Faiz ve faiz oranları Türkiye’deki başlıca ekonomik ve politik tartışma konuları arasında. Bunun iki ana sebebi var: Birincisi, faiz oranlarının (hem tasarruf mevduatında hem de dolayısıyla yatırım kredisinde) yüksek olması; ikincisi ise, İslam dininde faizin haram olduğu inancının dindar-muhafazakâr insanlar olan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve çalışma arkadaşlarını ekonomik ilişkilerde (en azından yüksek) faize karşı çıkmaya itmesi.
Faiz beşerî hayatın bir gerçeği. Paranın doğmadığı zamanlarda bile ödünç alınan malların biraz fazlasıyla ödenmesi biçiminde var olmuş olması çok muhtemel. Paranın ve bilindik anlamda finansın doğmasıyla faizin kalıcı bir ekonomik kurum olarak toplumsal hayata girdiği ise, muhtemel değil, kesin. Toplumlar arasında dinî veya lâdinî sebeplerle bu bakımdan farklar olmasını, yani faizin bazı toplumlarda görülürken başka bazı toplumlarda görülmemesini beklemek için fazla sebep yok, çünkü insanî hayatın ortak özelikleri insan toplumlarının farklı yanlarını aşıyor.
İslam dininde faizin durumu hakkında fazla şey söyleyecek olmamakla beraber birkaç noktaya işaret edeceğim.
Bir: Faiz kurumu Müslümanların çok olduğu toplumlarda ve Müslümanların arasında da bir şekilde var olmuştur. Teolojik açıklamalar ve kavramların anlamıyla oynamak veya yeni kavramlar oluşturmak bu gerçeği değiştirmez. Gayri Müslim azınlıkların veya dinî yasağa uyma arzusunda olmayan Müslümanların bulunduğu İslam ülkelerinde faiz var olacağı gibi, Müslüman ilahiyatına bağlı kimseler de çeşitli yol ve yöntemlerle, yeni kavram ve kurumlar yaratarak (katılım bankacılığı ve katılım payı gibi) faiz gerçeğini kabul etmiş ve ondan yararlanmıştır.
İki: Bazı İslam toplumlarında kimi kamu otoritelerinin ve din bilginlerinin faizi meşru ve mubah saydığına dair bilgiler var. Meselâ Osmanlı’da Ebu Suud Efendinin %15’e kadar faizin caiz olduğuna dair fetvalarının olduğu söyleniyor. Özellikle savaş zamanlarında, dünyanın her yerinde olduğu gibi, İslam ülkelerinde de, devletler savaşın finansmanı için faizle borçlanma yoluna gidebiliyor.
Üç: İslam ilahiyatı açısından, faiz ile riba arasında bir ayrım yapılması gerektiğini düşünenler var. Buna göre, haram olan ribadır. Riba, günlük geçimini sağlayamayan insana, belli bir periyoda bağlı olarak ödenmek üzere, ihtiyaçlarını gidermesi için (söz gelimi yemek ve elbise temini için) bir artıyla iade edilmek üzere ödünç para vermektir. Bu yorum doğruysa iş kurmak, yatırım yapmak üzere bir artıyla iade şartıyla birine borç para vermek, riba değildir, faizdir ve caizdir. Bu durumda piyasadaki borç verme işlemlerinin muhtemelen daha az kısmı riba, daha fazla kısmı faizdir.
Dört: Faize hoş bakmayan sadece bazı İslamî anlayış ve yorumlar değildir. Antik Yunan’da da fazie hoş bakılmıyordu. Katolik Kilisesi ve Hristiyanlık da faize karşıydı. Karl Marx para idaresini beceremediğinden tefecilere borçlanmak zorunda kalıyordu ve fazie şiddetle karşıydı. Faize en çok karşı olanlardan Katolik Kilisesi hayatın akışı tarafından yeni yorumlar geliştirmeye zorlandı. Riba-faiz ayrımı yapmaya benzer bir yola girdi. “Pay day lending” denilen riba benzeri duruma karşı sert tavrını korurken yatırım aracı olarak kullanılan paraya ödenen fiyat anlamında faize karşı tutumunu yumuşattı. Daha doğrusu hayat onu buna zorladı. Benzer bir durumun İslam ülkelerinde de vuku bulmakta olduğunu görmezden gelemeyiz. Katılım Bankacılığı kurumuna ve katılım ortaklığına bu açıdan bakılabilir.
Beş: Teorik ve teolojik tartışmalar ne şekilde yapılırsa yapılsın, ne sonuç üretirse üretsin, özgür bir toplumda yolumuza kazasız belasız devam edebiliriz. Riba-faiz ayrımı doğru ve geçerli midir? Müslümanların faiz alması ve vermesi caiz midir? Bu gibi konularda hepimizin müttefik olacağı cevaplar bulmak mecburiyetinde değiliz. Özgür bir toplumda herkes malî işlemlerinde kendi yolunda gitme hak ve yetkisine sahiptir. İsteyen kişi ve kurum faizli, istemeyen faizsiz ekonomik ilişkilere girebilir. Yani sivil toplum açısından bir problem yok. Geriye tartışılacak tek konu olarak devletin ve devlet kurumlarının durumu kalıyor.
Şimdi İslam, Müslümanlar ve İslam ülkeleriyle ilgili bu uzun parantezi kapatıp tekrar faiz meselesine dönelim.
Faiz nedir? Faiz oranlarını ne belirler? Faiz ile yatırımlar ve ekonomik büyüme arasında nasıl bir ilişki vardır? Faiz kurumuyla kamu otoritelerinin istediği gibi oynaması mümkün müdür?
Avusturya İktisat Okulu’nun ilk Amerikalı takipçilerinden Frank A. Fetter faizi anlamamıza ve açıklamamıza ‘zaman tercihi teorisi’ ile katkıda bulundu. Bu psikolojik bir yaklaşımdı. Bireylerin tasarruf eğilimlerinin psikolojik faktörler tarafından etkilenmesini ifade etmekteydi. Ayrıntıya girmeden şöyle izah edelim. Şahıs A ile Şahıs B’nin her birinin 10 bin lirası var. A parasını hemen bir şeyler almak için harcıyorsa, B ise parasını harcamayı bir yıl erteliyorsa, A yüksek B düşük zaman tercihine sahiptir. A parasını harcar, istediği şeyi satın alır. B ise parasını tutar. B’nin parası olduğunu bilen başkaları (tercihen yatırımcılar) bu paradan istifade etmek için B’ye başvurur. Zaman tercihi düşük olmasa bu para B’de olmayacaktır. Dolayısıyla B’nin zaman tercihinin ödüllendirilmesi gerekecektir. Yani B’den ödünç para alanlar B’ye ödeme zamanlarında bir ilave para (10 bin TL + — lira)ödeyecektir. Bu miktar riske, vadeye, enflasyon oranına vs. bağlı olarak değişecektir.
Piyasa ekonomisi teorisi açısından bakıldığında bu işler meşru ve âdildir; çünkü gönüllüğe dayanmaktadır, hile hurda yoktur. Şüphesiz, B gibi tasarruf sahipleriyle yatırımcıların buluşması güç olacağından ve yüz yüze ilişkiler dışında genellikle güven sorunu bulunacağından, (bankalar başta olmak üzere) aracı finans kurumları doğacak ve yerleşecektir.
Türkiye’de bankalar siyasî otorite tarafından ağır biçimde eleştirilirken gözden kaçırılan bir şey bankaların aracılık rolü ve yatırımcıya kredi veren bankaların bunu kendi öz sermayesini kullanarak değil, kendilerine emanet edilen parayı (mevduatları) kullanarak yapması. Bankaya, “yatırımcıya kredi verirken piyasa faizlerinin altına in” demek, milyonlarca mudiye piyasanın kaldırdığının, gerektirdiğinin altında zaman tercihi düşüklüğü ödülü ver veya piyasanın belirlediğinin altında fiyatlandırma (paranın fiyatı, faiz) yap demektir. Bu durumda bankaya yönelik piyasa dışı baskılar aslına banka mudilerine yöneltilmektedir. Mudiler banka sahipleri ve yöneticileri kadar rasyonel ve kendi iyiliği peşinde olduğu için bu şartlar altında tasarrufunu bankadan alıp başka şekilde kullanacak veya harcayacaktır. Bunun diğer bir sonucu olarak krediye dönüştürülebilir fonlar azalacak ve kredi fiyatları yükselecektir.
İktisat teorisi ve iktisat tarihi faizin ne olduğu ve faizlerin oranının nasıl değiştiği hakkında bize kuvvetli bilgi sağlıyor. İnançlarla veya siyasî kararlarla bu durum değişmez, değiştirilemez. Örneğin, savaş zamanlarında faiz yükselir, çünkü hem kamunun borçlanma ihtiyacı artar hem de hemen kullanılabilecek mallara talep artacağından tasarruf fonları azalır. Enflasyonist ortam da faizleri yükseltir. Malların gelecekte pahalanacağı beklentisi insanları zaman tercihlerini yükseltmeye ve dolayısıyla derhal kullanılabilir malları hemen almaya iter. Faiz oranları bir ekonomik canlanma döneminde yükselir, çünkü canlanma yatırım, yatırım daha fazla kredi talebi demektir. Bir ekonomik durgunluk döneminde ise faizler düşme eğilimi gösterir…
Faiz meselesine hepimiz daha soğukkanlı bakmalıyız…
25 Haziran 2019