Bir ülkenin siyaset, hukuk ve ekonomide hangi rengi alacağını belirleyen en önemli faktörlerden biri, o ülkede mevcut fikir akımlarının kompozisyonudur.
Sadece kolektivist/devletçi fikir ekollerinin boy gösterdiği veya egemen olduğu yerlerde, ekonomik bakımdan otarşik [kendi kendine yeten], siyasî bakımdan otoriteryen, hukukî bakımdan pozitivist ve devleti bireylere önceleyen, idarî bakımdan merkeziyetçi sistemlerin doğması olağandır. Osmanlı/Türkiye tarihini bu açıdan incelediğimizde, ne yazık ki, karşımıza iç açıcı bir tablo çıkmıyor. Daima devleti kurtarmayı veya toplumu mükemmelleştirmeyi hedefleyen kolektivist/devletçi düşünce akımlarının fikir hayatını işgal ettiği görülüyor. İslamcılık, sosyalizm/komünizm, nasyonal sosyalizm, nasyonalizm/faşizm, Kemalizm Türkiye’deki başlıca kolektivist akımlar. Hepsinin özelliği en somut beşeri varlık olan bireyi ihmal etmeleri ve bir kolektiviteyi bireyin yerine ikame edip yüceltmeleri. Bu akımların hepsi devletçiliği savunuyor. İstedikleri devlet, adeta bir yeryüzü Tanrısı gibi, kadir-i mutlak bir güç. Bu devlet bireyleri eğitmeli, beslemeli, neye nasıl inanacaklarını ve nasıl yaşayacaklarını belirlemeli. Birey için iyi, güzel, doğru olanı seçmeli. Toplumsal problemleri çözmeli. Tabiri caizse, bir yeryüzü cenneti yaratmalı. Türkiye’deki fikrî ve siyasî kavgaların birçoğu, bu yüzden, “devletin ele geçirilmesi” ve ideal toplumu yaratmak üzere kullanılması amacı etrafında veriliyor.
Kolektivist devletçi akımların karşısında liberal düşünce yer alıyor. Liberal fikirlerden etkilendiği ölçüde muhafazakârlık ve sosyal demokrasi de (ılımlı devletçi yaklaşımlar olarak) köktenci devletçi bloktan ayrışıyor. Liberal düşüncenin devletçi akımlardan farklılığı, kamu kaynaklarının ve otoritesinin hangi çizgide olursa olsun bir ideal toplum yaratma gayesiyle bireyleri bastırmak veya teşvik etmek üzere kullanılmasına karşı çıkması. Bunun sebebi gayet basit. Toplumlarda din, dil, etnisite, hayat tarzı, kültürel özellikler ve menfaat algılamaları bakımından doğal bir sosyolojik çoğulculuk ve çeşitlilik var. Vatandaşlar, bu çoğulculuğun şu veya bu unsurunu üstün görüyor veya onun içinde yer alıyor olabilir. Fakat devlet bu unsurlar arasında doğruluk/yanlışlık, üstünlük/aşağılık sıralaması yapamaz ve onlardan biri lehine veya aleyhine topluma müdahalede bulunamaz. Devletin ana görevi, çoğulculuğun parçalarının barış içinde yaşamasını sağlayan prosedürel kuralları (yaratmaktan çok) korumaktır. Toplumun ne bir amacı ne de bir ruhu vardır. O yalnızca bir insanî yaşama ortamı teşkil eder. Bireyler bu ortamda tek başlarına veya gruplar halinde kendi amaç ve tarzlarının peşinde koşar. Ancak bu temel hak bedava gelmez, bir fiyatı bulunur. Tekil bireylerin veya birey gruplarının bu hakka sahip olmalarının bedeli başkalarının ayrı eşit temel hakkını kabul etmeleri ve bu hakların kullanılmasına saygı göstermeleridir.
Türkiye’de bu anlamdaki liberal düşünce, ne yazık ki, on yıllar boyunca güçlü ve yaygın bir fikir akımı hâline gelemedi. Osmanlı’nın üç tarz-ı siyaseti içinde yoktu. Tek parti döneminin ana siyasî felsefesi liberal düşüncenin reddine dayandı. 1960’lardan sonra Türkiye’nin akademik ve fikrî hayatını taşkın seller gibi işgal eden sosyalist/komünist akım liberal düşünceden hiç hazzetmedi. Parçalı liberal fikirleri savunan tek tük liberaller, dernekler ve siyasî oluşumlar çıktı ama, onlar da hem derin ve kapsayıcı bir liberal kavrayış geliştiremedi hem de sıcak olayların ve siyasetin helezonu içinde yalpaladı, kalıcı bir varlık gösteremedi. Bu tablo ancak 1980’lerin sonlarında değişmeye başladı. Fikir olarak klasik liberallerin, kurum olarak Liberal Düşünce Topluluğu’nun öncülüğünü yaptığı, yirmi yaşına ulaşan bir liberal fikir oluşumu, ülkenin fikir tablosundaki bu büyük eksikliği giderdi. Bugün Türkiye’de liberal fikriyat etkili ve güçlü bir fikir akımı olarak mevcut ve hızla gelişmekte. Türkiyeli liberaller son olarak Mont Pelerin Cemiyeti’nin (MPS) büyük bir toplantısını İstanbul’da gerçekleştirerek fikir tarihine bir imza daha attı.
MPS, bazılarının sandığı gibi, gizemli bir oluşum değil. Cemiyet 1947’de Hayek’in öncülüğünde her türlü totaliterizme karşı mücadele etmek ve klasik liberal fikriyatı günün problemlerine uyarlamak amacıyla kuruldu. İlk toplantısı İsviçre’nin Mont Pelerin kasabasında yapıldı. Acton-Tocqueville Cemiyeti, Mill Topluluğu gibi önerilerin tartışılmasından sonra, grubun, daha nötr bir isim olarak, ilk toplantı yerinin adıyla anılmasına karar verildi. MPS 1947’den beridir her iki yılda bir genel ve iki genel toplantı arasında birkaç bölgesel veya özel toplantı yapıyor. MPS’nin örgütsel bir yapısı yok. O daha ziyade dünya liberal aydınlarının buluşma platformu. Toplantıları değişik ülkelerde düzenleniyor ve lokal enstitülerin veya kişilerin ev sahipliğinde gerçekleştiriliyor.
MPS İstanbul Özel Toplantısı 30 Eylül–3 Ekim 2011’de İstanbul’da The Marmara Hotel’de 49 ülkeden 265 kişinin katılımıyla yapıldı. Konusu “Ulus, Devlet ve Özgürlük”tü. Ev sahipliğini Liberal Düşünce Topluluğu üstlendi. Altı oturumda ulus devlet ile özgürlük, kültür, kimlik ve globalleşme arasındaki ilişkiler tartışıldı. Devletin ekonomiye müdahalesi ve eğitim hayatındaki rolü ele alındı. Ben bir açış konuşması yaptım. Bican Şahin ve Mustafa Akyol, birer tebliğ sundu. Toplantıya dışarıdan Chandran Kukathas, Douglas Den Uyl, Kenneth Minogue, Leonard Liggio, Steven Davies, Deepak Lal, Peter Boettke, Timur Kuran, Razen Sally, Sam Gregg, Tom Palmer, Pascal Sahin, James Tooley, Edwin Van de Haar gibi önemli liberal akademisyenler katıldı. Türkiye liberallerinden ise (yer darlığından dolayı, yalnızca) Tanel Demirel, Mustafa Acar, Murat Çokgezen, Bahadır Akın, Cennet Uslu, Bekir Özipek, Bahattin Karademir, Murat Erdoğan, Levent Korkut, Seval Yaman, Buğra Kalkan, Yusuf Şahin, Hasan Yücel Başdemir, Bilal Sambur, Özlem Yılmaz, Ömer Çaha, Selçuk Durgut, Arda Akçiçek, Ahmet Cem Özen, Buhari Baytekin, Birol Kovancıoğlu, Alper Akalın, Tuna Saral, Medeni Sungur iştirak etti. Toplantı boyunca çok yararlı fikir alışverişleri gerçekleştirildi ve yeni akademik teşebbüslerin ilk bağlantıları kuruldu.
MPS İstanbul Toplantısı’yla Türkiyeli liberaller rüştlerini ispat ve entelektüel güçlerini takviye yolunda önemli bir adım daha atmış oldu. Merkezinde klasik liberallerin yer aldığı liberal muhitlerin çabaları, hem liberal düşünceyi geliştirip hem de muhafazakâr ve sosyal demokrat çevreleri etkiledikçe, kökten devletçi radikal çizgileri geriletecek ve Türkiye’nin daha iyi bir ülke olmasına yeri başka türlü doldurulamaz katkılar yapmaya devam edecektir.
Zaman Gazetesi, 14.10.2011