Kendi halkını sürekli fişleyen bir devlet nasıl bir aygıttır? Neye benzer? Neden yapar bunu? Hem de ‘devlet millete hizmet için vardır’ sözleri en zirvelerde edilirken.
Tepede ne söylenirse söylensin, Anayasa’da ne yazarsa yazsın, devlet bildiğini okuyor. Vatandaşı kimliğinden, düşüncesinden, inancından dolayı fişliyor. Anlaşılan bu, devletin genetiğinde var. Anayasa’yı değiştiriyorsunuz, bu genetik değişmiyor. Yönetenleri değiştiriyorsunuz, gelenek aynen devam ediyor. Yani hukuk da siyaset de durduramıyor fişleyen, özel hayata karışan, halkı komple şüpheli gibi gören devleti…
Tuncelililer fişleniyor, partililer ve Hizmet sempatizanları fişleniyor, şirketler, bürokratlar fişleniyor, üniversite öğrencileri fişleniyor… Yani devletten birileri işlerini güçlerini bırakmışlar maaşlarını ödeyen, velinimetleri olan vatandaşları fişliyorlar.
En son yeni bir fişleme vakası çıktı. Gaziantep Üniversitesi’nin İslahiye ilçesinde bulunan fakülte ve yüksekokulunda okuyan öğrenciler fişlenmiş. Birileri öğrencilerin siyasî görüşlerini, arkadaşlıklarını, ilişkileri fişlemiş. Kim kimle el ele, kim kimle kol kola, kim kimle dost devlet izlemiş. Yetmemiş, sonra da kendi aralarında paylaşmışlar bu bilgileri, dedikoduları. Fişleme notlarından çıkan; resmen dedikoducu bir devletimiz var. ‘Devlet aklı’ da ‘devlet ahlakı’ da yerlerde sürünüyor…
Kimse kusura bakmasın; ahlak notundan direkmen çakacak olanlar fişlenen öğrenciler değil, fişleyen devlet ve onun görevlileridir.
Habere göre fişlemeler 2010 ve 2011 tarihli. Daha doğrusu ‘sızan belge’lerin tarihi böyle, sızmayan fişlemelerin günümüze kadar gelmesi şaşırtmaz kimseyi. Ne de olsa devlette süreklilik esastır!
2010’a gidelim; bir yandan devlet vatandaşını fişlemeye devam ederken öte yandan da millet özel hayatının dokunulmazlığını ve gizliliğini daha sağlam bir ilkeye bağlayan anayasa referandumuna evet demeye koşuyormuş… Ne anayasa bağlıyor devleti, ne ahlak. Güvenlik derler, beka derler, komplo derler mutlaka bir ‘gerekçe’ bulurlar vatandaşı fişlerken…
Bu mudur devlet? Budur… Tepesinde bulunanların ‘millet için var’ dediklerine bakmayın; milletin devlet katında pek makbul bir tarafı yok, şüpheli, potansiyel suçlu muamelesi görür. Milletin görevi vergi vermek, böyle bir devleti finanse etmektir. İtiraz değil, itaat etmesi beklenir. Fişlemelere, yolsuzluklara, yanlışlıklara itiraz etmeyecektir. Yoksa? Yoksa, boşuna mı bütün fişlemeler, kişisel bilgiler, devlet gereğini yapar, vatandaşın defterini dürer.
Memlekette bir Anayasa var. Bu Anayasa’da devletin tanıması, saygı duyması ve koruması gereken temel hak ve özgürlükler yazıyor. Bunların arasında elbette özel hayatın dokunulmazlığı ve gizliliği de geliyor. Üstelik bu konuda yeni bir düzenleme daha üç yıl önce referandumda kabul edilmiş, yani ‘milli irade’ yöneticilere sınırlarını çizmiş.
Sonuç; kişisel ve keyfî yönetime, fişlemeye devam… Bizim devlet hak, hukuk, anayasa ve özgürlükten anlamıyor. Varlığının, meşruiyetinin temelinin hak, hukuk ve özgürlük olduğunu görmezden geliyor. Böyle yapmakla kutsadığı devletin meşruiyetini tükettiğinin de farkında değil.
Devlet vatandaşların hayatından, kimliğinden, düşüncesinden elini ayağını çekmeli. İşi bu… Halka yaşam tarzı dayatan, kimlik giydirmeye çalışan, ahlak öğretmeye kalkışan bir devlet demokratik bir hukuk devleti olamaz. İster Kemalistler yönetsin böyle bir devleti, ister İslamcılar yönetsin, fark etmez. Hatta ‘devlet millete hizmet için var’ sözünü ağızlarından düşürmesinler yine de fark etmez. ‘Köylü milletin efendisidir’ sözü söylenirken köylü Başkent’e sokulmuyordu, Meclis’in duvarında ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ yazarken tek partili, tek adamlı, göstermelik seçimli otoriter bir yönetim hükmediyordu ülkede.
Devlet ‘had’dini bilecek. Bunun yolu da milletin ‘hak’ını bilmesi. Hakkını bilmeyen bir milletin devleti haddini bilmez… Yani hak ettiğiniz gibi yönetilirsiniz.
Bu yazı Zaman Gazetesi’nde yayınlanmıştır.