Din özgürlüğü mü, dinden özgürlük mü?

Amerikan Dışişleri Bakanlığı her sene bir din özgürlüğü raporu hazırlayarak birçok ülkede din özgürlüğünün durumuyla ilgili tespit ve tahliller yapıyor. ABD, din özgürlüğü bakımından hiçbir problemin yaşanmadığı bir ülke değil.

Özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra Müslümanların çeşitli din özgürlüğü ihlalleriyle karşılaştıkları da biliniyor. Buna rağmen bu ülkenin böyle bir rapor hazırlaması ve bunu dünyaya açıklaması üç sebepten dolayı önemli. İlk olarak ABD din özgürlüğünün çok önemsendiği bir ülke. Nitekim birçok ABD’liye göre din özgürlüğü ABD’nin ilk ve en temel ilkesidir. Amerikalılar her zaman din özgürlüğüne önem vermiştir.

İkinci olarak din özgürlüğü, S. Mill’in “Özgürlük Üstüne” adlı eserinde belirttiği gibi, modern insan hakları konseptinin ilk ortaya çıktığı ve şekillendiği alandır. Bu yüzden din özgürlüğü mücadelesi insan hakları mücadelesinin tam ortasında yer almaktadır. Üçüncüsü, ABD bir süper güçtür ve dünyanın her yerinde etkili olma şansı var. Böyle bir ülkenin, kimi eksiklik ve hatalarına rağmen, din özgürlüğünü kendine dert edinmesi ve yanlışları teşhir etmesi bütün dünyada din özgürlüğünün gelişmesine katkıda bulunabilir.

Türkiye’deki Laiklik Din Özgürlüğüne Zararlı

Bu yılın raporunda da Türkiye hakkında bazı tespit ve değerlendirmeler var. Rapor ülkemizde din özgürlüğü açısından birçok kesimin sıkıntılar yaşadığını vurguluyor. Gayrimüslimlerin din eğitimi ve Sünni Müslümanların başörtüsü probleminin altı özellikle çiziliyor. Raporda dikkat çeken ve beni bu yazıyı kaleme almaya iten ilginç bir ifade de yer alıyor. Türkiye’deki laiklik uygulamalarının din özgürlüğüne zarar verdiği söyleniyor. Bu tespitin hem laikliği din özgürlüğünden arındırarak yorumlayan hem de laiklikle din özgürlüğünü aynılaştıran kişi ve kesimler tarafından şaşkınlıkla karşılanacağına kuşku yok.

Aslında raporun bu tespiti bizi çok önemli meseleleri tartışmaya teşvik edici. Laiklikle din özgürlüğü aynı şey midir? Aralarında bir gerilim çıktığında hangisine öncelik verilmelidir? Medeni bir hayat ve siyasî sistem olarak demokrasi, laikliği mi yoksa din özgürlüğünü mü öncelemeyi gerektirir? Laikliği, din özgürlüğünü esas alan bir tanım ve uygulamaya dayandırırsak yanlış yapmış olur muyuz? Din özgürlüğünü tanımayan laiklik gerçekten laiklik midir? Bu tür sorular üzerinde anlamlı bir düşünce faaliyeti gerçekleştirebilmek için din özgürlüğü kavramı ile dinden özgürlük kavramı arasında bir ayrım yaparak işe başlamak yararlı olabilir.

Din özgürlüğü bireylerin tek tek veya topluca dinlerini seçme, yaşama, yansıtma, yayma hakkını kapsar. Burada dinin muhtevası önemli değildir. Din özgürlüğü her bireyin sahip olduğu bir haktır. İnanç bakımından asla hiçbir sınır çizilemeyecek din özgürlüğü dini pratikte de ancak ve ancak insan haklarını korumak için ve istisnai olarak sınırlandırılabilir. Böyle tanımlandığında din özgürlüğü dinden özgürlüğü de kapsar. Bu şu demektir. Bir birey veya birey grubu hiçbir dine inanmama, hiçbir dini yaşamama ve din karşıtı görüşlerini savunma ve yayma hakkına sahiptir. Başka bir deyişle din özgürlüğü dinden kaçma, dini hayatına sokmama hakkını da kapsar. Dindar insanları mutlu etmeyecek olan bu dinden uzaklaşma hakkı din özgürlüğünün olmazsa olmaz parçasıdır. Nitekim, din özgürlüğünün nispeten kuvvetli şekilde tesis edilip yaşandığı yerlerde dinden uzak kalan kişi ve gruplara rastlanmaktadır. Dine hayatlarında yer vermeyen ve vermek istemeyen kişiler devlet tarafından taciz ediliyorsa veya toplumsal hayatta vuku bulan bu kimselere yönelik tacizler devlet tarafından engellenmiyor, görmezden geliniyorsa, din özgürlüğü yoktur.

Ancak, dinden özgürlük siyasî bir ilke olursa din özgürlüğü ortadan kalkar. Dinden özgürlüğe laiklik adı verilirse ve bu tür laiklik bir temel siyasî ilke seviyesine yükseltilirse laiklik bir alternatif dine dönüşür ve dinlerle savaşmaya başlar. Türkiye, Tunus ve Cezayir gibi ülkelerde yaşanan dram budur. Dinden özgürlüğün kişisel veya grupsal olarak benimsenmesine laik bir sistemde elbette yer vardır. Ancak, bazıları dinin insan aklını baskı altına aldığını, laikliğin insanları bundan koruması gerektiğini iddia etmektedir. Bu bakış bireylerin bilerek ve isteyerek, bilinçli şekilde kendilerini bir dine adayabileceğini düşünmemekte veya kabul etmemektedir. Bu bakış I. Berlin’in “İki Özgürlük Konsepti” adlı klasik makalesinde teşhir ve izah ettiği gibi anti özgürlükçü bir zihniyettir. Kişilerin reşit olmadığını, aklını kullanamadığını ve bu sebeple kendilerinin iyiliği için, yani bazı baskılardan kurtarılmak için, çocuk muamelesine tabi tutulmaları ve baskı altına alınmaları gerektiğini ileri sürmektedir. Bazı radikal dindarların “insanlar Tanrı’nın buyruklarını anlamadıkları için hem dünya hem ahiret hayatlarını mahvediyor, bu yüzden onlara Tanrı’nın buyrukları dışında çıkma izni verilmemelidir” deyip devlete insanları dindarlaştırma görevi yüklemesiyle bu tavır arasında hiçbir mantık farkı yoktur. Her iki yaklaşım da sonunda din özgürlüğünü reddetmektedir.

Türkiye’de ‘Din Özgürlüğü’ ve ‘Uygulaması’

Doğru anlamıyla din özgürlüğü ilkesi ve uygulaması Türkiye’de demokrasiye geçişle birlikte başlamıştır. Daha öncesinde ağırlıklı olarak din özgürlüğünü değil dinden özgürlüğü esas alan ve kamu otoritesine bunu gerçekleştirme görevi yükleyen bir anlayış egemen olmuştur. Anti özgürlükçü bu yaklaşım her ne kadar laiklik olarak adlandırıldıysa da aslında laiklikten çok uzak kalmıştır. Bu anlamda Türkiye tek parti döneminde “Batılılaşmış” filan da değildir. Bu tatbikata imza atan zihniyet Batılılaşmayı yanlış anlamıştır. Geçenlerde bir köşe yazarının sevimli fakat naif şekilde ifade ettiği gibi Türkiye’nin “yüzünün Batı’ya dönük olmasını” Batı harflerinin kullanılması, Batı müziğinin dinlenmesi ve Batı kıyafetlerinin benimsenmesiyle özdeşleştirmiştir. Medeniyeti yanlış okuduğu için Batı’yı Batı yapan asıl değerleri ve kurumları görememiş ve kavrayamamıştır. Görülmeyenler arasında din özgürlüğü de yer almıştır. Bu yüzden, sözüm ona Türk laikliği din özgürlüğünü ve dolayısıyla toplumsal barışı değil, dinin devlet eliyle geriletilmesini ve dindarların bastırılmasını esas alan bir icraat dizisine imza atmıştır.

İşin ilginci, bu özgürlük karşıtı yaklaşımın bir değil birçok kesime zarar vermiş olmasıdır. Azınlık olan Aleviler yanında çoğunluk olan Sünniler de, Nusayriler yanında Süryaniler de, Müslümanlar yanında gayrimüslimler de zarar görmüştür. ABD’li uzmanların Türkiye’deki laiklik uygulamalarının din özgürlüğüne zarar verdiği tespiti yanlış değildir. Bilinen gerçek bir kez daha ilan edilmiştir. Açıktır ki Türkiye sert, otoriteryen ve genelde dinden özgürlüğü esas alan laiklik yorum ve uygulamasından din özgürlüğünü merkeze alan, yumuşak, demokratik laiklik uygulamasına kaymalıdır. Birçok problemin çözümü bunda yatmaktadır.

Zaman, 13.11.2009
 
 

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et