Ergenekon davası ilk derece mahkemesinde karar bağlandı. Sanıkların çoğu birkaç yıldan müebbet hapse kadar uzanan cezalara çarptırıldı. Bu kararın hem Türkiye demokrasisinin geleceği hem de toplum katlarında adâlete güven bakımından önemli sonuçları olacaktır.
İlk defa, muvazzaf ve emekli asker memurlar, bir darbeler ve darbeciler cenneti hâline getirilen Türkiye’de, Ergenekon davasıyla yargı önüne çıkartıldı. Bu sadece sanıkların kendileri için değil askerleri ülkenin efendisi olarak gören ve neredeyse kutsayan siviller için de bir şoktu. Nitekim, bu kesimlerin sözcüleri ve kanaat önderleri, özellikle kontrol ettikleri medya organları aracılığıyla, davayı itibarsızlaştırmak ve hatta imkânsızlaştırmak için elinden geleni yaptı. Her türlü dezenformasyon tekniğini sınırsızca kullandı. Hükümeti ve savcılarla yargıçları psikolojik baskı altına almak için muazzam çaba sarf etti. Türkiye’nin yargı sistemi bu tür bir davayla özel hazırlığı olmadan karşılaştı. Psikolojik bir bariyeri aşmanın zorluklarıyla boğuşmak zorunda kaldı. Bütün bunlara rağmen bu davanın karara bağlanması bir başarı.
Türkiye’nin yargı sisteminin hatadan ari olduğunu kimse iddia edemez. Adliyede görülen hemen her davada gerek usul gerek esas yönünden yanlışlıklar ve eksiklikler olduğu herkesçe bilinen bir gerçek. Bundan dolayı, Ergenekon yargılamalarında da benzer kusurların görülmesi gayet muhtemel. Burada ölçü, bu davanın ortalama standartlardan ne kadar saptığı. Ancak, genele bakıldığında, davanın ülke standartlarının çok altında bir yargı performansıyla yürütülüp karara bağlandığını söylemek için yeterli sebep yok. Yine de, varsa hataların Yargıtay aşamasında telafi edilmesi en büyük temennim.
Ergenekon davası Türkiye’nin demokratikleşme yolunda atması kaçınılmaz bir adımdı. Benzer davalar İtalya başta olmak üzere başka demokratik ülkelerde de görüldü ve aynı zorluklarla yürütüldü. Bu tür davalar demokrasiye kasteden çirkin girişimleri tasfiye etmeye yarıyor. Bununla beraber, Ergenekon yapılanmasının davayla tamamen bitirildiğini sanmak hayalcilik olur. İşin uzmanlarına göre, Ergenekon ağacının büyük bir bölümü ayakta, ama uykuda. Uygun bir ortamın doğması hâlinde hareketlenmesi ve yeni operasyonlar yapması mümkün. İstihbarat bilgilerine ulaşma imkânı olan bazı kimseler, Gezi Kalkışması’nın mahkeme kararının açıklanması öncesinde vuku bulmasının Ergenekon’la bağlantılı olduğunu iddia ediyor. Her halükârda, Ergenekon yapılanmasıyla mücadelenin burada bitmediğini daha uzun süre devam etmesi gerektiğini kabul etmek zorundayız.
Ergenekon’u geriletmenin önemli bir şartı yargı sürecini Fırat’ın doğusuna uzatmak. Zira, Ergenekon’un iki önemli hedefinden biri seçilmiş hükümetleri engellemek veya düşürmek ise, diğeri Kürtleri faili meçhullerden toplu katliamlara kadar uzanan yöntemlerle sindirmekti. Kürtler çok acı çekti. Ne yazık ki, Ergenekon yargılaması Fırat’ın doğusuna yeterince ulaşmadı ve ulaştığı durumlarda da BDP tabanının hayret verici ve endişeye sevk edici ilgisizliğiyle karşılaştı. Kürt hareketi, belki de şiddet sever sahte özgürlükçü Türk solunun tesiriyle mesele kendisini ilgilendirmiyormuş gibi davrandı. Meselâ, bazı faili meçhullerin ele alındığı Temizöz yargılamasına hiç ilgi göstermedi. Kürtlerin efsane ismi, büyük Kürt önderi Musa Anter’in öldürülmesi davasına da kayıtsız kaldı. Bu tavır, ister istemez, ‘Ergenekon Kürt hareketi içinde var mı?’, ‘Varsa ne büyüklükte ve derinlikte?’ türünden soruları akla getiriyor.
Türkiye Ergenekon davasıyla demokrasini takviye yolunda mühim bir adım attı. Ancak, hem Ergenekon’da hem başka alanlarda daha yapılacak çok şey var.
BU yazı Yeni Şafak Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.