Dindar Müslümanların liberal demokrasiyi benimseme sürecinde ortaya çıkan sorunlu alanlardan biri, en son iki bakanın faklı yaklaşımlarıyla da gündeme gelen eşcinsellik meselesi. Temel hak ve özgürlükleri savunan dindarlar bu konuda çoğunlukla sessiz kalıyor. Buna karşılık da seküler taraf, kimi zaman ısrarlı kimi zaman da alaycı şekilde soruyor:
“Hadi bakalım, madem her özgürlüğü savunuyorsunuz, bunu da savunun da görelim!”
Oysa mesele bu kadar basit değil.
Önce liberal demokrasinin öngördüğü “özgür toplum” hakkındaki bir yanlış anlamayı giderelim. Evet, bu toplumda herkesin kendi bildiği ve istediği şekilde bir “yaşam biçimi” sürmeye hakkı vardır. Ama başkalarının da bu yaşam biçimini çirkin görme ve ahlaken kınama hakkı vardır.
Bu, yıllar önce Amerika’da self-servis bir restoranda tavuklu salata yerken yaşadığım bir enstantaneyle kafama “dank” etmişti. Genç bir kız masaya yaklaştı ve elindeki bir tomar kağıttan birini gülümseyerek önüme koydu. Üzerinde “siz aslında bir kitle katilisiniz, farkında mısınız” yazıyordu. Metnin devamında da benim yediğim et yüzünden “masum bir cana kıyıldığı” (yani bir tavuğun boğazlandığı), zaten “insan türünün” başka türlerden milyonlarca canlıyı her gün bu şekilde “soykırım”dan geçirdiği anlatılıyordu.
Sonradan anladım ki, bu bir grup “radikal vejeteryen”in yürüttüğü bir kampanyaymış. Çoğu insan için çok normal olan “et yeme” fiili, bunların gözünde asla tasvip edilemez bir rezillik imiş.
Amerika özgür bir toplum olduğu için o radijal vejeteryen kızın bana gelip da bu “kınama”da bulunma hakkı vardı kuşkusuz. Ama bana zorla engel olmaya kalkamaz, “tavuklu salata yeme hakkıma” müdahale edemez, beni hedefleyen bir “nefret suçu” işleyemez idi.
İşte, özgür bir toplumda kendi değerlerine aykırı yaşam biçimleriyle karşılaşan muhafazakar Müslümanlar da bu eksende bir tavır geliştirebilirler.
Bu, işin bir yönü. Bir de aynı muhafazakarların insani düzeyde eşcinsellere nasıl yaklaşacağı meselesi var. Burada da sanırım “eşcinsellik” ile “eşcinseller”i birbirinden ayırdetmek bir “açılım” sağlayabilir. Birincisini dinin günah saydığı ve dolayısıyla tasvip edilemez bir hâl olarak kınamak, fakat eşcinsel olan insanları bu tutuma indirgemeden değerlendirmek ve dahası insan haklarını onlar için de savunmak mümkün.
Aynen, “kumar”a ahlaken karşı olmak, bir “kumarbaz”ın da bu yönünü kınamak, ama onu bundan ayrı bir insan olarak görmek ve ona yönelebilecek “nefret suçları”na karşı çıkmak gibi.
Gelelim Avrupa’da giderek kök salan “eşcinsel evliliği” meselesine…
Evlilik sadece bireysel bir tercih değil aynı zamanda toplumsal bir “kurum” olduğu için, bu konudaki özgürlük alanı “toplumsal kabul” ile yakından ilgili.
Bu konuda bir zaman Hollandalı bir diplomatla söyleşmiştim. “Bizde eşcinsel evliliği serbest, çünkü çok özgür bir toplumuz” diye övünüyordu. “Peki” dedim, “sizde çok kadınla evlilik de serbest mi?”
“Hayır” dedi.
“Niçin” diye sordum. “Niye iki erkek birbiriyle evlenebiliyor da, bir erkekle iki kadın evlenemiyor?”
“Çünkü ikincisi bizim kültürümüze çok aykırı” dedi.
“Eee” dedim ben de, “başka kültürlerde ise asıl aykırı olan, sizin normal gördüğünüz şey.”
Kıssadan çıkan hisse şu: Liberal demokrasiyle yönetilecek özgür toplumların Avrupa toplumlarının birer kopyası olması gerekmiyor.
Daha da önemli bir hisse ise şu:
Yanlış yolda gördüğünüz insanların özgürlüğünü tanımanız, kendi ahlaki değerlerinizden taviz vermenizi gerektirmiyor.
Star, 15.03.2010