Engelli ve kadın hareketinde “eşitlik ve insan hakları” ortak temel konudur. Kadınların ve engelli bireylerin yaşadıkları sorunları, engelli kadınlar iki kat fazla yaşamakta, kendilerine yönelik önyargılar ve engellerin yanı sıra kadın olmanın ve kadınlara bakışın getirdiği olumsuzluklarla karşı karşıya kalmaktadırlar.
Genelde engellilerin özelde ise engelli kadınların dışlanma, ayrımcılık, temel ihtiyaçların karşılanması, yoksulluk, kendi gereksinimlerini ifade etme, ekonomik bağımsızlık, karar alma süreçlerine aktif ve eşit derecede katılmaları gibi konularda yaşadıkları sorunları insan hakları bakımından ele alarak, engelli kadının insan hakları için gerekli sosyal politika ve düzenlemeler geliştirilmesine bir başlangıç yapmak, insan hakları ve kadın hareketlerinin dikkatlerini, engelli kadınlara çevirmesini sağlamak gerekmektedir.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre, genel olarak herhangi bir toplumun nüfusunun yaklaşık yüzde 10’unu ve Dünya Bankası (WB) verilerine göre ise dünyanın en yoksul toplumlarının nüfusunun yüzde 20’sini engelli kişiler oluşturmaktadır. Engellilik, yoksulluğun hem nedeni hem de sonucu olarak değerlendirilmektedir. Birleşmiş Milletler’in verilerine göre, engelli kişilerin yüzde 82’si gelişmekte olan ülkelerde ve yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Kadın hareketi ile engelli hareketinin birbirini oldukça geç fark etmesi, engelli hareketinin erkek egemen bir yapı içinde şekillenmesine neden olmuştur.
Ülkelerin gelişmişlik düzeyleri farklılıklar gösterse de toplumların engellilere karşı tutum ve davranışları benzerlikler göstermektedir. Engelli kişilerin toplum içine çıkmadığı yerlerde, liberal hak ve özgürlüklerden bahsetmek imkânsız hale gelmektedir. Ayrımcılık, insan haklarına yönelik temel bir saldırı olduğuna göre daha başka birçok ihlâlin ortaya çıkmasının da nedeni olmaktadır.
Gerek ulusal gerekse uluslararası sözleşmeler çerçevesinde incelendiğinde, BM İnsan Hakları Komitesi, 1989 yılındaki 37. Oturum’unda yaptığı 18 No’lu Genel Yorumu’nda ayrımcılık için; “Komite sözleşmelerde kullanılan ayrımcılık teriminin ırk, renk, cinsiyet, dil, din, politik ya da diğer görüşler, ulusal ya da sosyal köken, mülkiyet, doğum ya da diğer statüler gibi herhangi bir zemin üzerine dayandırılan ve bütün hak ve özgürlüklerin eşit ölçüde bütün bireyler tarafından tanınmasını, kullanılmasını veya yararlanılmasını kaldırma veya zayıflatma amacına sahip, herhangi bir ayırma, dışlama, kısıtlama veya üstünlük tanıma olarak anlaşılması gerektiğine inanmaktadır.” denilmektedir.
Avrupa Konseyi’nin de, Avrupa İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesi’ne Ek 12 No’lu Protokolü benzer bir ayrımcılık tanımı yaparak, ayrımcılığı genel olarak yasaklar. Protokol’deki tanımda; “Kanunda öngörülen haklardan yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasî veya başka görüşler, ulusal ya da sosyal köken, ulusal bir azınlığa mensubiyet, servet, doğum veya başka bir statüden kaynaklanan herhangi bir nedenle ayrım yapılmaksızın sağlanır. Hiç kimse herhangi bir kamu otoritesi tarafından, yukarıda sayılan gerekçelerle ayrımcılığa tâbi tutulamaz.” (Avrupa Komisyonu, 2000) diyerek aynı zamanda kamu otoritesini de yasa çerçevesinde ayrımcılık yapmaması açısından bağlamaktadır.
Türkiye Anayasası’nın 10. maddesinde, “herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.” denilerek ayrımcılık yasağı düzenlenmektedir. 2004 yılında yapılan değişiklikle kadın-erkek eşitliğine ilişkin vurgu yapılmış ve kadınlara yönelik ayrımcılık yasağı Anayasa’da daha güçlü ifade edilmiştir.
Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’da ülkemizde özürlülerin toplumdan dışlanmasını, marjinalleşmesini engellemeye yönelik olarak, “devlet, insan onur ve haysiyetinin dokunulmazlığı temelinde, özürlülerin ve özürlülüğün her tür istismarına karşı sosyal politikalar geliştirir. Özürlüler aleyhine ayrımcılık yapılamaz; ayrımcılıkla mücadele özürlülere yönelik politikaların temel esasıdır.” (Madde 4) denilmektedir. Yasa, engellilerin toplumun ayrılmaz bir parçası olduğunu, bu nedenle ayrı tutulamayacağını, ayrımcılık yapılamayacağını beyan etmektedir. Yasa aynı zamanda tüm engellileri sosyal güvenlik haklarından yararlandırmayı, kamusal ulaştırma araçlarına ve binalara erişimi kolaylaştırmayı mümkün hale getirmeyi hedeflemekte, evrensel tasarıma gönderme yapmaktadır. Yasa, ayrımcı olmamayı, uygun sosyal güvenceyi, sosyal hizmetleri ve engellilerin ihtiyaçlarına cevap verecek mevcut ve gerçekleştirilebilir düzenlemeleri kapsamaktadır.
İnsan Haklarını Algılamak
Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi’ne göre (2007) özürlü kişiler, çeşitli engellerle karşılaşmaları halinde, diğerleriyle eşit şartlarda topluma tam ve etkili şekilde katılmalarını engelleyen, uzun süreli fiziksel, zihinsel, ruhsal ve duyusal yetersizliği olan kişilerdir. Engellilerin karşılaştıkları olumsuzlukların kendi kişisel durumlarından değil, kendi dışındaki faktörlere de vurgu yapmaktadır. Ayrıca sözleşme çerçevesinde oluşturulacak komitede cinsiyet eşitliğine dikkat çekilmektedir. Bu sözleşme aynı zamanda genelde engelli insanın, özelde engelli kadının insan haklarının tanınması, korunması ve genişletilmesine iyi bir örnek olarak gösterilebilir. İnsan hakları dilinin, insan hakları mücadelesinin gelişimine paralel olarak geliştiğini de söyleyebiliriz.
Ayrımcılığa karşı olma aynı zamanda bir duruşu da beraberinde getirmektedir. Ayrımcı bakış açısı aslında bedenler üzerinden yürütülen bir iktidar savaşıdır. Diğerinin ötekileştirilmesi ırkçılık anlayışının farklı bir yansımasıdır. “İnsan hakları hareketinin belki de başlangıcı, insanın insanileştirilmesi, insanlaştırılmasıdır”. İnsan hakları için mücadele “herkesin farklı ve herkesin eşit olduğuna inanmaktan geçer.
Engellilerin sorunları salt ekonomik yaklaşımlarla, maaş bağlamak vb. açılımlarla çözülemez sosyal, kültürel, siyasal hakları verilmeden, engelliyi birey olarak kabul etmeden, ne yoksulluktan ne de yoksunluktan kurtarabiliriz. Tek başına yasal düzenlemeler sorunları çözmez, tam tersine sorunların çözümsüzlüğünü de içinde barındırır. Önemli olan o yasaların sokakta ve sokaktaki kişi tarafından ne kadar algılanabildiği ve uygulanabildiğidir. Engelli kadınların yaşadığı sosyal dışlanma ve işsizlik gibi sorunlar, diğer dezavantajlı (çocuklar, yaşlılar, hastalar, etnik, dinsel gruplar vb.) grupların yaşadıklarından ayrı düşünülemez. Engellilerin insan hakları hareketi, genel insan hakları hareketinden bağımsızlaştırılamaz. Politika oluşturma, karar alma ve uygulama süreçlerinde amaçlanan hedeflere ulaşılması, ancak toplumun bilinçlendirilerek, kadınlar ve engelliler lehine karşımıza çıkan tablonun iyileştirilmesi ile olanaklıdır.
Zaman, 18.05.2011