Ekonomik devletçilik ve eczaneler

Devletçilik zamanımızın en yaygın siyaset ve ekonomi felsefesi hastalığı.

Siyasi yelpazede neredeyse bulaşmadığı bir duruş ve görüş yok. Size sürpriz gelecek ama, kolektivist (sosyalist) anarşistler bile mülklerin mülkiyetini ve sahipleri tarafından idare edilmesini reddettiği için, özünde devletçi. Şüphesiz, devletçilik dereceleri bakımından siyasi ideolojiler arasında önemli farklılıklar var. Faşizm ve sosyalizm tam devletçi, devlete tapan ve devletin müdahale etmediği bireysel ve toplumsal beşeri alan kalmamasını isteyen yaklaşımlar. Faşizmin ve sosyalizmin teorik temelleri yanında fiilî tarihleri de bunun en büyük şahidi. Ancak, daha ılımlı saydığımız ve sandığımız görüşler de devletçilikten epeyce nasiplenmiş durumda. Muhafazakârlık ve sosyal demokrasi devletçiliği ayrılmaz bir parçaları hâline getirdi. Bu iki fikirsel konumun devletçiliği liberalizmden etkilenme derecelerine bağlı olarak koyulaşmakta veya soluklaşmakta.

Sosyal demokratlarla muhafazakârların devletçiliğinin tezahür alanları birbiriyle bazen örtüşür, bazen farklılaşır. Sosyal demokratlar, yanıltıcı şekilde, sosyal ve kültürel hayatta daha serbestiyetçi görünür, ama ekonomik hayatta devlet müdahalesini zorunlu sayar. Muhafazakârlar devletin belli bir değer sistemini hukuk yoluyla koruyucu, eğitim aracılığıyla yayıcı bir rol üstlenmesini bekler. II. Dünya Savaşı sonrasındaki uzun sosyal demokrat mutabakat döneminde sosyal demokratlarla muhafazakârlar arasında ekonomiye yaklaşım bakımından büyük bir yakınlaşma vuku buldu. Her iki görüş de yaygın devlet müdahalelerini; piyasaların serbestliği öldürecek ölçüde regülasyona tabi tutulmasını; devlet merkezli, tek biçimci, dayatmacı refah sistemini savundu. 1970’lerde bir taraftan bunlara dayanan Keynesyen ekonomi politikalarının çökmesi ve sonsuz bir deniz sanılan ekonomik gücün sınırsız ve sorunsuz dağıtımcılığı sürdürmeye yetmeyeceğinin anlaşılması, diğer taraftan anti-devletçi liberal teorinin beklenmedik bir yenilenme ve canlanma yaşaması devletçiliğin birçok alanda şu veya bu ölçüde gerilemesine yol açtı. 1990’larda sosyalist sistemlerin kâğıttan kaplan gibi çöküşü bunu perçinledi. Buna paralel olarak muhafazakârlık ve sosyal demokrasi, modern ve yeni etiketlerini de kullanarak, pozisyonlarını gözden geçirdi. Devletçilerin şeytanlaştırdığı de-regülasyonlar, özelleştirmeler, refah sistemi budamaları bunun sonucu olarak ortaya çıktı. Ancak, devletçiliğin gerilemesi hiçbir zaman onun tümüyle ortadan kalkması noktasına ulaşmadı. Karma sistem, piyasacı yönü biraz genişlemiş şekilde, devam etti. Devlet toplumsal ve ekonomik hayatın patronluğu koltuğunu boşaltmadı.

Devletçiliğin önce fikir sonra icraat olarak yaygın ve baskın hâle gelmesinin önündeki en büyük engel, liberal fikriyattır; daha doğrusu öyleydi. Ne yazık ki, devletçilik hastalığı üzerindeki bu fikrî disiplin ondan beklenen bu fonksiyonu yeterince ifa edemeyecek kadar gevşedi. Çünkü liberalizm de devletçilikten etkilendi ve kendi içinde çeşitlendi, parçalandı. Zamanla “modern”, “sosyal” veya “yeni” (new) sıfatlarının eklenmesiyle adlandırılan bir liberalizm türü ortaya çıktı. Bu tür, liberalizmin otantik tavrı olan devlete şüpheci bakışı ne devlet faaliyetlerine karşı ihtiyatlılığı, devlet sempatizanlığına, devlete sivil inisiyatifin ve girişimciliğin alanını iyice daraltacak ölçüde bağımlılığa çevirdi. Bugün otantik liberalizmin yanında liberal etiketini kullanmaktan imtina etmeyen ama otantik liberalizmden çok sosyal demokrasiyle ve hatta bazen sosyalizmle çakışan bir “liberal” fikriyata da sahibiz. Bu kadarla kalsa yine iyi, bu fikriyat mensuplarının kavramı kendilerine mal edip otantik liberalleri liberal olmamakla suçladıklarına dahi rastladığımız oluyor. Liberalizmdeki bu parçalanma ve anlam kayması devletçiliğin önündeki fikrî ve fiilî engelleri kaldırmaya veya gevşetmeye hizmet ediyor.

Bu özetlemeden sonra ülkemizdeki son somut devletçilik ataklarına sözü getirelim. Hükümet bir kanun tasarısı hazırladı. Amaç eczacıların ve eczanelerin çalışmalarını yeniden regüle etmek. Her regülasyon bazılarına kazanç sağlar bazılarına zarar verir. Emin olabiliriz, bu sefer de öyle olacak. Tasarıya göre eczanelere sınır getirilecek. Nüfusa bağlı olarak eczane açılacak; yani her 3500 kişiye bir eczane düşecek. Bunun anlamı şu: Türkiye eczaneler bakımından nüfus bölgelerine ayrılacak. Yan yana iki eczane açılamayacak veya 3500’den az nüfuslu yerlerde (ilçe, mahalle vs.) birden çok eczane olamayacak. Bu kurallar (daha doğrusu dayatmalar) var olan eczaneleri etkilemeyecek, bundan sonra açılacak olanlara uygulanacak. Kısaca, eczane–ilaç satış sektöründe bir merkezi planlama sistemi kurulacak. Bu dar bir grup için harika, geri kalan insanlar için kötü plan hükümetle T. Eczacılar Birliği’nin eseri. Bundan şu anda eczanesi olanlar ve mesleğe daha önceden girmiş bulunanlar kazançlı çıkacak. Nitekim daha şimdiden imtiyazlı hâle geldiler. Tasarı kanunlaşırsa eczanelerin değeri bir gün içinde en az ikiye katlanacak. Kimler zararlı çıkacak? Önce eczacılık sektörüne girmek isteyenler. Diplomayla zaten kısıtlanmış olan mesleğe giriş bir de dükkân lisanslamasıyla kısıtlanacak. Birçok hevesli ya sektöre hiç giremeyecek ya da serbest piyasada olacak olandan katbekat fazla maliyetle bunu yapabilecek. İlaç tüketicileri rekabet yokluğundan zarar görecek. Bazı durumlarda ilaç temin etmek için daha uzak yerlere seyahat etmek zorunda kalacak. Kısaca, bu devletçi uygulama piyasanın serbestliğini öldürecek ve dar bir gruba büyük çoğunluğun sırtından menfaat sağlayacak.

Bir diğer devletçi atak yeni teşvik sistemi. Daha önce de birçok defa teşvik paketleri açıklandı. Bu paketler uyanık, bürokrat ve siyasetçilerle iyi bağlantıları olan birçok kimseye kolay ve haksız kazanç kapısı oldu. Eğer teşvik paketleri bir ülkeyi kalkındırmaya yetseydi her ülkenin işi çok kolay olurdu. Teşvik paketlerinin içerdiği politikalar yatırımlarda kullanılacak faktörlerin fiyatlarını ve müteşebbis müşevviklerini çarpıtarak hem eşitsizliğe hem yanlış yatırımlara hem de yatırım görünümlü sahtekârlıklara yol açar. Ekonomik kalkınma için asıl ihtiyaç müteşebbisi yıldırıp başarıyı cezalandırmayan, âdil ve makul bir vergi sistemi, mevzuatı ve idaresi; sağlam para; piyasaya giriş ve çıkışın kolay olması ve hukukun hâkimiyetidir. AKP kalıcı ve uzun vadeli bir ekonomik başarı istiyorsa, defalarca denenmiş devletçi politikalardan uzak kalıp bu noktaları takviye etmeli.

 

Zaman, 20.04.2012

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et