27 Mayıs darbesine karşı tutum, toplumun demokrasi bilincinin hangi noktada olduğunu anlamak için en iyi göstergelerden biri oldu hep…
Malum, 1963’ten 1982’ye kadar kanlı bir darbenin “bayram” olarak kutlandığı utanç verici bir dönem yaşadık. Ülkede kendisine aydın, ilerici, solcu, sosyalist, sosyal demokrat diyen herkesin darbeyi kayıtsız şartsız alkışladığı bir dönem… Hürriyet ve Anayasa Bayramı adı verilen bu “bayram” her yıl Anayasa Mahkemesi’nde yapılan törenlerle kutlanırdı. Yirmi yıl boyunca Anayasa Mahkemesi üyeliği yapan yüksek yargıçlarımızdan bir tanesi çıkıp da, ‘Anayasa’yı toptan ortadan kaldıran bir darbenin yıldönümünün Anayasa Mahkemesi’nde kutlanması hukukun katlidir ve benim midem bunu kaldırmaz’ diyemedi.
Seksenlerin başında demokrasimize yönelik bu korkunç suikastı bayram günü olmaktan çıkardık çıkarmasına ama 27 Mayıs 1960 “ilerici-demokrat” kamuoyunun gözünde daha yıllar yılı “iyi darbe” olmaya devam etti.
Seksenli ve hatta doksanlı yıllar darbelere karşı tutumun “ama”lı yıllarıydı:
Evet, darbeler kötüydü ama seçilmişler yoldan saptığında kaçınılmaz hale gelebilirdi.
Evet, 27 Mayıs olmasa iyi olurdu ama Bayar-Menderes faşist diktatörlüğünden çıkışın da başka yolu yoktu.
Evet, darbecilik savunulamazdı ama bütün darbeleri aynı kefeye koymak da olmazdı.
Evet, 27 Mayıs bir darbeydi ama ilerici bir Anayasa getirmişti…
İlerici denen o Anayasa’nın ne menem bir şey olduğunun anlaşılması için daha bir on yıl geçmesi gerekecekti.
Bugün artık gözüne ideolojik perde inmemiş herkes 27 Mayıs Anayasası’nın şu anda acısını çektiğimiz askeri vesayet rejiminin çatısını kuran metin olduğunu biliyor. Bu Anayasa’nın ana fikrinin seçilmişlere güvensizlik, onları kontrol ve kısıtlama çabası olduğu büyük ölçüde anlaşılmış durumda. Darbeyi yapanların, kendileri kışlalarına döndükten sonra da kurdukları yarı askeri rejimi güvence altına almak için bu Anayasa’ya yerleştirdikleri kurumlar ve mekanizmalar artık teşhir olmuş durumda.
Ama hâlâ teşhir olmayan bir şey var:
Darbeyi yapanların on yıllık DP iktidarı dönemi ile ilgili anlattıkları öcü masalları!
Artık kimse 27 Mayıs’ı kolay kolay savunamıyor; artık kimse kolay kolay 27 Mayıs Anayasası’na ilerici Anayasa diyemiyor ama darbecilerin yazdığı tarih hâlâ etkisini sürdürüyor. Bugün hâlâ toplumun büyük çoğunluğu Bayar-Menderes dönemini sadece kıyma makinesi masallarıyla, basına sansürle, vatan cephesi ya da Tahkikat Komisyonu hikâyeleriyle özdeşleştiriyor. Darbeyle yıkılmaları haksızlık olsa bile, Türkiye’yi çok kötü yönettiklerine, ülkeyi adım adım faşizme doğru götürdüklerine inanıyor. Bir başka deyişle bu konuda “galiplerin” yazdıkları tarihe itibar etmeye devam ediyor.
O yılların, tek parti faşizminden sonra halkın biraz olsun nefes aldığı ve özgürlük soluduğu yıllar olduğu; Cumhuriyet tarihinde ilk defa bürokratik elitin süngüsünün düştüğü ve halkın adam yerine konduğu bir dönem yaşandığı; sanayileşme ve kalkınma açısından mucizevi başarılar kazanıldığı; dış politikada çok parlak bir dönem yaşandığı; Menderes ve arkadaşlarının Türkiye’ye en fazla hizmeti geçen politikacılar olduğu hâlâ yeterince bilinmiyor.
Unutmayın ki, eğer 2000 yılından beri planlanıp duran o darbelerden, Sarıkızlardan, Ayışıklarından ya da Balyozlardan herhangi bir tanesi başarılı olsaydı, şu anda AK Parti dönemi hakkında da tıpkı DP için yazılana benzeyen bir resmi tarih yazılmış olacaktı. AK Parti iktidarı dönemi, genç kuşaklara “şeriata doğru adım adım gidilen, bütün hak ve özgürlüklerin rafa kaldırıldığı, muhaliflerin hapse tıkıldığı, basının tamamen susturulduğu, ekonomik olarak yıkım yılları” olarak anlatılacaktı.
Dolayısıyla darbecilikle mücadelenin önemli bir parçası da darbecilerin yazdıkları tarihin çürütülmesidir.
Ben, 27 Mayıs Darbesi’nin 50. yıldönümünde önümüzde duran görevlerden birinin de bu olduğunu düşünüyorum; Demokrat Parti döneminin tarihini yeniden yazmak… Ülkemizin yetiştirdiği bu fedakâr ve vatansever kadronun verdiği hizmetleri geniş kitlelere anlatmak…
Bu görev yerine getirilmeden Menderes ve arkadaşlarına olan borcumuzu tam olarak ödemiş olmayacağız.
Bugün, 28.05.2010