Türkiye Ermenilerinin 1915 yılında maruz kaldıkları kıyımı ABD Temsilciler Meclisi’nin Dışişleri Komisyonu’ndan sonra şimdi de İsveç parlamentosunun “soykırım” olarak nitelemesi ülkede genel bir huzursuzluk havası yarattı. Özellikle devlet ve hükümet erkânı her iki olaya da şiddetli tepki veriyor.
Halkın tepkisinin bilgisizlikten veya insan psikolojisinin özelliğinden kaynaklanan bazı anlaşılabilir nedenleri var. Her şeyden önce, bu tarihsel trajediyle ilgili olarak okullarda sadece “Ermeni mezalimi”ni ve “düşman işbirlikçisi Ermeniler”i öğrenmiş olan Türklerin son yıllarda birdenbire “Ermeni soykırımı” iddialarıyla karşılaşmalarının onları inkârcılığa sürüklemesi anlaşılabilir bir durumdur. Onun içindir ki, çoğu kimse, İttihatçı yönetimin Ermenilere reva gördüğünün, bırakalım bir “soykırım” olduğunu, en azından bir zulüm veya haksızlık olduğunu bile kabul etmemekte direniyor.
Bu inkârcı tavırda, mensup olduğu ulusun tarih boyunca “her zaman adaletle hükmetmiş” olduğuna öteden beri resmi ve gayrı resmi propaganda araçları marifetiyle inandırılmış olan Türklerin böylesine insanlık dışı bir eylemi “yüce Türk milleti”ne yakıştırmak istememelerinin de elbette payı vardır. Daha temelde, “devlet”le “millet”i bir ve aynı şey olarak gören anlayışın hakimiyeti de, vaktiyle bir şekilde yönetim mevkiini ele geçirmiş olan bir siyasi kadronun işlediği günahları sahiplenmeyi kolaylaştırıyor.
Devletin ve hükümetin sert tepkisinin de makul nedenleri var gibi görünüyor. Bir kere “soykırımcı” suçlamasının dünya çapında resmen genel bir kabul görmesinin Türkiye’nin uluslararası alandaki konumunu ve gelecekteki ilişkilerini çok kötü etkileyeceği düşünülmektedir. Ayrıca, 1915 olaylarının gerçek mahiyetinin ne olduğunun şu veya bu devletin resmi makam veya organlarının esas olarak siyasi saiklerle aldıkları kararlarla belirlenemeyeceği haklı olarak söyleniyor. Üstelik bu durumun Türkiye’nin bu meselede olumlu adımlar atmasını -söz gelişi, Ermenistan’la ilişkilerini geliştirmesini- zora koşacağı da düşünülmektedir. Bu arada, Türkiye’nin bu meselede sürekli dış baskılara maruz kalmasının halk üzerinde yarattığı psikoloji nazara alındığında, bu konuda iyi niyetli adımlar atma niyetinde olan hükümetin işinin zorlaşacağı görüşünde de bir doğruluk payı vardır.
Bütün bunlardaki haklılık payına rağmen, Türkiye’nin bu meselede öteden beri izlediği politikanın özünde yanlış olduğunu kabul etmek durumundayız. En büyük hata da, resmi makamlarımızın 1915 olaylarının fevkalâde ciddi, hatta vahim olaylar olduğunu kabul etmemekte ısrar etmesi ve zamanın hükümetinin bu olaylarda adeta hiçbir kusuru yokmuş gibi bir söylem tutturmuş olmalarıdır. Oysa, 1915 trajedisini hukuki açıdan “soykırım” olarak tanımlamak doğru olmasa bile, ortada resmen icra edilmiş büyük bir kötülük vardır. Zamanın hükümetinin aldığı “tehcir” kararını uygulanmasının Ermeniler açısından büyük bir kıyımla sonuçlandığına şüphe yoktur. Onun için, Türkiye Ermenilerinin maruz bırakıldığı bu büyük felâketi adeta alaya alırcasına, resmi mahfillerin her defasında bundan “sözde Ermeni soykırımı” diye söz etmeleri bağışlanmaz bir duyarsızlık, hatta vicdansızlıktır.
Gerçekte soykırım niteliğinde olsa bile, uluslararası hukuk bakımından 1915 olaylarından dolayı bugün Türkiye Cumhuriyeti’ne herhangi bir müeyyide uygulanması söz konusu olamayacağına göre, Türkiye’nin bu meseledeki kategorik inkârcılık ve duyarsızlığının daha önemli nedenleri olmalıdır. Belki de bu devlet için bir varlık-yokluk meselesi olarak görülmektedir. Acaba bunun nedeni, Ermeni kıyımına bulaşmış olan pek çok İttihatçının Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kadroları arasında yer almış ve önemli mevkiler işgal etmiş olmalarıyla ilgili olabilir mi? Belki de, Anadolu’da kurulan yeni devlet, bir yanıyla da, Ermeni kıyımının “kaçak” sorumlularının birçoğu için emin bir sığınak olarak ortaya çıkmıştır?…
Star, 13.03.2010