Çeviren: Atilla Yayla
The Narrow Corridor: States, Societies, and the Fate of Liberty, Daron Acemoglu ve James A. Robinson, 576 s.; Penguin Press, 2019.
MIT iktisatçısı Daron Acemoğlu ve Şikago Üniversitesi iktisatçısı James Robinson tarafından kaleme alınan The Narrow Coridor (Dar Koridor) adlı kitap 2019’da yayınlandı ve o günden beridir artan “devlet kapasitesi” çağrılarını desteklemek için kullanılmakta. Kitap ilk çıktığında bu sayfalarda değerlendirilmedi ve şimdi burada tartışılacak.
Yazarlar –iki defa- “bu kitap özgürlük hakkındadır” yazmışlar. “Despotik Leviathan” ile anarşi arasında, bireylerin gelişebileceği ve zenginleşebileceği dar bir koridor olduğunu iddia ediyorlar. Analizleri hem toplumların dar koridora giriş ve çıkışlarını tasvir edecek şekilde pozitif hem de özgürlüğün faydalarını ele alma biçiminde normatif. İlk bakışta, bu, “özgürlük” kavramını çok sık işitmeyen intelijansiya için temel bir okuma gibi görünüyor. Ancak, göreceğimiz üzere, kitabın argümanlarına ilişkin birkaç problem var.
Model
İktisatçıların yaptığı gibi, Acemoğlu ve Robinson tezlerini, kitapta grafiksel olarak sunulan, daha basit bir dünya modeli ile geliştirmektedir. Temel fikir şu: (ekonomik ve sosyal ilişkiler dâhil) Sosyal ilişkiler değişik derecelerde devletin gücü ve toplumun gücü tarafından yönetilir. Bu değişkenlerin her biri bir Kartezyen şemanın (plane) bir ekseninde gösterilmektedir. Acemoğlu ve Robinson “toplum”u devlet ya da hükümet elitleri olmayan her şey olarak tanımlamaktadır. Toplum sıradan insanlardan müteşekkildir. Gelişmiş ülkelerde toplum aşağı yukarı “sivil toplum” olarak adlandırılan şeye tekabül eder.
Diğer şartlar eşit olmak kaydıyla, devlet daha fazla güç sahibi oldukça daha “despotik Leviathan” olur. Diğer şartlar eşit olmak kaydıyla, toplum, daha fazla güç kullandıkça biz daha muhtemelen şu iki durumdan biriyle karşılaşırız: Ya Hobbescu “herkesin herkese karşı savaşı” ya da daimi şiddeti önlemek ve bireysel davranışları koordine etmek için ilkel toplumlarda gözlemlediğimiz türden bastırıcı normlar.
Çin yönetimi despotik Leviathana iki bin yıldan fazladır örnek teşkil etti; söylemeye hacet yok, burada yalnız değildi ve hâlen de değil. İkinci eksene (toplumun gücü) yaklaştıkça, Acemoğlu ve Robinson’un namevcut Leviathan dediği şeyle karşılaşırız. Bu, yazarların haklarında çok etnolojik bilgi sağladığı ilkel devletsiz toplumlarda bulunabilir. Bazı modern toplumlar da –örneğin, Lübnan- bir namevcut Leviathan’a sahiptir. Acemoğlu ve Robinson’a göre, bu iki sosyal organizasyon tipinin arasında bir yerde, despotik Leviathan ve namevcut Leviathan arasında, özgürlüğün yaşadığı dar koridor yer almaktadır.
İnsan “despotik Leviathan” ifadesinin gereksiz olduğunu düşünebilir, fakat Acemoğlu ve Robinson’un modelinde ve terminolojisinde durum bu değil. Onlar için “Leviathan” pejoratif bir terim değildir; kavram sadece, â la Thomas Hobbes, daimi şiddeti veya “normlar kafesini” kurmayı önleyecek kadar güçlü bir merkezî devleti tasvir etmektedir. Dar Koridor’da (ortak bilgelikte olduğu gibi) anarşi yalnızca ya Hobbes’çu savaşa veya bastırılmış ilkel topluma yol açabilir.
Daimi şiddet, bastıran normlar ve despotizm, bunların hepsi ekonomik büyümeye ve refaha aykırıdır. Büyüme inovasyona ihtiyaç duyar ve “inovasyon yaratıcılığa, yaratıcılık hürriyete ihtiyaç duyar.” Yazarlar bu fikirleri daha önceki kitaplarında geliştirdiler: Why Nations Fail (Profile Books, 2012).
Dar Koridor, özgürlüğün Leviathan’ı zincire vurmak için, hem “devlet kapasitesini” (devlet gücü) hem de popüler mobilizasyonu (toplumun gücü) gerektirdiğini ileri sürmektedir. Zincire vurulmuş Leviathan despotizm ile normlar kafesi veya daimi şiddet arasında bir dar koridor açar. Bu koridor özgürlüğün egemen olduğu yerdir: Amerika’da, çoğu Batı Avrupa ülkesinde ve onların politik ve ekonomik sistemini takip eden diğer ülkelerde.
Yazarlar şöyle izah etmekte:
Önemli olan yalnızca zincirler değildir. Leviathan’ın kanunları uygulama, kamu hizmetlerini sağlama ve ekonomik fırsatları ve müşevvikleri yaratma gücüne sahip olma yeteneği de mümkündür. Toplumun onu kontrol etme gücüyle eşleştiği ölçüde devlet kapasitesi de eşit derecede esastır.
Farklı ülkeler koridorda farklı yerler işgal eder. Kolektif davranış gerektiren yeni problemler belirdikçe hem devlet kapasitesi hem de sosyal güç büyüyecektir. Toplumlar koridorda yukarı doğru tırmanacaktır. Acemoğlu ve Robinson bir tarafta gittikçe daha fazla kamu malları, sosyal servisler, dışsallıklara çözümler, tekellerin kontrolü, kamu sağlığı ve benzer hizmetler sunan bir devlet diğer tarafta toplumun Leviathan üzerinde demokratik kontrolü arasındaki bu yarışı “Kızıl Kraliçe etkisi” olarak tasvir etmektedir. Lewis Carol’un Through the Looking-Glass’ında Kızıl Kraliçe’nin izah edildiği üzere, herkes bulunduğu yerde kalmak üzere koşmak mecburiyetindedir. Benzer şekilde, eğer bir toplum koridorda kalacaksa Leviathan’ın gücü artan popüler taleplere cevap vermek için büyümeli ve sosyal güç Leviathanı zincirlenmiş halde tutmak için büyümeli.
Bu şekilde, özgürlük, toplumlar koridor boyunca veya koridorun dışından içine doğru hareket ettikçe artar –en azından azalmaz. “Gerçek özgürlük” zincirlenmiş bir Leviathana ihtiyaç duyar. Dar Koridor’u yazarlar bu şekilde tartışmaya devam eder.
Normlar Kafesi
Dar Koridor’daki problemlere bakmadan önce, Acemoğlu ve Robinson’un Leviathan’ın yokluğunda normlar kafesi olarak adlandırdığı şeyin muhtemelen anarşiye karşı en ciddi argümanlardan birini teşkil ettiğini kabul etmeliyiz. Argüman şöyle devam eder: Devletsiz bir toplumda daimi şiddetten kaçınmak için toplumun üyeleri arasındaki ilişkiler çok sıkı sosyal normlar tarafından koordine edilmek mecburiyetindedir. (Bkz. “The Valium of the People,” Regulation, Spring 2016.) Gücü bir sınırlı devlette (zincirlenmiş Leviathan) lokalize ederek, devlet daha iyi kontrol edilebilir ve özgürlük gelişebilir. Ancak, bu argüman –doğru bile olsa- Leviathan’ın kapasitesine kayıtsız şartsız yetki vermez.
Bir problem şudur: Devlet normlar kafesini çözmekten (gevşetmekten) ziyade genellikle güçlendirir. Acemoğlu ve Robinson’un kendilerinin gösterdiği üzere, Suudi Arabistan ve diğer Orta Doğulu devletler, tarihsel olarak uygulanmış İslamî dinî kurallara, şeriata sahiptirler, çünkü öyle yapmak kendi çıkarlarına olmuştur. Eğer çoğu birey (“toplum”) bazı anti-bireyci hurafelere inanırsa devlet muhtemelen onları uygulayacak, onları kendi güç kollarına ödünç verecektir. En azından, bu sosyal normlara, şiddetin genellikle vuku bulduğu lokal seviyede doğrudan doğruya müdahale etmeyecektir.
Acemoğlu ve Robinson, koridor dışındaki diğer ülkeler hakkında olduğu kadar, Hindistan’ın yaşamakta olan kast sistemi ve onun çoğu zaman şiddetli ayrımcılığı hakkında dehşet verici hikayeler anlatıyorlar. Daha güçlü bir devletin adaletsizliklere daha iyi meydan okuyacağı kesin değildir. İslamî devlet kesinlikle böyle yapmazdı. Taliban bir diğer ibret verici örnek sunmaktadır.
Eğer “devlet” ile, lokal seviye dâhil, siyasal otoriteler tarafından bütün organize edilmiş zorlama yapısını kastedersek, devlet ile toplum arasındaki güya faydalı yarış daha da güçlü olacaktır. Eğer “toplum” bazı normları ihlal etmiş birini aforoz etmek isterse, suçluyu köyün dışına atmaya veya onu ayrılmaya, getirisini engellemeye ve diğer bireylerin onunla hemhal olmasını durdurmaya fiziksel olarak muktedir bir güç olmalıdır.
Tipik olarak, hükmeden normlar devletin gücünü tehdit ettiği zamandır ki devlet bu normları yok etmeye çalışacaktır. Bu, büyük ölçüde, Fransız Devrimi’nin, özellikle onun 1793’te başlayan daha şiddetli periyodunun hikâyesidir. Alexis de Tocqueville’den Bertrand de Jouvenel’e birçok gözlemcinin not ettiği üzere, devrimciler, siyasal kurumlardan dini ve eğitim kurumlarına ve hatta aileye kadar, eski rejimin her izini yok etmek istedi. Sonuç olarak, yalnızlaştırılmış birey, kendisini uzun süreli sonuçlarıyla, yeni cumhuriyetçi Leviathan’ın kontrolü altında buldu. Eğer Acemoğlu ve Robinson modellerini Fransız Devrimi’ne uygulamış olsaydı ilginç olurdu.
Aydınlanma ile, modern toplumlar Nobel ekonomi ödülü sahibi Friedrich Hayek’in “soyut düzen” dediği, normlar kafesinin tersi olan şeyi geliştirdi. (Bkz. “Against Tribal Instincts,” Regulation, Spring 2018.) Bu şartlarda tek alternatifin bir zincirlenmiş devlet ile tehlikeli veya bastırıcı anarşi arasında olduğu daha az kesindir. Hume’cu türden kendiliğinden doğan sözleşmelere dayanan bir devletsiz toplum, ki hem Adam Smith’in hem Anthony de Jasay’in düşündüğü şeye tekabül eder, bir başka dar koridorda muhtemelen bir yer bulabilirdi. En azından bu sual sorulmalıdır.
Yeni bir baskıcı kötü (woke) kurallar kafesinin geçtiğimiz on yıllarda gelişiyor olması gayri mümkün değildir. Fakat bu yeni kafesin devlet tarafından üniversitelere devlet sübvansiyonu ve milyonlarca dolarla kötü davaların cesaretlendirilmesi suretiyle güçlü şekilde desteklenmekte olabileceğine dikkat edin. Bu da anarşinin total reddine karşı işler.
Acemoğlu ve Robinson Batılı ülkelerin (Kızıl Kraliçe mucizesini gerçekleştirdikten sonra daha fazla demokrasi ve özgürlükle birlikte) Roma İmparatorluğu’nun devlet kurumu mirasından yararlandıkları için devlet kapasitesini geliştirmeye muktedir olduğunu iddia etmektedir. Bu kesin olmaktan uzak. Stanford Üniversitesi’nden Walter Scheidel Escape from Rome adlı kitabında ikna edici biçimde tersini iddia etmektedir: Batı’da özgürlük ve refah Batı Roma İmparatorluğu’nun çöküşünün ortaya çıkardığı anarşi sayesinde büyümüştür. (Bkz. “Let’s Travel That Road Again,” Spring 2020).
Klasik Atina ve 10. Asır civarında İtalya’nın ticari komünleri gibi, zenginleşen ve bir ölçüde bireysel özgürlük sunan eski toplumlarda, demokratik kurumlar dâhil, bir despotun yükselmesine izin vermeyecek seçkin kurumlara sahipti. Fakat despotik Leviathanların onları yutması için birkaç asrın yeterli olduğu dikkate değer. Devlet ve toplum arasındaki bir Kızıl Kraliçe sıçan yarışı bu kaderin modern toplumları vurmasını engelleyebilir mi? Bu sefer farklı mıdır?
Kasvetli toplum, kasvetli siyaset
Bir siyasal modelde “toplum”u bir değişken olarak kullanmak onu düşünen veya davranan bir varlık olarak görme riskini artırır. Belki böyle bir organikci (organicist) veya kollektivist retorik sıkı bir normlar kafesine hapsedilmiş toplumlar durumunda bir makuliyet cilasına sahiptir fakat modern ve çeşitlilik sahibi toplumlara uygulandığında kesinlikle tehlikelidir. Sonrakinde ortak bireysel tercihler veya değerler dizisi (range) çok küçüktür ve hakiki “kamu malları” (ki, tanım gereği, oybirliğiyle arzu edilir) çok sınırlıdır. “Toplum” adına çoğu devlet müdahaleleri diğerlerine yardım etmek adına bazı bireylere zarar veriyor oluşu asla ihmâl edilmemesi gereken bir gerçek. “Toplumun ihtiyaçlarından” veya “toplumun arzusundan” bahsetmek pek az anlam taşır.
Yazarlar, popülistler gibi, bir demokratik sistemin Leviathan’ı zincirleyebileceğini, çünkü bunun “toplumun” menfaatine olacağını iddia eder görünmektedir. Diğerleri yanında Kenneth Arrow ve William Riker’in de gösterdiği üzere, demokratik süreçlerin siyasa sahasında herhangi bir yere gitmeye öncülük edebileceğini tümüyle idrak etmişler midir? (Bkz. “Populist Choices Are Meaningless,” Regulation, Spring 2021.) Siyaset Kızıl Kraliçe yarışı tarafından daha fazla teşvik edildikçe, sonuçlar daha insicamsız, kaotik veya diktatoryal olacaktır.
Toplumun ve devletin bütün bu problemleri James Buchanan’ın bir liberal sözleşme kavramıyla faydalı şekilde analiz edilebilir. Nobelli iktisatçının Dar Koridor’da hiçbir yerde anılmaması, hatta isminden bile bahsedilmemesi şaşırtıcıdır. Kitap bir Buchanan açığıyla maluldür.
Aksinin yalan olduğunu gösterme yoluyla ispatlama (reductio ad absurdum)
Acemoğlu ve Robinson’un modelinin, sona ermeyen bir Kızıl Kraliçe yarışının devamlı olarak büyüyen bir devlet gücüne ve sosyal güce yol açabileceğini ve açacağını ileri sürdüğünü gördük. Fakat bu tam manasıyla imkânsızdır. Çünkü nihayetinde öyle bir duruma ulaşacağız ki (artık öyle olmayan) zincirlenmiş Leviathan toplum üzerinde total gücü kazanmış olacaktır, sonraki (devlet) öncekine (toplum) direnmede total olarak kuvvetli olacaktır. Bu argüman Kızıl Kraliçe etkisinin bir tür reductio ad absurdum’unu sunmaktadır. Devlet gücündeki her büyüme mecburen vatandaş ve bu yüzden toplum üzerine emirler, yasaklar ve sınırlamalar yükleyecektir.
Harvardlı filozof Robert Nozick’in Anarchy, State and Liberty’deki kinayeli hikâyesini hatırlayın: Bir efendi, 100 kölesine, kendileri hakkındaki tüm kararları demokratik şekilde oluşturma izni verir, öyle ki her biri, kendi hayatının yüzde biri dahil, her bir kölenin hayatının yüzde birini kontrol eder. Her birey tümüyle güçsüz olmaya çok yakın olacaktır, aynen bütünüyle güçlü bir demokratik Leviathan tarafından tahakküm edilen bütünüyle güçlü bir toplumdaki birey gibi.
Bu yüzden Leviathan’ın ve toplumun birbirlerine paralel büyümesinin özgürlük onarılamaz biçimde tehlikeye atılmadan önce nerede durdurulması gerektiği sorununu ele almalıyız. O noktayı geçtik mi? Leviathan’ı kesin olarak fazla ileri gittiği anlaşılınca nasıl durdurmak istersiniz? “Toplum” Leviathan’a “Dur bir dakika, nefesimi tazelemek zorundayım” diyebilecek midir? Acemoğlu ve Robinson’un modeli bu sorulara cevap vermeye gayri muktedir görünmektedir.
Bu yetersizlik Acemoğlu ve Robinson’un mantığının “de Jasay tesiri” diyebileceğimiz şeyin önemini hâlâ idrak edememeleri sebebiyle ağırlaşmaktadır: Devlet kapasitesi güçlendikçe Leviathan tarafından ihsan edilen imtiyazlar daha değerli ve daha gerekli olacaktır, devlet toplumun farklı kesimlerinden gelen uzlaştırılamaz taleplerle daha fazla yük altına girecektir, ve daha fazla güç kazanacaktır – fasit daire böyle sürer gider. Acemoğlu ve Robinson, devletin kazandığını toplumun kaybettiği “sıfır toplamlı Kızıl Kraliçe etkisi”nde problemi tespit ediyor: Bu Allende’nin Şili’sinde, Chavez’in Venezuela’sında, Almanya’nın Weimar Cumhuriyeti’nde ve diğer ülkelerde vuku buldu. Fakat yazarlar Kızıl Kraliçe’nin sıçan yarışındaki istikrarsızlığı idrak etmiş gibi görünmüyorlar.
Özgürlük nedir?
Montesquieu tarafından ileri sürülen bir karışıklık insanların (“toplum”) gücü ile insanların birey olarak özgürlüğü arasındadır. Bu karışıklığın Narrow Corridor’da tasvir edildiği biçimiyle toplum ve Leviathan arasındaki yarıştan sızdığını iddia edeceğim. Benjamin Constant tarafından işaret edilen ilişkili bir karışıklık birey veya modern özgürlük ile kolektif veya eski özgürlük arasındadır. Paris’te 1819’da verdiği bir deste Constant Eskiler için özgürlük vatandaşların azınlıklar üzerindeki kolektif özgürlüğü iken modern özgürlüğün, her bireyin kendisini mümkün en geniş ölçüde fiilen idare etmesine izin veren bireysel özgürlük olduğunu izah etti. Kızıl Kraliçe bunu net biçimde görmemekte.
Acemoğlu ve Robinson’un iddia ettiğinin tersine, “despotizmin özü” “toplumun devlet hiyerarşisi dışında siyasa yapımını organize etmedeki ve etkilemedeki iktidarsızlığı” değildir. Seçimle oluşan meclisler despotik olabilir. Despotizm bireylerin kendi barışçıl tercihlerini devletten gelen şiddet veya şiddet tehdidi olmadan gerçekleştirme iktidarsızlığıdır; despotizm bireysel özgürlüğün yokluğudur.
Yakından bağlantılı olan negatif ve pozitif özgürlük arasındaki ayrımdır. The Narrow Corridor’un son bölümünde vurgulandığı üzere Acemoğlu ve Robinson pozitif özgürlük idealini –yani bazı bireylerin, öyle yapmak diğer bireylerin mutluluklarını azaltmayı gerektirse bile, şeyleri yapma ve nesnelere sahip olma kapasitesini- tasdik ediyor. Bu kavramın tersine, negatif özgürlük siyasal otoritelerin bireysel tercihlere müdahalesinden (veya en azından keyfi müdahalesinden) korunmakta yatar.
O zaman en azından zımnen, Acemoğlu ve Robinson özgürlüğü toplumun insanların bireylerin bir çoğunluğuna bazı pozitif özgürlükleri tatbik etmesine müsaade etme kolektif gücü olarak anlamaktadır. Tahmin ederim ki bu pozitif özgürlüklerin şiddetten ve “tahakkümden” özgür olma hakkını kapsadığı ve kendilerinin bireysel özgürlük hakkında da hassas oldukları cevabını vereceklerdir. Fakat bu farklı özgürlük kavramlarını uzlaştırmak için hiçbir anahtar sunmuyorlar. Amerikan Leviathan’ının daha büyümesini istemeleri kadar Franklin D. Roosevelt’in ilerlemeci dönemine ve New Deal’in lehine pozisyon almaları, korkarım, kalplerinin nerede olduğunu gösteriyor.
Narrow Corridor’un sonuç bölümü Hayek’in Kölelik Yolu adlı kitabını Leviathan’ın hem zincirlenmiş hem de güçlü olabileceğini anlamamakta eleştiriyor. Acemoğlu ve Robinson (farklı terimlerle olmakla birlikte) iddia etmektedir ki Hayek’in totaliterizm korkusu yanlıştır (misplaced), bir totaliteryen devlet, onun alanının insan faaliyetlerinin tamamını içine alması anlamında, tehlikeli olmak mecburiyetinde değildir. Kendilerinin zincirlenmiş Leviathan’ı hiçbir yanlış yapmayacağından devlet nezaretini kabul eden Danimarkalılara bak! Acemoğlu ve Robinson’un daha genel bir eleştirisi, Tocqueville’in demokrasilerin geleceği için tahmin ettiği “regüle edilmiş, yumuşak ve barışçıl” yumuşak tiranlığı ihmal etmeleridir.
Aşksız siyaset
The Narrow Corridor yazarları “İsveç modeli” olarak adlandırılan şey için hayranlığını ifade etmektedir. Bu doğru bir şey midir? İsveç “sosyal ortakların” (işçi sendikaları ve büyük işletmeler) istihdamın şartlarına karar verdiği bir ülkedir. The Narrow Corridor’un yazarları devlet için pazar fiyatlarını değiştirmenin geliri vergiler ve sübvansiyonlar yoluyla yeniden dağıtmaktan daha iyi olabileceğini ileri sürüyorlar. Bu nasıl işleyecektir? Kira kontrolleri gibi? OECD’ye göre İsveç üye devletler arasından en kısıtlayıcı kira kontrollerine sahiptir. Bir sonuç, bir daireyi yasal olarak kiralamak için ortalama bekleme süresinin 8 ile 10 yıl olmasıdır. Bu yaklaşımı sağlam ekonomi ile ve hatta sağlam yeniden dağıtım ile bağdaştırmak zordur.
İnsan bazen İsveç gibi ülkelerin Patrick McGoohan’ın televizyon dizisi The Prisoner’a benzediği izlenimini edinmektedir: Hayat kontrol edilmektedir ve kolaydır, herkes gülümsemektedir ve kaybolan tek şey bireysel özgürlüktür. George Mason Üniversitesi’nde iktisatçı olan ve İsveç’te çok zaman harcayan Dan Klein şöyle demektedir: “Eğer özgürlüğü bugün İsveç’in sahip olduğu her şey olarak tanımlarsanız, o zaman bugün İsveç’in sahip olduğu şey özgürlük idealidir.”
The Narrow Corridor birçok federal regülasyon hakkında taraflı (biased) bir görüş sunmaktadır. Niçin yazarlar Amerikan Leviathan’ın ayrımcılık uygulayacağı veya casusluk yapacağı sonraki azınlık hakkında pek endişeli değildir? Federal Leviathan’ın da Big Brother bireysel devleterin de elde etmemesi gereken güçler vardır (“Leviathan with a Human Face,” Spring 2016). Bilhassa mevcut devlet kapasitesi seviyesinde, herhangi bir artışın haklılaştırılması zordur.
Kitabın bir diğer zayıflığı, onun “Buchanan açığı” olarak ifade ettiğim, gerçek dünya demokratik sistemlerinde siyasal süreçlerin fiiliyatta nasıl işlediği hakkında, eğer varsa, çok az düşünce kapsamasıdır. Kitabın ilginç fikirlerini kamu tercihi ekonomisinin süzgecinden geçirmek –Buchanan’ın dediği gibi “aşksız siyaset”- onu geliştirecektir.
Benim negatif eleştirilerim kitabın öğretici olmadığını ima etmez. Hemfikir olduğum birçok analizi geliştirilebilecek olan şeyler üzerinde yoğunlaşmak için ihmal ettim. Yazarlar, kendi özgürlük konseptleri bulanık olmasına rağmen, bireysel özgürlük ve otonominin nasıl en iyi şekilde korunabileceği hakkında birçok önemli soru soruyorlar.
Dar koridorla ilgili gelişmiş ve daha faydalı bir çalışma, kanaatime göre, anarşi ve devletin normatif pozisyonlarını değiştirecektir. Devletin “toplumu” anarşiye karşı nasıl koruyacağına bakmak yerine, devletin mümkün (makul – feasible) anarşiyi –yani imkân dahilinde olan anarşi seviyesini- nasıl koruyabileceğini soracaktır. Normatif öncelik Leviathan’a değil anarşiye verilmelidir.
“A Shackled Leviathan That Keeps Roaming and Growing”, Regulation, Fall 2021, Cato Institute, s. 47 – 50.
https://www.cato.org/sites/cato.org/files/2021-09/regulation-v44n3-8.pdf