Devlet Zoruyla Müslümanlık

Laik sistemin bir sonucu olarak Türkiye’de Müslümanların sivil olarak örgütlenmesi ve devletten bağımsız hale gelmesi beklenirdi. Bu, devletten dışlanan Aleviler için bir dereceye kadar mümkün olduysa da, Sünni Müslümanlar Diyanet İşleri Başkanlığı’nı benimsediler,  sivil örgütlenme, devletten bağımsız düşünme ve yaşama fikrine yabancı kaldılar, devlet eliyle yapılan düzenlemeleri kabullenerek dinlerini yaşamaya çalıştılar.

Sünni Müslümanlar laik devletin ne olduğunu anlamış değiller, şeriat devletinden beklemeleri gereken her şeyi de laik devletten bekliyorlar, Müslüman çocuklarının din eğitimi almasını kısıtlayan, başını örten genç kızları üniversiteye almayan, dindarları kamusal alana sokmak istemeyen devletten, aynı zamanda din eğitimini de üstlenmesini, içki içmeyi, kumar oynamayı, hoşa gitmeyen televizyon programlarını yasaklamasını, kendi inançlarınca günah sayılan her şeyi de yasak saymasını istiyorlar.

Dini hassasiyetler üzerinden siyaset yapan politikacılar da aslında inanç özgürlüğünü fazla önemsemiyorlar, devlet imkanlarını ele geçirip kendi inançlarını devlet eliyle dayatmak üzerine politika yapıyorlar.  

AKP iktidarıyla birlikte, Sünni Müslümanlık her gün biraz daha devletle özdeşleşiyor, giderek daha da devlet güdümünde bir inanç haline dönüşüyor. Dinin eğitimini devlet yapıyor, dini yaşam devlet memuru ilahiyatçılar tarafından düzenleniyor, vaazlar ve hutbeler devlet memurları tarafından veriliyor. Diyanet İşleri Başkanlığı örgütü gittikçe büyüyor, bütçesi gittikçe şişiyor, bütün din adamları bu örgütün şemsiyesi altında toplanıyor. Son yapılan değişikliklerden sonra Milli Eğitim Bakanlığı’nın bütçesinin önemli bir kısmının da din eğitimi için harcanması gerekiyor. Müslümanlık giderek bir devlet ideolojisine dönüşüyor.

Laik Devletten Din Eğitimi

Türkiye’nin dindarları, din eğitimini laik devletin bir işi olduğunu zannediyorlar.  Laik devletin vereceği eğitimin içeriği ve niteliği ile de asla ilgilenmiyorlar; içeriği ne olursa olsun adı din dersi olan bir dersin devlet okullarında verilmesini istiyorlar.  Atatürkçüler, toplumu dine yabancılaştırmak için eğitim sistemini altüst ederek 8 yıllık kesintisiz eğitimi başlattılar, bugünkü iktidar da din eğitiminin ağırlığını arttırmak için eğitim sistemini yeniden altüst etti…

İktidarı ele geçirenler, tevhidi tedrisat kanununu değiştirmeyi, dini eğitimini dindarlara veya dini kuruluşlara bırakmayı asla düşünmüyor; ebediyen iktidarda kalacaklarını düşünerek, işi laik devlet eliyle ve laik devlet kurumlarını kullanarak halletmeye çalışıyorlar.

Okul ortamı dinini öğrenmek için uygun bir ortam değil. Öğretmenlerin burada çocuklara bazı dini pratikleri öğretmeleri de mümkün değil. Mahallelerde açılan Kuran kursları bu bakımdan daha yararlı olabilir. Bu kursların devletten izin alınarak açılmış kurslar olmasına da gerek yok. Mahallede biraz din bilgisi olan birinin komşu çocuklara din bilgisi öğretmesi okullarda verilen din derslerinden daha yararlı olabilir.

Yaz aylarında Toroslar’daki ve Amanoslar’daki yaylalarda bu çeşit kurslardan çok sayıda açılıyor. Aileler de yaz tatilinden yararlanarak bu kurslara, yasal mı değil mi pek üzerinde durmadan çocuklarını gönül rahatlığı ile gönderiyorlar. Bu kurslar, hem çocuklar için bir değişiklik oluyor, hem de çocuklar en azından namaz dualarını buralarda öğreniyorlar. Her ne kadar devletin güvenlik kuvvetleri bazen bu kursları basarak sorumluları savcılara teslim ediyorsa da, çocuklarını buralara gönderenlerin çocuklarının terörist olacağı konusunda bir kaygısı yok…

İçki Yasağı

Türkiye alkollü içki satışının ve kullanımının en rahat olduğu ülkelerden biri olsa gerekir. Hemen her adım başında içki satan bir yer, içki içilebilecek bir yer bulunabilir, hemen her yaştan herkes de içki satın alabilir. Her ne kadar hocalar camilerde içki içmenin kötülükleri üzerine sürekli vaazlar verse de, aslında içki içmeyen Müslümanlar içki içen Müslümanların işlerine pek karışmazlar.

Ama günlük hayatında içki içenlerin işlerine pek karışmayan bir Müslüman bir beldenin belediye başkanı olunca iş değişir. Halkına hizmette pek de başarılı olamayan belediye başkanı, içki yasağı ile ilgili aslında var olan ama şimdiye kadar hiç kimsenin uygulamadığı bir kuralı uygulamaya çalışır. Burada amaç da içki içmeyi engellemekten çok dindar seçmene mesaj vermektir…

Özgür bir Müslüman Tanrının emri olduğu için özgür iradesiyle içki içmeyebilir. İçkinin devlet tarafından yasaklandığı bir yerde ise içki içmemesinin inançla bir ilişkisi yoktur,  artık o devlet yasakladığı için içki içmeyen bir ateistten ayırt edilemez.

Dindarların kendi inançlarına göre bir dünya oluşturmaya, çocuklarını ve yakınlarını kendi ahlak anlayışlarına göre yetiştirmeye çalışmalarında yanlış bir şey yok… Yanlış olan bunu devlet zoruyla sağlamaya çalışmalarıdır.

Dindarların devlet zoruyla içki içmeyi yasaklamaya çalışması bir yerde tersi sonuçları doğuruyor. Mesela sigara yasağına hiç tepki göstermeyen tiryakiler, içki yasağına aşırı tepki gösteriyorlar. Belli ki, bazı insanlar alkol kullanımının sınırlandırılmasını, salt içki yasaklaması olarak değil, bir yaşam tarzının dayatılması olarak algılıyorlar.

Belediye Bütçesinden Hayırseverlik

Belediyeler ramazanda yemek çadırları kuruyor. Binlerce insan bu çadırlarda karnını doyuruyor. Türkiye’deki hemen bütün belediyeler bu çadırları kurmaya başladı. Geçen yıl, Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül her gün 7500 vatandaşa iftar yemeği vereceklerini, 120 bin muhtaç aileye de gıda yardımı yapacaklarını söyledi.

Binlerce insan akşamları bu iftar sofralarına koşuyorsa, bu sebepsiz değildir muhakkak. Ramazanda muhtaç insanlara yardım edilmesi ve aç insanların doyurulması iyi bir şey. Muhtaç insanlara yardım etmek de hem dinimizin bir gereği, hem de bir insanlık görevi…

Belediyelerin bu geleneği başlatması da iyi bir şey… Ama bunu görev haline getirip devam ettirmelerini tartışmamız gerekiyor.

Biliyoruz ki, belediyelerimiz çok zengin değil, gelirleri halktan topladıkları paralardan ibaret. Bu belediyelerin çoğu da halka vermeleri gereken asgari hizmetleri vermekte zorlanıyorlar ve belediye başkanları da sürekli imkânsızlıktan şikâyetçiler…

Belediyeler daha çok siyasi kuruluşlardır, bu çeşit faaliyetler sonunda politik yatırım yarışına dönüşebilir, bu yarış sonunda belediyeleri asıl görevini yapamaz hale getirebilir. Belediyelerin iftar çadırlarında binlerce insanı doyurup, sonunda parasızlıktan şikâyet etmeleri, yardım için bakanlıkların kapılarını çalmaları hoş bir şey değildir. Belediyeler ancak çok az sayıda muhtaç insana yardım edebilir, binlerce insana her gün iftar yemeği veremez.

En iyisi belediyeler kendi işlerine baksınlar, muhtaç insanlara yardım etmeyi, hayırsever vatandaşlara ve hayır kurumlarına bıraksınlar. Belediyeler bu çadırları kursun, başına da bir kaç görevli versin, ama masrafların karşılanmasını hayırsever vatandaşlara bıraksın. Ya da en iyisi bu işi hayır kurumları veya sivil toplum kuruluşları üstlensin.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et