Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı bir özeleştiri yaptı ve geçtiğimiz 13 yılda bazı alanlarda başarı sağlayamadıklarını; mesafe kat edemediklerini söyledi. Eğitimi bu alanların başında zikretti. AK Parti 2002’deki seçim vaatlerinde sağlık, ulaşım, kalkınma, dış ilişkiler vs. alanlarında çok iddialı vaatler sıralamıştı. Herkes istediği hastanede muayene olacaktı. Düşük gelirliler de özel hastanelere gidebilecekti. Hastalar uzun kuyruklarda beklemeyecekti. Yüksek enflasyon bitecekti. Her şehre havalimanı yapılacaktı ve herkes uçağa binebilecekti. Memleketin her tarafına duble yollar yapılacaktı… O zaman için bu vaatler, birçok insana garip ve komik geliyordu, ama AK Parti bunları başardı.
Fakat bu vaatlerin içinde eğitimle ilgili köklü bir öneri yoktu. Anlaşılan AK Parti’nin kurucu kadroları eğitim sisteminde çok fazla sorun tespit edememişti. Oysa ilkokuldan üniversite eğitimine kadar eğitim sisteminin başarısızlıklarla dolu olduğunu görmek için PİSA sonuçlarına falan ihtiyaç yoktu. Türkiye’deki eğitim sisteminin temel ayakları eksiktir. Müfredatlar dışlayıcı, pedagojik değil ideolojik; bu nedenle ritüeller komik, sistem tektipleştirici, politikalar merkeziyetçi ve statükocudur.
Eğitim süreçleri, çocukları hayattan ve içinde yaşadıkları toplumdan koparacak şekilde dizayn edilmiştir. Cumhurbaşkanı, başarısız oldukları alanlardan birini de kültür politikaları olarak tespit etti. Türkiye’deki eğitim sistemi, gençleri ailelerinden, toplumdan ve iş hayatından izole ettiği için eğitim, kültür politikalarının başarısını da imkânsızlaştırmaktadır. Bu şartlar altında AK Parti, kültür politikaları belirleseydi bile “eğitim engeli” nedeniyle bunlar işe yaramayacaktı, boşuna para ve zaman kaybı olacaktı.
Öyle görünüyor ki o gün sorunların farkına varamayanlar bugün varmışlar veya varmaya başlamışlar. Cumhurbaşkanının açıklaması bunu gösteriyor. Bu tespitler yapıldığına göre hükümet, muhtemel Nisan referandumundan sonra eğitim konusunda önemli kararlar alacaktır. Tabi bunun için öncelikle sorunların tespiti yoluna gidilecektir. Bu süreçte hükümete eğitim politikaları konusunda yapıcı ve yönlendirici tavsiyelerde bulunmak gerekir; bunlara kayıtsız kalamayacaklardır.
Türkiye’nin eğitim sorunlarını idari, finansal, programlar, müfredatlar, taksonomiler ve okulların durumu gibi birçok açıdan ele almak gerekecek. Ancak içeriğe dâhil olmayan bazı sorunlar vardır ve her sorun, bu dışsal soruna bağlı olur. Eğitimdeki temel dışsal sorunlardan biri, finansman meselesidir.
Türkiye’de 2012’den sonra eğitimde finansman çeşitliliği kısmen sağlanmaya başlandı. Özel okul oranları %2.9’dan %7’ler seviyesine ulaştı. Ama her şeyde olduğu gibi Türkiye’deki aydın, entelektüel ve okumuş camia içinde finansman çeşitliliğine karşı inanılmaz bir mukavemet var. Bu mukavemetin gerekçesi olarak da, her konuda istismar etmekten kaçınmadıkları fakirlik meselesi korkuluk olarak kullanılıyor. İddiaya göre, finansman çeşitliliği fakirleri daha fazla dezavantajlı duruma düşürecekmiş.
Bu bir safsata. Aksine finansman çeşitliliği, kamu kaynaklarının doğru yerde kullanılmasına ve düşük gelirlilere aktarılmasına imkân verecek avantajlar sağlar; bedavacılığı da ortadan kaldırır. Bedavacılık yanlış anlaşılmasın. İhtiyacı olana vermek yardımdır, olmayana vermek, bedavacılıktır. Türkiye’de eğitim sistemi bedavacıdır ve hem minimal devlet anlayışına hem de sosyal devlet anlayışına aykırıdır.
Bedava sadece fare kapanındaki beyaz peynirdir. Bedava eğitim büyük bir yalandır. Bedavanın fakire maliyeti çok yüksektir. Örneğin 42 yıllık hayat tecrübemle söylüyorum: Bedava bana hep pahalıya gelmiştir. Fakire daha pahalıya gelmektedir. Nedenini birazdan söyleyeceğim.
Kötü siyasetçiler, vergi toplayarak eğitimi bedava yapmaya çalışırlar. Yüksek vergiler, istihdamın azalmasına ve iş gücünün ucuzlamasına yol açar. Ucuz iş gücü fakirliği sürekli hale getirir. İyi siyasetçiler, eğitimi sağlam müteşebbislerin eline teslim ederler. Böylelikle eğitim sektöründeki dört önemli finansmanının önünü açarlar: özel teşebbüs yatırımları, bağışlar, eğitim kredileri ve kamu finansmanı.
Finansman çeşitliliği, eğitim hizmetlerinin ucuzlamasına yol açar; vergilerin düşmesini sağlar ve kamu kaynaklarının israfını engeller. Düşük gelirli ve zeki öğrencilerin bağışlar yoluyla kaliteli eğitim alması mümkün hale gelir. Eğitimin ulaşmadığı yerlere de kamu finansmanı ile destek sağlanır.
Türkiye’de şu anda eğitimdeki kamu finansmanı o kadar yüksek ki bu durum çok garip bir sonuca yol açıyor. Devlet, 500 bin TL’lik evde oturan, altında 200 bin TL’lik arabası olan ailenin çocuklarına da eğitim desteği veriyor. Bu destekler, vergilerden karşılanıyor ve o vergilerin içinde evi olmayan, kirada oturan insanlardan alınan vergiler de var. Durum böyle olunca “düşük gelirlilerin paralarıyla zenginlerin çocukları da okutulmuş oluyor“. Galiba bu, dünyadaki en saçma sosyal devlet anlayışı.
Özetle, eğitim alanında başarılı makro politikalar belirlenemediği ve PİSA sonuçlarından sonra eğitimin kalitesinin yükseltilmesi gerektiği kabul ediliyorsa ilk üzerinde duracağımız konu finansman meselesidir. Hükümet bu konuda bir politika değişikliğine gidecekse finansman çeşitliliğini esas almalıdır. Entelektüellerimiz de eğitim konusundaki tutuculuklarından vazgeçmeli; hükümeti engellemek yerine cesaretlendirmelidir.