‘‘Devletlerin kalıcı dostları veya müttefikleri yoktur. Kalıcı çıkarları vardır.’’
Eski İngiltere Başbakanı Lord Palmestron’a ait olan bu söz günümüz Türk-Amerikan ilişkilerine de ışık tutuyor. Bilindiği üzere Türkiye ve ABD ilişkileri son birkaç yıldır tarihin en kötü dönemlerini yaşıyor. Türkiye-ABD arasındaki inişli çıkışlı ilişkilere alışık olsak da son dönemde ilişkilerin ivmesi sürekli olarak aşağıya gitmektedir. Kimi zaman S400, kimi zaman F35 kimi zaman da Suriye’deki PKK/YPG’ ye verilen destek, ilişkileri germeye yetiyor. Bunlara son olarak da 10 büyükelçinin Türkiye hakkındaki açıklaması eklendi.
NATO’daki ortaklık ve ticari ilişkiler göz önüne alındığında iki ülkenin birbiri için önemli birer müttefik olduklarını görüyoruz. Amerika için Soğuk Savaş sırasında Rusya’ya karşı Asya ile Avrupa’nın ortasında bulunan önemli bir ülke. Türkiye için ise gerek ticari ilişkiler gerekse Dünya’nın hegemonik gücü olması sebebiyle stratejik bir müttefik.
Türkiye-ABD ilişkileri şimdilerde ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da deyimiyle ‘‘ABD’yle gidişat hayra alamet değil.’’ Suriye’de kurulmak istenen terör devleti ve ABD tarafının Yunanistan’a kurduğu üsler ve bunların silahlanmasına baktığımızda Türkiye ve ABD’nin çatışma noktalarını da anlayabiliriz. Peki gelinen noktada ilişkiler neden tarihin dip noktalarını yaşıyor?
Bu süreç Türkiye’nin proaktif dış politikası ile yakından ilgilidir. Türkiye kendisine dayatılan ‘Sevilla haritasını’ kabul etmeyip uluslararası hukuka uygun olarak haklarını korumak için mücadele ettiğinde Amerika’dan ‘‘barışçıl çözüm’’ çağrısı geliyor. ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada Biden yönetiminin Doğu Akdeniz’le ilgili pozisyonunun değişmediğini vurgulayarak “Tüm ülkelerin deniz sınırı sorunlarını uluslararası hukuka uygun şekilde barışçıl yollarla çözmelerini teşvik ediyoruz” diyerek Yunanistan’ın saldırgan tutumunu da görmezden geliyor. Dedeağaç’taki askeri yığınak ve Yunanistan ile ABD’nin savunma anlaşmasının zamanlamasına baktığımız zaman ise ABD’nin Yunanistan’a çok büyük bir askeri sevkiyat yapması da doğal olarak Türkiye tarafından tehdit olarak algılanıyor. Aynı zamanda bu hareketler Yunanistan’ı cesaretlendirerek Doğu Akdeniz ve Ege’de tahriklerine devam etmesine sebep oluyor.
Son zamanlarda ABD ve Türkiye ilişkilerini geren bir diğer nokta ise Suriye’nin kuzeyinde PKK/YPG’ye verilen destek. ABD Suriye’de Türkiye ile hareket etmek yerine terör örgütüne destek vererek Türkiye’nin egemenliğini de tehdit ediyor. Biden’ın kongreye gönderdiği son mektupta ise ‘Türkiye’nin Suriye harekâtları IŞİD ile mücadeleye zarar veriyor’ ifadesi de Suriye’deki ortağının PKK olduğunu göstermektedir.
Bir diğer sebep ise Türkiye’nin gerek savunma sanayiindeki artan yerlilik oranı ve bu yerli teknolojileri askeri harekatlarda kullanma başarısı ile bölgesel gücünü tahkim etmesidir. Bölgesel gücünü tesis etmesinin yanında ise Türkiye, S/İHA gibi yerli silahları ihraç ettiği noktalarda belirli ölçüde nüfuz oluşturabiliyor. Son olarak Fransız Le Figaro gazetesinin “Erdoğan, Afrika’daki varlığını güçlendiriyor” başlıklı haberinde, “Bu SİHA’lar dünyadaki savaşlarda hayal edilen silahtır. Savaş uçaklarından 20 kat daha ucuz ve hiçbir pilotunun hayatını tehlikeye atmıyor. Afrika, Orta Doğu ve Orta Asya’da Türk etkisinin bir vektörü haline geldiler” açıklaması da bunların göstergesidir. Bu silahlar aktif olarak kullanıldığı 2.Karabağ Savaş’ı ve Libya’daki savaşta sonuca doğrudan etki etmiştir. Bu etki son olarak Afrika’ya da yansıyarak Afrika ülkelerinin de talep ettiği sistemler haline gelmiştir. Bunun neticesinde ise sistemleri kullanan veya talep eden ülkeler ve Türkiye arasında işbirliği gelişiyor. Bu da bölgede eski sömürü sistemlerini devam ettirmek isteyen ABD ve diğer ülkelerinin rahatsız olmasına sebebiyet veriyor.
Sonuç olarak Türkiye’nin ‘bölgesel sahiplenme’ ile egemenlik haklarına sahip çıkması, denizlerde enerji kaynaklarından faydalanarak bağımsızlığını perçinlemeyi hedeflemesi ve Suriye’de yapılan harekâtlar ile güneyimizde oluşturulmak istenen terör devletinin kurulmasını engellediği için bir diğer ifadeyle ABD’nin askeri ve ekonomik yığınağını boşa çıkardığı için ikili ilişkilerde gerilmeler yaşıyor. Büyükelçilerin geri adım atması ise Türkiye’nin siyasi gücünü ortaya koyuyor. Bir diğer ifadeyle Türkiye’nin bağımsız dış politikası ve siyasi güç merkezi haline geliyor olması ABD ve Türkiye arasındaki müttefiklik ilişkisini değiştirerek daha gergin hale getiriyor.