Ergenekon’un en büyük zararı

Mâlum; Ergenekon ve Balyoz gibi davaları “muhalifleri susturma operasyonu” olarak görenler var Türkiye’de. AK Parti hükümetine karşı hiçbir darbe girişimi veya arayışı olmamış da, tüm bunları iktidar ve “yandaşları” uydurmuş gibi düşünüyor, en azından bunu iddia ediyorlar.

Ben bu koroya hiç itibar etmedim ve etmiyorum. Çünkü, son 4-5 yıldır ortalığa dökülen nice belge ve ses kaydının ötesinde, AK Parti’yi her türlü anti-demokratik yöntemle tepelemek isteyen “zihniyet”i her gün karşımda görüyorum. Sahiplerine isterseniz “derin devlet”, “statüko” veya “İttihatçı zihniyet”  deyin, yahut benim gibi doğrudan “Kemalist oligarşi” tanımı getirin, kıymeti kendinden menkul “ilke ve inkılaplar” adına kendisinde doğal “iktidar hakkı” vehmeden bir zümre var ortada.

Bu zümrenin elitlerinin bugüne dek bir kez bile ortaya çıkıp “evet, biz demokrasiye hep saldırdık, hata ettik” diye günah çıkarmaması ise, tehlikenin belki de hâlâ var olduğunu ima ediyor.

Asıl tehlike

Ancak ben içinde bulunduğumuz dönemde bundan daha büyük bir tehlike görmeye başladım: Ergenekon realitesinin bazı muhafazakar çevrelerde oluşturduğu “aşırı evhamlı” tutum.

Demek istediğim şu: AK Parti’ye karşı o kadar çok demokrasi-dışı saldırı düzenlendi, o kadar çok ordusal ve yargısal darbe arandı ki, göğüslerini bu akınlara siper edenlerin bazıları, kimi meşru muhalefet ve eleştirileri bile “Ergenekon”a bağlayan yanlış bir refleks geliştirdi.

Bu sorunu ilk Tekel işçileri eylemleri sırasında fark etmiştim. Darbeye karşı birlikte tavır aldığımız kimi dostlarımın “bu eylemlerin arkasında da Ergenekon olmalı” diye kestirip atmasına şaşırmış, “yahu Tekel işçilerinin meşru talepleri de olamaz mı” diye itiraz etmiştim.

Oda TV iddianamesindeki kimi traji-komik suçlamalar (“hükümeti yıpratma”nın darbe girişimi kanıtı sayılması) bu endişemi güçlendirdi.

En son Amerikalı yazar Paul Auster’ın bile bazı yorumcularca “Ergenekon işbirlikçisi” ilan edilmesi problemi iyice karikatürleştirdi. (Bu sadece yanlış bir dünya algısı değil, aynı zamanda bir tür “kendi ayağına sıkma” tavrıydı. Çünkü, siz “ifade özgürlüğü” sorunlarını eleştiren Amerikalı liberal bir yazarı bile “Ergenekon”a bağlarsanız, sizi duyan Batılılar Ergenekon’un bir realite değil de paranoya olduğuna hükmeder, “vah vah, Türkiye’de durum hakikaten kötüymüş” der.)

Çekiçler ve çiviler

Endişem o ki, adına “Ergenekon” denen güç, amacına Yeni Türkiye’yi “otoriter” diye resmederek varacak. Bunu da bu Türkiye’nin bazı mimarlarını hakikaten otoriter bir dil ve tutuma sürükleyerek başaracak.

Bu girdaba kapılmamak içinse bence yapılması gereken iki temel şey var:

Birincisi, hükümet çevrelerinin her türlü eleştiriyi “saldırı” gibi gören aşırı alıngan tutumdan sakınması. Hükümetin yeminli düşmanlarından bile haklı eleştiriler gelebilir; dikkate almak lazım. Hükümeti “kapatma davası” gibi en zor zamanlarında savunarak kendilerini ispatlamış demokratları ise daha da dikkatle dinlemek gerek.

İkinci yapılması gereken, son beş yılda darbecilerin ve çetecilerin üzerine cesaret ve kararlılıkla giden “yargı-polis cihazı”na bir çeki-düzen vermek. Kimisi “özel yetkili” olan bu insanlar çok kahramanca işler başardılar, ama “çekiç olursanız her şeyi çivi gibi görmeye başlarsınız” kuralı gereğince, aşırılıklar da sergilemeye başladılar. En son yaşadığımız “MİT krizi”nde bence bunu iyice gördük.

Sonuçta, emin olun ki, eğer her yerde “rejime yönelik tehdit” görür ve her taşın altında bir “hain komplo” ararsanız, varacağınız nokta otoriterliktir.

Kemalistleri otoriterleştiren de, kibirleri bir yana, böylesi siyasi paranoyalar değil miydi zaten?

Star, 20.02.2012

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et