Deniz Gezmiş’in haksız idamı ideolojik idealini meşrulaştırır mı?

Bu senenin 6 Mayıs’ı Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam edilişinin 40. yıldönümüydü.

Bu talihsiz insanların yakınları ve sevenleri idamların acısını her zamankinden daha fazla hissetti, yaşadı. İdam edildiklerinde 20’li yaşların başında olan üç genç çeşitli faaliyetlerle anıldı, hatıraları yâd edildi. Öyle görünüyor ki asla unutmayacaklar ve onları şahsen tanıyan veya haklarındaki kitaplardan bilgi edinen sevenlerinin gönüllerinde yaşamaya devam edecekler. Bunun en önemli sebebi, hiç kuşkusuz, çok erken bir yaşta ve dramatik şekilde hayata veda etmeleri. Bir diğer sebep, haksız olarak, siyasi suçla ve hukukun zorlanmasıyla idam sehpasına çıkartılmaları. Gezmiş, Aslan ve İnan, bir demokratik hukuk devletinde olmaması gereken bir mantığa kurban edildiler. Suçları, anayasayı zor yoluyla değiştirmeye teşebbüs etmekti. Oysa, onların bunu yapmaya gücü yoktu; yani isteselerdi de itham edilen suçu işleyemezlerdi. Anayasayı ülkede zorla değiştirebilecek yegâne güç belliydi ve o, bunu 1960 ve 1980 darbelerinden sonra tamamen ve 1971’den sonra kısmen gerçekleştirdi. Kısaca, zamanın bu üç genç insanı siyasi bir suçla idam edildi, daha doğrusu katledildi. Birçok kişi ve çevre bu suça ortak oldu veya göz yumdu. Yargılamayı yapan mahkemeler âdil ve hukukun hâkimiyetine uygun değildi. Siyasiler açık veya örtülü olarak askerlerle işbirliği yapmaktan çekinmedi. Medya, idamları engelleyici bir yayın yapma cesaretini sergileyemedi. Böylece göz göre göre cinayetler işlendi.

Gezmiş, Aslan ve İnan’ın idamları haksızdı, cinayetti; ama bu idamlar üzerinden veya onlara atıfla gerçekleştirilen her yorumun haklı ve doğru olmadığı da açık. Ne yazık ki, tarihimizin bu acı olayı bir “ticari”, siyasi, ideolojik rant aracına dönüştürüldü. Bu isimler etrafında, samimi ve içten acıları çevreleyip boğan efsaneler oluşturuldu; cinayetler yalan ve yanlış birçok şeyi yeni nesillere benimsettirmek için araçsallaştırıldı. 1 Mayıs 1977 için efsaneler uydurmaya ve yanlışların üstünü örtmeye yönelik çabaların benzerleri bu olay için de sahnelendi. Bu, Türkiye insanlarına, özellikle heyecan yumağı gençlere zarar veriyor. Artık bazı şeylerin tartışılması, 1 Mayıs 1977 için yapılanın “darağacında üç yiğit” efsanesi etrafındaki ajitasyon ve kara propaganda için de tekrarlanması lazım.

Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamı kesinlikle haksız ve gayri adildi. Ancak bu, onların bir dizi eyleminin hiçbir şekilde evrensel hukukta yeri bulunan ve faillerinin cezalandırılmasını gerektiren suçlara bulaşmadığını göstermiyor. Ne yazık ki bu insanlar banka soyma, adam kaçırma, darp, şiddet uygulama ve baskı-şiddet yoluyla eğitimi engelleme gibi suçlardan uzak kalmadılar. Bu suçlara hangi amaçla yöneldikleri onları suç olmaktan çıkarmaz. “Devrimciler bu suçları işlerlerse yargılanmazlar, zira onlar devrimci ve devrim iyi bir şey, ama mesela ülkücüler işlerlerse cezalandırılır” diyemeyeceğimize göre, suçları için yargılanmaları mukadderdi ve gerekliydi. Normal şartlarda birkaç sene ceza yer ve 1974 affıyla tahliye edilirlerdi. Sonra bir kısmı “devrimci faaliyetlere” devam eder, bir kısmı demokratik siyasete atılır, hatta bazıları, bu sefer 12 Eylül’ü kazasız belasız atlatabilirse, Özal’ın ANAP’ında politika yapardı.

Gezmiş ve arkadaşları, büyük fikir adamları, önemli teorisyenler de değildi. Heyecanı aklının önüne geçen, dünyanın diyalektik ve tarihsel materyalizm gereği sosyalizme doğru aktığına iman eden gençlerdi. Onlara göre Türkiye, kaçınılmaz olarak sosyalistleşecekti, erken davranıp Türkiye’nin Lenin’i olmak en iyisiydi. Bu yolda şiddet kullanmak tamamen meşruydu. Şiddeti sadece kaçınılmaz bulmuyor, aynı zamanda seviyorlardı. Düşünce dünyalarında “silahlı propaganda” ve silah yoluyla siyasi amaçlara ulaşma gayet olağandı. 1960’lar, sosyalizmin yayılma dönemiydi ve özellikle Vietnam, dünyanın her yerinde devrimci gençlerin gönlünde çiçekler açtırıyordu. Türkiye’nin şiddet kullanma metodunu benimseyen ana devrimci örgütleri bu dönemde kuruldu ve bunların önderlerinin Vietnam benzeri bir iç savaşın devrimciler tarafından kazanılacağına inancı tamdı.

Gezmiş ve arkadaşları aynı zamanda ulusalcı ve Kemalist’ti. Bir kısmı komünist devrim öncesinde Milli Demokratik Devrim’i (MDD) şart görmekteydi. Asıl itirazları Kemalist baskı rejimine değildi, emperyalizm ve kapitalizm adını verdikleri canavarlaraydı. Ülkücülerle aralarında fazla bir fark da yoktu; çoğu ülkücü de daha ulusal çaplı ve “yerel” referanslı bir sosyalizme zaten teşneydi. (Ülkücü-Devrimci kardeşliğini ilk olarak ben ve Prof. Dr. Mustafa Erdoğan 25 yıl önce söylemeye başladık, şimdi bu fikir-tespit neredeyse orta malı hâline geldi.) Nitekim, sosyalizmin çökmesinden sonra birçok sosyalist ulusalcılığını daha net bir şekilde sergilemeye başladı; faşizmin sol kanadında yer tutup sağ kanadına göz kırpmaya koyuldu.
Gezmiş ve arkadaşları, bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi verdiklerini söylemekteydi ama ne bunların ne olduğu ne de aralarında nasıl bir ilişki bulunduğu konusunda yeterince net ve bilgiliydi. Özgürlüğün bağımsızlıkla aynı veya onun sonucu olmadığının en büyük ispatı 1960’lardaki sosyalist dünya olmasına rağmen genç devrimcilerde ne bunu görecek göz ne de kavrayacak teorik donanım vardı. Özgürlük dillerinde şarkı olmuşsa da, başarılı olup hedefledikleri rejimi kursalardı, özgürlüğün tam katili olacak ve kendilerinin kullandığı kadar özgürlüğü bile mumla aratacak bir despotizmin tesisine katkıda bulunmuş veya aracılık etmiş olacaklardı. Zira, bu, bağlandıkları felsefenin doğal ve kaçınılmaz sonucuydu.

Bugün çeşitli ortamlarda Gezmiş ve arkadaşları “davaları için ölüme gitmiş” olmakla da övülüyor. Bu bir ölü sevicilik değilse, aydınlatılması gereken birkaç nokta var. Uğruna ölüm göze alınan her dava yüce midir? Eğer öyleyse davaları uğruna ölümü seçen faşistlere, masum insanları katleden nasyonal sosyalistlere bakarak onların davalarını da yüceltmeli miyiz? Ya uğruna ölüm göze alınan davaların kendileri yanlışsa ve bu yanlışlık, tarih ve teori tarafından ispatlanmışsa?

Gezmiş ve arkadaşlarının haksız ve adaletsiz idamlarını ve sorumlularını her vicdan sahibi insanın kınaması gerekir. Ama bunu yapan vicdan gerçek bir vicdansa, siyasi amaçlarla suç işlenmesine, şiddetin yüceltilmesine ve üç gencin canı üzerinden insanlığa felaket getirmiş bir ideolojik pozisyonun aklanıp tahta oturtulmasına da itiraz etmesi beklenir.

 

Zaman, 18.05.2012

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et