Demokrasi halkın bağrında kökleşti

15 Temmuz 2016 Türkiye’de tarihi olaylara sahne oldu. Daha önceleri 1960, 1971 (muhtıra) ve 1980’de yapılan askeri darbelere fiili direnç göstermeyen Türk halkı, 15 Temmuz günü darbecilere karşı gösterdiği şanlı direnişle Mehmet Akif Ersoy’un İstiklal Marşında ifade ettiği “korkma” hitabının gereğini yerine getirmiştir.

FETÖ’cü terör örgütü tarafından, asker unsurları vasıtasıyla halkın iradesine karşı gerçekleştirilen kanlı darbe girişimine karşı halkın direnç göstermesi, aslında birden bire olmuş bir şey değildir. Aslında 28 Şubat, 27 Nisan hadiseleri ile Yakamoz, Ayışığı vb. adlarla anılan darbeci müdahale teşebbüslerine karşı halk, doğrudan olmasa da tepkisini ortaya koymuştu. 15 Temmuz artık halkın şanlı direnişini fiilen ortaya koyduğu gün oldu. Bu, hem bütün dünyaya, hem de içimizdeki (bu günlerde saklanarak kendilerini gizleyen) kanlı cunta heveslilerine yönelik verilen çok büyük bir ders mahiyetinde bir hadisedir.

Suriyeliler bile direndi

Halkın bu direnişi sadece AK Partililerle de sınırlı değildir. Bütün siyasi partilerden insanlar bu direnişte yer aldı. Bu hadisede AK Partililere en büyük desteğin MHP tabanından geldiğini belirteyim. Ayrıca, 16 Temmuz günü Kızılay meydanına gittiğimde, çok sayıda Suriyeli muhacirin de ellerinde Türk bayrağı ile coşkulu bir şekilde bu direniş içerisinde yer aldıklarına şahit oldum. Bu, çok önemli bir hadisedir. Bu, toplumun demokrasiye yönelik saldırılara karşı topyekün bir şekilde kenetlenmesidir. Artık ülkemizde her kesimden insan, utanç vesilesi olan darbelerle anılmak, yaşamak istemiyor. Bu, demokrasinin, halkın bağrında kökleşmesi demektir. Türkiye’de demokrasinin kökleşmesi için en önemli husus bu olsa gerek. Demokrasinin geleceğinin güvende olması, sadece anayasaya yazılmakla olmuyor. 1924, 1961 ve 1982 Anayasalarında da demokrasi vardı, ama 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve diğerleri vasıtasıyla hep demokrasinin canına okundu. Ama 15 Temmuz’da halk devreye girerek “Demokrasi benim hayat tarzımdır, kimseyi ona dokundurtmam” dedi. Bu, demokrasinin geleceği açısından en büyük teminatı teşkil etmektedir.

Medya karşı durdu

Bu darbe girişimine karşı, toplumsal kenetlenmeyle paralel olarak, tüm medya kesimleri de karşı duruş sergilemiştir. Benzer şekilde akademik camiadan da bir destek söz konusu değildir. Önceki darbe ya da darbe girişimlerine, değişen ölçülerde medya ve akademik desteği mevcut idi. 27 Mayıs askeri cunta yönetimini en acımasız uygulamalara sevk edenler akademik camia olmuştu. 15 Temmuz cuntacıları bu destekten de mahrumdur.

Bu kanlı darbe girişimini akim kılan en önemli hadiselerden birisi de, bütün siyasi partilerin demokrasi yanında yer almalarıdır. Her şeyden önce halkın güçlü desteğine mazhar olan Sayın Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın darbe teşebbüsüne karşı sergiledikleri şanlı dik duruş, caydırıcı bir etki meydana getirmiştir. Bu dik duruş, diğer siyasi partiler tarafından da desteklenmiştir. Daha önceleri yapılan darbelerde, destek veren bazı siyasi partiler oluyordu. 27 Mayıs 1960 askeri darbesinin en büyük destekçisi CHP idi. 28 Şubat’ı destekleyen bir sürü siyasi parti mevcuttu. 15 Temmuz şanlı direnişine ise bütün siyasi partiler destek verdi.

Şu anda bu kanlı darbe teşebbüsünde bulunanlara yönelik ciddi bir temizleme operasyonu yürütülüyor. Ben hep şunu söylerdim ve çevremden de aynı sözleri işitirdim: “Hükümet böyle bir kesime karşı hukuki çerçevede bir şey yapamıyor; yaptığı tek şey, bu kesime mensup kişileri, buradan alıp bir başka yere atamaktan ibaret, bu da hiçbir işe yaramıyor”. Olağan şartlarda bunun ötesinde yapılanlara muhalefet çok sert tepkiler veriyordu. Mesela Yargıtay ve Danıştay üyelerinin sayısının azaltılmasını öngören kanuna yönelik ana muhalefet partisinin en üst perdeden verdiği tepki ortada. Bu da olağan dönemlerde bu darbeci ekiple mücadelenin zorluğunu gösteriyor. 15 Temmuz’un en hayırlı tarafı, bu kesimle mücadelede diğer siyasi partilerin de desteğinin sağlanmış olmasıdır.

Daha tehlikeli olabilirler

Hukuki çerçevede yürütülecek mücadelenin çok sağlam zeminlerde yapılması gerekiyor. Gerekirse muhalefetin de desteğini alarak, yeni hukuki düzenlemeler yapılmalı. Bunun üzerinde de kafa yormakta fayda var. Çünkü daha önceki darbeler zamanında işinden el çektirilen birçok kişi, yargısal yollarla geri döndü. Gerçi eski darbeler zamanında geri dönenlerin birçoğu haklı oldukları için geri döndü; onlar hakikaten darbe mağduruydu. Şimdi ise darbecilere yönelik ayıklama işlemleri söz konusu. Mağdurların değil darbeci güruhun ayıklanması ve bertaraf edilmesi hadisesi söz konusu. Bu iş yapılırken de hukukilik içerisinde kalınmalı. Aksi halde normal hayata dönüldüğünde bu kişilerin birçoğu yargısal yollarla geri döndüklerinde çok daha tehlikeli hale gelebilir. Bu kesime yönelik teyakkuz halinin mutlaka devam etmesi, rehavete düşülmemesi gerekir. Çünkü zahirde bu kesimin gözle görünenleri ile mücadele yapılmakta ise de, o kadar gizli bir yapılanma söz konusu ki, bunların tam manası ile ayıklanması zaman alacaktır. En ufak rehavetin bedeli çok ağır olabilir. Unutulmasın, 1912 yılında Halaskâr-ı Zabitan Grubu’nun İttihat ve Terakki’ye karşı yaptığı askeri darbe sonrasında, İttihatçılara yönelik baskıcılar o düzeye gelmişti ki “Artık dışarıda hiçbir İttihatçı kalmadı” denildiği bir anda Bab-ı Âli Baskını ile İttihatçılar tekrar iktidara el koydu. FETÖ’cü ekip de buna benzer bir yapılanmaya sahip olduğu için, benzer tehlike şimdi de söz konusudur.

Özellikle son birkaç yıldır yaşananlar, Fetullahçıların dini bir cemaat olduklarına dair algıyı büyük ölçüde sarsmıştı. Ama hala toplumun belli kesimlerinde bu algı az çok varlığını sürdürüyordu. 15 Temmuz gerçeği tüm çıplaklığı ile ortaya koydu.

Şayet 15 Temmuz muvaffak olsa idi, kurulacak olan yönetim bir diktatörlük olacaktı. Neden? diye sorulacak olursa. Türkiye’deki darbeler tarihine bakıldığı zaman, 27 Mayıs cuntacıları darbeyi CHP’yi iktidarda tutmak için yaptı. 1961 Anayasası’nı yaptıktan sonra, iktidarı CHP’li (İsmet İnönü) Başbakan başkanlığındaki bir koalisyona devrederek sahneden çekildi. 12 Mart muhtıracıları, maksatları hasıl olduktan sonra kışlaya döndü. 12 Eylül darbecileri de amaçları olan anayasayı yaptıktan sonra demokrasiye yol verdi. Ama FETÖ’cü cuntacıların amacı diğerlerinden çok farklıydı. Her şeyden önce devleti fetihçi bir anlayışla ele geçirmeyi amaçladılar. Nitekim bazı imtihanlarda çevirdikleri entrikalarla bu konuda epeyce mesafe aldılar. Bu, salt bir iç proje de değil; uluslararası boyutları da olan bir projedir. ABD, bu projeyi, sadece Türkiye ölçekli olarak tasarlamamıştır. Bu proje ile hem Türkiye’nin mutlak ABD güdümünde bir yönetime kavuşturulması, hem bunların okulları vasıtasıyla, bu okulların bulunduğu ülkelerde istikbal vadeden zeki kişilerin, kendilerine (ABD) eğilimli nesiller olarak yetiştirilmesi, hem de Gülen’in Türkiye’nin başına bir halife konumunda getirilerek, bütün Âlem-i İslam’ın ABD’nin güdümüne alınması amaçlanmaktadır.

Kalıcı diktatörlük emeli

Bu sıraladığım sebeplerden dolayı şayet FETÖ’cü çete 15 Temmuz’da muvaffak olsa idi, önceki darbeciler gibi, “Geldim, anayasamı yaptım ve gidiyorum” demeyecekti. Kalıcı olmak gayesindeydiler ve bunu demokratik yollarla sağlamaları mümkün değildi. Çünkü, yeterli toplumsal karşılıkları yoktur. Bunlar, tamamen devleti fetihçi yollarla ele geçirmeye çalışan, otoriter, bir zamanlar İtalya’da faaliyet gösteren Karbonari örgütü ve onu emsal alan İttihat ve Terakki Cemiyeti gibi gizli, yer altı faaliyetleri daha baskın olan, ajanvari faaliyetler sergileyen askeri ve sivil bürokratik kadrolar ile bunları destekleyen bazı toplumsal kesimden ibarettir. Bu yetersiz toplumsal kesimin desteği ile demokratik usullerle Türkiye’de kalıcı olabilmek mümkün değildir. Onlar için kalıcı olabilmenin tek yolu vardır, o da, diktatörlüktür. Böyle bir diktatörlük kurulabilmesiydi, bedeli çok ağır olurdu.

Artık Türkiye’de demokrasinin sağlam zemine yerleşmeye başladığı söylenebilir. 15 Temmuz, 14 Mayıs 1950’de demokrasiye geçiş kadar önemlidir. Şayet 14 Mayıs’ta CHP, iktidarı devretmese Türkiye’de tek parti diktatörlüğü varlığını sürdürmeye devam edecekti. Benzer şekilde, 15 Temmuz’da FETÖ’cü cunta muvaffak olsa idi FETÖ’cü diktatörlük kurulmuş olacaktı. Halk, bu diktatörlüğe mani olmak suretiyle demokrasisine sahip çıkmıştır. Bu, Cumhuriyetin kurulması kadar, hatta ondan daha da önemli bir hadisedir. Çünkü cumhuriyet tek başına bir mana ifade etmiyor. Cumhuriyet olup da diktatörlük olan bir sürü devlet var. Bunların başında Nazi Almanya’sı ile eski sosyalist rejimler geliyor. Cumhuriyet, ancak demokrasi ile birlikte değerlidir. Kısaca cumhuriyet tek başına uğrunda mücadele etmeye değmez, demokrasi ile bütünlük içerisinde olursa uğrunda mücadele edilmeye hak kazanır. Halk, 15 Temmuz’da Cumhuriyeti demokrasi ile bütünlük içerisinde koruma ve kollama altına aldı. Bu vesileyle, ben geçmiş yıllarda 14 Mayıs’ın demokrasi bayramı olması için çok yazı yazdım. Ama artık, Sayın Başbakan’ın söylemlerinden de cesaret alarak, 15 Temmuz’un resmi bayram olarak ilan edilmesini öneriyorum. Tabii ki bizde bayram denilince hep tatil akla gelir. Tatil olmasın ama millet, bu günde demokrasi bayramını doyasıya yaşasın. 15 Temmuz tüm Türk halkının demokrasi bayramını tebrik ediyorum.

Star Gazetesi, Açık Görüş, 06.08.2016

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et