Ülkemizin yakın geçmişinde yaşanan ciddi enflasyon ve istikrarsızlıklar pek çok insanın hafızasında hala tazeliğini koruyor. Ve hatta tekrar o günlere geri dönülür mü endişesini taşıyanlar da yok değil. Ancak on yılı aşkın bir süredir devam eden nispi istikrar, hem enflasyon beklentilerinin kırılmasını hem de enflasyonun kabul edilebilir sınırlarda tutulmasını sağlamış gibi gözüküyor. Bu nispi istikrarın temelini mali disiplinin oluşturduğu muhakkak. Çünkü pek çok yerde olduğu gibi ülkemizde de yüksek ve kronik enflasyon disiplinsiz kamu harcamalarının sebep olduğu açıklardan kaynaklanıyordu.
Cumhuriyetin ilk yılları hariç tutulursa, 2000’li yıllara kadar Türkiye’nin kamu maliyesi disiplininden uzak kaldığı söylenebilir. İlk bakışta geniş bir altyapı talebinin olduğu bir memlekette bu tür açıkların bir dereceye kadar makul olduğu düşünülebilir. Çünkü altyapı ihtiyacı kamu harcamaları üzerinde bir baskı yaratabilmektedir. Ancak ülkemizde durum hayli farklıydı.
Türkiye’de kamu açıkları doğru dürüst vergi toplayamayan bir devlet mekanizmasının, imkânlarının çok üstünde harcama yapmasıyla ilişkiliydi. Gelir ihtiyacı sürekli artan devlet, ödeme çarkını döndürmek için daha fazla borçlanmak zorunda kalıyordu. Çoğu zaman oldukça yüksek reel faizlerle alınan bu borçların ödenmesi maliyeyi her geçen gün daha fazla zorluyordu. KİT açıkları, tarımsal destekler, faiz ödemeleri ve diğer sebepler, bir bütün olarak kamu kesimi ödeme yükünü artırmakta ve karşılaşılan zorluklar, kâğıt para miktarının artırıldığı bir süreci beraberinde getirmekteydi. Sonuç sürekli enflasyondu.
Türkiye bu yüksek enflasyon zincirini 2001 yılında Güçlü Ekonomiye Geçiş programıyla başlayan süreçte kırmayı başardı. Müteakip dönemde tek parti iktidarının sağladığı istikrar ortamının ve özellikle faizlerin düşmesinin getirdiği kolaylıklar enflasyon beklentilerinin kırılmasına katkı yaptı. Ancak bu başarıda ekonomi yönetiminin mali disiplinden taviz vermeyen yaklaşımı belirleyici oldu.
Devleti yöneten kadrolar, eski dönemlerle karşılaştırıldığında popülizmden giderek uzaklaşmış ve bütçeyi daha rasyonel esaslara dayalı olarak hazırlamaya başlamıştır. 2005 yılında TL’den sıfır atılmasının başarılı olamayacağı beklentisi, eski dönemlerin alışkanlıklarına yeniden dönüleceği inancına dayanıyordu. Bir kısım iktisatçılar bile bu adımı ihtiyatla karşılamışlardı. Ancak hayatın her alanında olduğu gibi burada da mucizelik bir durum yoktu. İktisadi sorunların çözümü için mucizeye gerek de yoktur. Meselelerin akılcı ve bilimsel esaslara dayalı olarak ele alınması neticeyi garanti etmeye yeterlidir.
Enflasyonun her yerde parasal bir olgu olduğu gerçeği unutulmamalıdır. Daha genel ifade edilirse mali disipline riayet etmeksizin fiyat istikrarı sağlanamayacağı gibi, sağlam ve istikrarlı bir para düzeni olmadan da iktisadi gelişme sürdürülemez. Devlet halka hizmet etmek gibi ulvi bir hedefi gerekçe göstererek mali disiplinden uzaklaşmamalıdır. Çünkü kötü vasıtalarla yüce hedeflere hizmet etmek mümkün değildir.
Özetle devlet ciddiyetinin sağlanmasında mali istikrarın belirleyici rolünü yakın geçmişteki uygulamalar daha açık hale getirmiştir. Öte yandan merkezi bürokrasiden başlayarak devletin tüm birimlerine sirayet eden bir harcama disiplini kamu kesiminin fon ihtiyacını da hafifletebilir ve bu sayede kamunun vergi ve borçlanma gereği azalabilir. Böyle bir atmosferin uzun vadede özel kesimin gelişmesini de olumlu yönde etkileyeceği muhakkaktır.
Yeni Yüzyıl, 04.12.2015
http://xn--yeniyzyl-b6a64c.com.tr/makale/devlette-istikrar-mali-disipline-bagli-312