Devletin Hayatı Ucuzlatma Kararı: 1938-2022 Karşılaştırması

Pahalılık ve enflasyon kavramları birbiriyle yakın ilişkilidir fakat aynı şey değildir. Yüksek enflasyonun olmadığı zamanlarda bile alım gücünüz azalıyorsa hayat sizin için pahalı hale gelir. Türkiye, yüksek enflasyon ile her zaman karşılaşmasa da hayat pahalılığı her zaman bir problemdi. Son yıllarda istikrarlı bir ekonomiye alışan Türkiye’de en ucuz yiyecek olarak bilinen sebzelerin fiyatlarının inanılmaz yükselişi öncelikle herkesi şaşırttı. Ardından elektronik cihazlar pahalılaştı, ardından ev kiraları 2-3 katına yükseldi. Türkiye’de benzin her zaman pahalıydı fakat halkın zamlara karşı kendilerini koruyabilmek için benzin istasyonlarında her akşam kuyruk olacağı hiç aklımıza gelmemişti. Dışarıda yemek yemek, eğlenceye, kültür ve sanata bütçe ayırmak lüks oldu. Peki bu hayat pahalılığının sorumlusu kimdi?

Hayat Pahalılığının Sorumlusu: Ben yapmadım, onlar yaptı.

Hayat pahalılığının iç kaynaklı ve dış kaynaklı olmak üzere birçok sebebi olabilir. Fakat bu işin sorumlusu arandığında halk bu sorumluluğu ilk önce devlete yükler. Hanehalkları fayda maksimizasyonu ile hareket ederken, siyasetçiler oy ve destek maksimizasyonu ile hareket eder. Dolayısıyla kimse maliyeti de sorumluluğu da üstlenmek istemez. Bürokrasi ve siyaset içinde görev almış olan herkes bilir ki ortada bir başarısızlık varsa herkes o sorumluluğu başkasına atar. Kimse elini sürmek istemez. Çünkü kamu işinin sahibi yoktur. Kamu işinde başarıların altına isim yazılır, başarısızlığın sorumluluğu ise her zaman sahipsizdir.

Türkiye’de devletin iktisadi aklı gelişmediği için yaşanan ekonomik krizlere karşı siyasetçilerin ve bürokratların ilk akıllarına gelen hazinenin durumu olur. Siyasetçiler ve bürokratlar halkın hayat pahalılığından değil, hazinenin gelir kaynaklarının azalmasından endişe ederler. Bu yüzden millet ekonomik kriz yaşarken bürokratlar-siyasetçiler yeni vergiler getirir. Örneğin; 1931 yılı İktisadi Buhran Vergisi veya 1999 ÖİV (Deprem vergisi). Türkiye’de vergi koyarak ekonomik krizi çözmeye kalkışan bir siyaset ve bürokrasi yapımız vardır! Çünkü herkesin krizi başkadır.

Siyasetçiler kendilerine fatura çıkmaması için (yani desteklerinin ve meşruiyetinin azalmaması için) maliyeti esnafa, tüccara yüklerler. İşlerin nasıl bu noktaya geldiğini anlayamayan siyasetçi ve bürokratlar; valla ben yapmadım onlar yaptı derler. Gazete taraması yaparken farkettim ki bu bakış açısı Türkiye’de 84 yıldır hiç değişmemiştir. Ulus gazetesinin 17 Ocak 1938 yılında attığı bir manşet dikkatimi çekti. Manşete göre; devlet hayatı ucuzlatma kararı almıştır. Gazeteye göre dönemin başvekili Celal Bayar, gıda maddelerini birer birer ele alarak ucuzlatacağız diye halka müjde veriyor. Haberin içeriğinde hayat pahalılığı bir milli sorundur deniliyor. Bu sözlere bugünden bakınca ne kadar tanıdık geliyor, şaşırıyorum. Acaba bu iş nasıl yapılmaya çalışılmıştır diye merak etmeye başladım. Gazete taramasına bu yönde devam edince öğrendim ki; devletin Ucuzluk Programı’nın iki aşaması varmış. Birinci aşama devlet tekellerinin indirim yaparak zararına satış yapmaya başlamaları (Haber Gazetesi, 30 Ocak 1938); ikinci aşama ise kamu otoritesinin özel sektöre fiyat denetim sistemi getirmesi (26 Temmuz 1938). Gazete haberine göre Ankara Belediyesi zabıtalar aracılığıyla fiyatları denetlemeye başlamış. Esnaflar belediyenin fiyat listelerine göre satış fiyatları belirleyecek ve satış fiyatlarını belediyeye tasdik ettireceklerdir (26 Temmuz 1938). Siyasetçilerin sorumluluk almamak için buldukları bu çözüm yolu inanılmazdır! Çünkü; Birinci aşama bütçe açıklarına, İkinci aşama ise kıtlığa sebep olmuş krizi daha da derinleştirmiştir. Hür teşebbüsten yana olduğunu bildiğimiz Celal Bayar’ın bile ekonomiye dair vizyonu bu kadardır!

Gelelim günümüze. 2018 yılında yüksek fiyat artışları ile ilk karşılaşıldığında hükümet önce kısa bir şaşkınlık yaşadı ve ardından bulduğu ilk çözüm Enflasyonla Topyekûn Mücadele programı oldu. Yüzlerce firma bir araya gelerek yıl sonuna kadar %10 indirim yapma taahhüdü verdiler. Böylece devletin geleneksel iktisadi irrasyonelliği tekrar ortaya çıktı ve halka mesajı şu oldu; bakın hayat pahalılığının nedeni biz değiliz, iş hayatı idi. Onlara da indirim yaptırdık, sorunu çözüyoruz. Aradan 4 yıl geçti. Hayat pahalılığı sorunu çözülmediği gibi daha da derinleşti. Peki daha sonra ne oldu? Hayat pahalılığına karşı satıcılar, firmalar ve spekülatörler suçlandı. Soğan depoları basıldı. 2019 yerel seçimlerinde hayat pahalılığı yüzünden bedel ödenmesin diye devlet (tabii ki hükümet) kendi eliyle tanzim satışlara başladı. Zararına satış yapıldığı için bu uygulama sürdürülemezdi ve sürdürülemedi. Ticaret Bakanlığı Haksız Fiyat Değerlendirme Kurulu kurdu. Zabıta birimleri fiyat denetimleri yapsın diye Türkiye’de valiler genelge yayınladı. Muhtemelen önümüzdeki günlerde de piyasalara müdahale içeren ve adına tedbir koydukları yeni uygulamalar hayata geçirilecek. Hükümet yine sorumluluğu üstlenmeyerek kendi politikalarına bakmayacak, suçu yine iş hayatına atarak onların üstüne maliyet yükleyen tedbirler alacak.

84 yıl geçmesine rağmen Türkiye’de devletin iktisadi irrasyonelliği değişmiyor. Geçmişte uygulanıp başarısız olmuş politikaları tekrar uygulayarak başarı beklemek Türkiye’ye özel bir irrasyonellik olduğunu düşünmeye başladım.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et