Eğitim müfredatından kaldırılan Milli Güvenlik Dersi kitabına baktığımızda Balyoz seminerlerinde adı geçen bazı olayların taraflı bir biçimde işlendiğini bazı konulara bakınca da ‘İrtica ile Eylem Planı’nın izlerini görmek mümkün. Herkesi düşman gösteren bu hastalıklı anlayış ne yazık ki yıllarca genç dimağları zehirledi. Bu yüzden kaldırılması olumlu olmuştur.
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi Balyoz davasıyla ilgili tarihi bir karar verdi. Türkiye’de ilk kez sivil bir mahkeme tarafından verilen kararla darbe girişiminde bulunan 325 sanık ceza aldı. Verilen karar aynı zamanda darbe geleneğin sorgulanması açısından da önem arz etmektedir. Dava nitelik açısından bakıldığında kuşkusuz Türkiye adına olumlu bir gelişmedir.
Türkiye’de gerek darbeci zihniyeti bitirmek ve gerekse Kürt ve Alevi sorunu gibi köklü sorunların nihayete erdirilmesi için eğitim sisteminin köklü bir reforma tâbi tutulması gerekmektedir. Çünkü eğitim kurumlarında ders kitapları aracılığıyla verilen iç ve dış tehditler bahsini kaldırmadan darbeci zihniyeti, aşırı milliyetçiliği ve birtakım militarist uygulamaları kaldırmadan da köklü sorunlarımızı çözemeyiz. Bilindiği gibi modern ulus devletlerde ordu ve askerliğe dair değerlerin topluma kazandırılmasında eğitim kurumları birer araç olarak kullanılmıştır. Başka bir deyişle ‘Ordu millet’ kavramının içselleştirilmesinde eğitim ciddi bir rol üstlenmiştir. Ayrıca toplumun militarize edilebilmesi ve bu bilincin daha küçük yaşlardan itibaren kazandırılması için eğitime ayrı bir özen gösterilmiştir.
MİLİTARİZM KOKAN DERS
Örneğin Türkiye’de ‘isminin başında ‘milli’ sıfatı olan iki bakanlıktan birinin ‘Milli Eğitim’ diğerinin ‘Milli Savunma’ bakanlıkları olması ayrıca ‘eğitim ordusu’ ve ‘neferi’ gibi terimlerin kullanılması ilaveten sadece bu iki kurumda rahat hazır-ol komutlarının çektirilmesi ve nöbet tutturulması gibi uygulamalarla karşı karşıyayız. Hal böyle olunca Türkiye’de -isabetli bir kararla daha yeni kaldırılan- konularını sadece askerlerin yazdığı ve liselerde kendilerinin okuttuğu bir Milli Güvenlik Ders kitabı vardı. Yıllardır çocuklara okutulan bu ders kitabında Balyoz seminerlerinde adı geçen bazı olayların taraflı bir biçimde işlendiğini bazı konulara bakınca da ‘İrtica ile Eylem Planı’nın sanki bu ders kitabına yerleştirildiğini görmekteyiz. Kitapta geçen bazı konuları ele alalım.
EYLEM PLANI DERS KİTABINDA
Kitapta yer eden bazı ifadelere bakıldığında bütün dini legal kuruluşlar terör örgütü statüsüne sokulmuşlardı. Ve sanki AK Parti hükümeti suçlanıyor gibiydi. Örneğin kitapta her zaman olduğu gibi Kubilay Olayı’ndan itibaren irticai terör örgütlerinin faaliyetlerine devam ettirdiklerini, toplum ve devletle barışık bir görüntü içine girdiklerini, son dönemde taktik değiştirdiklerini, ‘laiklik, milliyetçilik, din-devlet ilişkisi, din- toplum ilişkisi, din- birey ilişkisi gibi kavramlar üzerinde yeni tanımlar ve yeni yorumlar getirmek suretiyle laiklik kavramının içerisini boşaltma gayretine girişmişlerdir’ diyerek kavramlar üzerinden ‘tehlikenin’ devam ettiği üzerinde duruluyor.
Ayrıca kitabın ‘Milli Hedefler ve Menfaatler Konusunda Vatandaşa Düşen Görevler’ başlığı altında: ‘Dış güçler ile onların ülkemizdeki işbirlikçilerinin toplumumuzda yaratmak istedikleri kargaşa ortamına karşı bilinçli olmak’ uyarısı yer alıyor.
Ders kitabında öylesine bir tasnif yapılmış ki ‘legal’ kuruluşlar, siyasi örgütler, ‘dini motifli siyasal gruplar, dini gruplar, tarikatlar ve cemaatler’ illegal ve terör örgütü statüsüne sokulmuşlar. Özellikle ‘legal ve illegal oluşumlar halinde geniş bir yelpazede yapılanarak ve cumhuriyet rejiminin, demokrasinin hoşgörülerini ustalıkla kullanarak bir aldatma içerisinde oldukları görülmektedir’ deniliyor örneğin.
SİNAGOG SALDIRILARI
Kitabın 105. sayfasında, Ergenekon Terör Örgütü İddianamesi’nde geçen ’15-20 Kasım 2003 tarihinde İstanbul’da sinagoglara ve konsolosluklara yönelik terör saldırıları’ da ‘irticai terör’ kapsamına alınmış. Bu saldırıların da dini gruplara ait olduğu tezi işleniyor. Hâlbuki bu saldırıların ‘ETÖ’ tarafından hükümete (AK Parti) baskı kurmak amacıyla oluşturulduğu iddia edilmektedir. (Balyoz darbe planında da aynı çevrelerin Mart 2003’te buna benzer planlar yaptıkları iddia edilmektedir.) Kitapta ’15-20 Kasım 2003 tarihinde İstanbul’da sinagoglara ve konsolosluklara yönelik meydana gelen terörist saldırı sonrasında, irticai terör örgütleri kendilerine karşı oluşan tepki ve baskıların da etkisiyle, faaliyetlerini yeniden gözden geçirmek zorunda kalmışlar ve toplumda hoşgörü ile karşılanan taban genişletmeye yönelik faaliyetlere ağırlık vermişlerdir. Bugün gelinen noktada, irticai terör örgütlerine karşı yürütülen başarılı mücadele sonucu silahlı eylemlerin büyük ölçüde azaldığı, irticai nitelikli toplumsal olaylarda geçmiş dönemlere göre gerek eylem gerekse katılım bazında büyük düşüşler yaşandığı gözlenmektedir’ denilmektedir.
2003’ten sonraki durumla ilgili anlatımlara bakıldığında sanki AK Parti hükümeti kast ediliyor. Bu noktada İrtica ile Mücadele Eylem Planı akla geliyor. Tarihe bakılırsa ‘Balyoz Semineri’nin yapıldığı tarihle örtüşüyor. Örneğin ‘Ancak irticai hareket, dini bireysellikten çıkararak onu toplumun talepleri olarak siyasete yansıtma gayretlerini yoğunlaştırmıştır’ deniliyor. Yani meşru bir ‘talep’ ve ‘siyasete yansıtma’ tehdit olarak algılanıyor. Siyaset’ten kasıt ise elbette siyasi parti(ler) dir. ‘Bu gayretlerde; demokrasinin tüm meşru vasıtaları, bu kapsamda; okul, yurt, şirket, dernek, vakıf, yazılı ve görsel medya, toplumu örgütleme ve yönlendirmede etkili olarak kullanılmaktadır’. Bu dönemde irticai örgütler, kamu kurumlarında kadrolaşma gayretlerini artırmış, bu yönde önemli mesafeler kaydetmişlerdir. Basın-yayın organları vasıtasıyla propaganda faaliyetlerini hızlandırmışlardır.’ Bakıldığında burada da somut bir örgüt adı verilmiyor. Bütün kuruluşlar oluşumlar sanki ‘terör’ tanımına sokuluyor.
Diğer taraftan Lise Milli Güvenlik Dersi kitabının 137. sayfasında büyük bir tehlike(!)den bahsediliyor. Yaşadığımız tarihsel kesitte dünyamız, küreselleşme adı altında: siyasi, sosyal ve güvenlik bağlamlarında, büyük bir değişim sürecine girmiş bulunmaktadır. Bu aşamada dil ve kültür erozyonu yaratılması yolunda Türkiye üzerinde değişik oyunlar denenmektedir. Kısaca kitap herkesi düşman gösteren bu hastalıklı anlayış ne yazık ki yıllarca genç dimağları zehirledi. Bu bakımdan bu dersin yerinde bir kararla kaldırılması çok olumlu olmuştur.
DARBECİLİK NASIL BİTER?
Asker devlet geleneğine göre şekillenmiş bir eğitim yapısının sürekli gelişen ve değişen dünyamızda artık yerinin olmadığının bilinmesi gerekir. Dar bir milliyetçilik anlayışı, tek-tipçi, farklılıklara kapalı, iç ve dış tehditler üzerine bina edilen bir eğitim anlayışının her daim darbeci zihniyeti körükleyeceği unutulmamalıdır. Bilakis korku, nefret ve tek bir anlayışı nesilden nesile aktarmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Okullar yıllardır darbeci zihniyetin elinde farklı kimliklerin, inançların, mezheplerin, dillerin ve ırkların dışlandığı, yok sayıldığı, resmi ideolojinin ve dar bir milliyetçilik anlayışının içselleştirildiği birer ideolojik aygıtlara dönüştürüldü. Bireylerin daha çok eğitimle remi ideolojiye bağlı ve bağımlı, aldıkları milliyetçi terbiye ile de farklılıklara kapalı tek-tip diyebileceğimiz türden uysal birer vatandaş olmaları istendi.
Türkiye -her geçen gün mesafe katetse de- hâlâ köklü sorunları olan bir ülkedir. Son yıllarda sorunlarla ilgili olumlu adımlar atılmıyor değil ancak buna rağmen daha henüz hiçbir sorunumuzu tam manasıyla çözemedik. Bu anlamda askeri okulların müfredatının yenilenmek istenmesi çok olumlu bir adımdır. Ancak bugün milli eğitim sistemi de sorunludur. Türkiye’de Kürt sorunu, Alevi sorunu, düşünce ve ifade özgürlükleri, din ve vicdan özgürlüğü gibi köklü sorunların çözümünün zorlaşmasında eğitimin de payı bulunmaktadır. Türkiye son yıllarda eğitime sanırım biraz da bu bakımdan önem vermeye başladı. Kısacası 2023 Türkiye’si için eğitimde ‘anlayış’ olarak mutlaka köklü bir reforma gidilmelidir.
* LDT Eğitim Politikaları Araştırma Merkezi Koordinatörü (ufukcoskunn@gmail.com)
Yeni Şafak, 8 Ekim 2012