ve kızımla da benzer bir oyunu oynamayı denedim ama o bundan nefret etti ve benden hep aynı masalı tekrar ve tekrar ona okumamı istedi. Öyle ki bazen masalı okurken tek bir kelimeyi atlasam hemen yataktan doğrulur, ‘Ama baba doğru okumuyorsun’ derdi… Yani tamamen farklı bir kişilik…

Dolayısıyla, çocuk yetiştirmenin, çocuk eğlendirmenin ve çocuk eğitmenin bir tane doğru yolu olduğunu bana kimse anlatamaz, bunun böyle olmadığını ben birinci elden biliyorum.”

***

Bundan dört yıl önce ikinci oğlum, okuldan kaçmış, eve gelmiş ama biz evde olmadığımız için komşuya gitmiş, oradan bize ulaşmıştı. Eve geldiğimizde uzun bir konuşmadan sonra şu soruyu sormuştu: “Baba. Ben okumanın gerekli olduğunu anladım. Ama bu işi okula gitmeden halletmenin bir yolu yok mu?” Bu soruya, “Hay ağzına sağlık” demenin ötesinde bir şey diyememiştim.

İki çocuğum eğitim sisteminin içinde. Biri de birkaç yıl içinde bu sisteme dâhil olacak. Bir baba olarak, çocuklarımın “biricik” yanlarının yok oluşunu sadece seyrediyor, kahroluyorum.

RoraHaber

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et