Ermenistan’a Giden Yol: Serbest Ticaret ve Açık Toplum

 

Geçtiğimiz haftalarda TESEV ve FNF işbirliğinde düzenlenen bir program dolayısıyla Ermenistan’daydım. Birçok sivil toplum örgütü, siyasal parti ve araştırma enstitüsü temsilcileriyle biraraya gelerek Türkiye-Ermenistan ilişkilerini tartıştık. Bu kapsamda, Ermeniler’in düşüncelerini öğrenme ve kendi fikirlerimizi onlara aktarma fırsatı bulduk. Böylelikle  ülkeye ve orada yaşayan insanlara dair bir dizi izlenim elde etme şansı da bulmuş oldum.

Ermenistan, eski bir Sovyetler Birliği üyesi ülke. Ülkenin toplumsal, siyasal, ekonomik ve fiziksel yapısında Sovyet kalıntılarını görmek hâlâ mümkün. Hâlihazırda süren Rusya etkisi ise gerek iç siyasetinde gerekse uluslararası ilişkilerinde oldukça belirgin. Ülke okullarında yabancı dil olarak İngilizce’nin yanında Rusça’nın da zorunlu kılınması bunun en büyük göstergesi.

Rusya’nın yanında ülkenin iç ve dış siyasetini belirleyen birkaç önemli faktör daha saymak mümkün. Bunlar diaspora, Azerbaycan’la olan ilişkiler ve Dağlık Karabağ sorunu, bir de Türkiye ve ‘soykırım’ meselesi. Diaspora, Ermenistan üzerinde oldukça etkili. Diasporanın ötesinde bir Ermenistan düşünmek neredeyse mümkün değil. Bunun temel nedeni, diasporanın uluslararası alanda Ermenistan’ın lobi faaliyetlerini üstlenmesi ve elini güçlendirmesi. Diğer yandan, diasporanın ülke ekonomisini destekleyen büyük bir mali faaliyeti söz konusu. Ülke dışında yaşayan Ermeniler ülkeye yaptıkları yatırımların yanında, mali destek de vererek ekonomiyi ayakta tutuyorlar. Azerbaycan ve Ermenistan arasında Karabağ meselesi dolayısıyla devam eden düşük yoğunluklu savaş, bir yandan ülke iç siyasetinde oldukça önemli bir konu olarak tartışılıyor ve popüler bir siyasal tema olarak milliyetçi gerilimleri canlı tutuyorken, diğer yandan hazırda tutulan büyük bir ordu ülke ekonomisine artı bir yük getiriyor.

Türkiye, Ermenistan’ın dört sınır komşusundan biri ve Türkiye’yle bu ülke arasındaki tarihi gerilimin izini her yerde görmek mümkün. Ülkede yaşan Ermeniler için ‘soykırım’ kimliklerinin bir parçası ve her insanın yüzünde bu durumun kendinizi suçlu hissettirecek izini görmek mümkün. Sadece yüzlerde değil elbette, Kilikya, Anteb gibi mekan isimlerinde ya da dil hafızalarında, insanların Türkiye ile olan bağlantılarını ve geçmişlerini görmek daha iç acıtıcı. Bu, toplumsal hafızanın yarattığı bir kimlikten kaynaklanıyor olmasının yanında resmi ideolojinin de körüklediği ve kullandığı bir hâl almış. Öte yandan, bu durum ülkenin Türkiye ile olan ilişkilerinin gelişmesi önünde –bunda elbette diaspora ve Rusya gibi faktörlerin de büyük etkisi var- büyük bir engel. Türkiye, Ermenistan’ın en zengin komşusu ve nüfusu bu ülkenin neredeyse yirmi beş katı (74.7 milyona karşılık 3.2 milyon).  Gayrisafi milli hasılalar kıyaslandığında ise Türkiye neredeyse yetmiş kat daha fazla hasılaya sahip (772.3 milyar dolara karşılık 10.1 milyar dolar). Buna rağmen, iki ülke arasında bütün siyasal ya da diplomatik ilişkiler bir yana, ne sınır kapıları açık ne de ticaret yapılıyor –Gürcüstan üzerinden yapılan dolaylı, sınırlı ticaret hariç-. Her iki ülke de bu durumu pek umursamıyor.

Ülke iç siyasetine hâkim görüştüğümüz kimselerden de Ermenistan’ın açık toplum, liberal demokrasi, serbest piyasa ya da bireysel hak ve özgürlükler konusundaki vizyonu hakkında net cevaplar almak mümkün değil. Eski Sovyet üyesi ülkelerde yaşanan bocalama süreci, burada da söz konusu ve bazı Avrupa Birliği talepleri dışında bu ülkenin belirgin bir vizyonu olduğunu söylemek kolay değil. İç ve dış siyasette konjonktürel bir strateji takip ediliyor. Bu da ülkenin istikrarlı bir yapıya kavuşup belirli prensipler ekseninde siyaset üretmesinde zorlaştıcı bir etki yaratıyor.

Bulunduğumuz toplantılarda, dinleme şansı bulduğumuz Ermeniler’in çoğunun Türkiye-Ermenistan ilişkileri üzerine görüşleri devlet, diplomasi, bürokrasi ya da siyaset üzerinden çözüm arayışları içermekteydi. Diplomatik ilişkiler kurulup devletlerarası siyasal ilişkiler sağlanınca çözümlerin tek tek kendiliğinden ortaya çıkacağı görüşü genel hâkimiyete sahip. Oysa çok da eski olmayan bir örnek aslında çözümün hiç de öyle olmadığını kanıtlar niteklikteydi. Futbol diplomasisi olarak hatırlayacağımız bu örnekte, diplomasinin, futbolla hiç de siyasal bir çözüm yaratamadığını gördük. Siyasal konjönktür değişir değişmez, çözüm arayışıları da suya düştü. Daha sonrası ise bilindik; Ermenistan, Türkiye’nin siyasi gündeminden çıktı ve Türkiye başka farklı uluslararası meselelerle meşgul olmaya başladı.

Antep’te yaşadığım bir deneyimimi paylaşmam gerekiyor, sanırım, bu noktada. Kenti gezerken, eskiden bir Ermeni kilisesi olarak inşa edilmiş ancak 1980’den sonra bir süre hapisane daha sonra da camiye çevirilmiş, şu an cami olarak adlandırılan ancak ne olduğunu çok da anlayamadığınız bir yapıyı gezmiştim. Ermeniler, kiliseyi 1890’ların sonunda inşa etmiş, ancak çok uzun süre kullanamamışlar. 1915 olayları başladığında da herşeylerini bırakıp gitmişler ya da gitmelerine gerek kalmamış. Yapıyı gezerken oldukça üzüldüğümü hatta bir anlamda çılgına döndüğümü hissetmiştim. Çünkü birey olarak empati yeteneğim vardı ve kendimi o insanların yerine koyup neler hissettiklerini az çok anlayabiliyordum. Bu anektodu anlatmamın sebebi, bir vicdana ve empati yeteneğine sahip olduğumu kanıtlamak değil, sadece devletlerin ya da siyasetin bu özelliklere sahip olmadığını göstermek. Devletlerin vicdanları ya da empati yetenekleri yoktur. Onların milliyetçiliği körükleyen muğlak ulus çıkarları ve konjonktürel siyasetleri vardır.

Bu anektoddaki amacım, Türkiye-Ermenistan ilişkileri  ya da özelde Ermenistan bağlamında devletten, diplomasiden, bürokrasiden ya da siyasetten kesin ve kalıcı bir çözümün beklenmesinin doğru olmadığını  aktarmaktır. Başta Ermenistan’ın yapması gereken, liberal demokrasi, temel bireysel hak ve özgürlükler, serbest piyasa gibi değerler etrafında kendine bir vizyon belirlemektir. Böylelikle, bu evrensel değerler çerçevesinde açık ve güçlü bir sivil toplum ve refah yaratan bir ekonomiye sahip olacak, siyasetin dar konjonktürel etkisinden kurtulacaktır. Bu dönüşümü sağlayacak temel unsur ise sivil toplum ve sivil toplum girişimciliğidir. Sivil toplumdan siyasete bu yönde bir baskı gerçekleşmediği ve bu doğrultuda entelektüel bir mücadele verilmediği taktirde ortaya konan her siyasi çözüm geçici olacaktır.

Türkiye-Ermenistan bağlamında ilk önce söylenmesi gereken şey sınırların ve gümrüklerin açılması olmalıdır. Serbest ticaret temel bir değer ve bireylerin en temel haklarından biridir. Devletlerin egemenlik durumları insanların serbest ticaret yapmaları engelleyemez. Devletin bu bağlamda bir fonksiyonu ya da rolü yoktur. Nitekim, serbest ticaret barışçıl süreçlerin ortaya çıktığı, insanların kavga etmek yerine alışverişte bulunduğu ve böylelikle birbirlerini tanımaya başladıkları bir sürecin ön koşuludur. Keza, serbest ticaret yalnızca malların ya da hizmetlerin değişimi değil, aynı zamanda kültürel ve zihniyet değişimlerinin de öncülüdür. Buradaki vurgum, Türkiye ile Ermenistan arasında siyasal ve diplomatik diyaloğun başlatılmasının önemi üzerine olmayacaktır malesef. Temel önerim ise gerek Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin gelişimi gerekse Ermenistan’ın daha açık ve zengin bir ülke olması bağlamında liberal değerler etrafında çizilen bir vizyonla serbest piyasanın gücüne ve onun barışçıl süreçlerine inanmak olacaktır. Kalıcı çözümün görünen tek anahtarı da bu sanırım.

ardaakcicek@yahoo.com


Veriler, CRRC’nin How Turkey is Perceived in Armenia: Some Findings from the Caucasus Barometer Surveys adlı çalışmasından alınmıştır.

 

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et