Atatürkçülüğün baskısı altında
Atatürkçülüğün temel özelliği kendisi dışında var olan siyasal düşünce ve aktörlere yaşam şansı tanımamasıdır. Atatürkçülük kendisini tanrısal bir kata yerleştirir. Siyasalı bu yerden ve yönden yönetmek ister. Siyaset alanında her şeyi bilen, her fikrin üzerindeki bir düşünce olduğunu belirtir ve “bildirir”. Birey denilen gerçek varlığı tanımak bir yana bireyin düşüncede bile olmasını engelleme çabasındadır. Toplum onun için tek taraflı, Atatürk’ün izinde olmak zorunda olan bir kalabalıktır. Söylediklerini mutlak doğrular olarak görüp, kendini eleştiriden mutlak olarak bağımsız ve bağışık tutar. Siyasal tarihin en ileri düşüncesi olduğunu belirterek zamanın neredeyse sonundaki doğruluk olduğunu bireyin beynine kazımaya çalışır. Her alan ve zamanda başarılı olduğunu iddia eder. İddialarını, geçerliliği ne olduğu belirsiz veri ve argümanlarla güçlendirmeye çalışır. Diğer siyasal fikirlerle kesinlikle rekabette olmaz. Onlardan zaten çok daha üstün ve geçerlidir. Siyasalın en “ileri” ve “ilerici” fikri olarak sonsuza kadar var olacaktır. Cumhuriyet rejimine tapınırken insanı yok sayarak devleti yüceltir. Her zaman da bunun böyle olacağını “sıradan insanlara bildirir”.
Atatürkçülüğü Türkiye’de hemen herkes bilir. Zaten herkesin bilmemesi kabul edilemezdir. Herkes hayatının bir bölümünü Atatürkçülüğü öğrenmeye “adamak zorundadır”. Atatürkçülüğü bilmemek büyük bir suç, Atatürk’ü sevmemek yeryüzü Tanrısı Atatürk’e karşı işlenmiş bir günahtır. Üstelik toplum – birey ortada bile yok – gelişene kadar da Atatürkçülüğün tokatlarını yemek zorundadır. Bu sayede büyüyüp gelişebilecektir. Zaten bu toplum gelişmemiş bir toplumdur. Gelişkin Atatürk ve Atatürkçülük topluma gerçekleri ve doğruları anlatıp benimsetecektir. Bu böyle olmak zorundadır. Zorlama ve baskı bir zorunluluktur. Kimi militaristlere göre de zorlama ve baskı hayatın kendisidir. Ne demek bireyin özgür olması… Ne demek bağımsız bireyin, bağımsız düşünceleri… Çağdaş hayat tek gerçek, çağdaşlığa ulaşmak tek amaçtır. Geçmişin tecrübeleri yoktur. Geleceğin olasılıkları yoktur. Totaliter dünyadan esinlenmiş çağdaşlık vardır. Cihanda sulh vardır ama sıradan insan cihandan habersiz kalmalıdır. Dünya farklı fikirleri barındırır mı diye sormak yasaktır. Yasağa herkes itaat etmek zorundadır. Sıradan insanın itaat etmemesi düşünülemez. Düşünüldüğünde çağdaş uygarlıktan geri kalınır. Birey var olursa rejim çöker, düşünürse karanlığa geri dönülür.
Birey öyle bir baskı altında tutuldu ki, Atatürkçülüğü eleştirmekten korkar oldu
Yeryüzü Tanrımız Atatürk’ün gösterdiği yolda yürürken yoldan sapar da düşünmeye başlarsak işler yolundan çıkabilirdi. Öyleyse özgür düşünce ve diğer siyasal fikirler olmamalıydı. Birey öyle bir yeryüzü Tanrısının yolunda yürümeye zorlanmalıydı ki, bu Tanrı eleştirilemez ve dokunulamaz olmalıydı. Yeryüzü Tanrısının adını zikretmek bile belirli kişilerin tekeli altında olmalıydı. Sırandan bir insan nasıl olurdu da Atatürkçülüğün içeriği üzerine düşünürdü. Nasıl olurdu da Atatürkçülüğü kendi kelimeleriyle ifade ederdi. Atatürkçülüğü düşünmek sıradan insanın işi değildi. Sıradan insan vatandaş bile değildi. Rejimi sonsuza kadar ayakta tutmak zorunda olan neferlerdi. Savaşlarda ön sıralarda yer alıp Tanrı adına ölmesi gereken varlıklardı. Var olduklarından bile şüphe edilmeliydi. Çünkü onlar gerçekten Atatürkçülüğü anlayıp tek doğru olan çağdaş yaşamı yaşıyorlar mıydı? Onlar acaba hiç çağdaş yaşamı yaşayabilecek kadar yeterli olabilecekler miydi? Totaliter ülkelerdeki insanların konuştukları devletin kulağına gidecek diye, konuşurken fısıldaştıkları söylenir. Altı okun mükemmellikle yarattığı devlet ise fısıldaşmaya bile izin veremezdi. İnsan korkmaktan bile korkmalıydı.
Sıradan insan Atatürk’ü ifade edemezdi. Atatürk’e tapınırdı. Atatürk’ü çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmış olanlar konuşabilirdi. Bu durumsa topluma “Atatürk herkesin Atatürk’ü” sözleriyle benimsetilmeye çalışılırdı. İnsanlar onunla ve onun için var oldu, o ölünce ağladı, gülünce güldü, emrettikçe öldü. Herkes onu sevdi, ona bağlandı, onun yarattıkları oldu. O bir dahi olarak düşünülemezi düşündü, var edilemezi var etti, mucizeler yarattı. Sen kim olacaksın ki onu olumsuz olarak diline alacaksın? O olumsuzluklarla ifade edilemeyecek olandı. O yüzyıllar sonrasını görmüş bir ölümsüzdü. Herkesin aklında ve kalbinde sonsuza kadar var olacaktı. Onu herkes sevecek, herkes onun açtığı yolda sonsuza kadar yürüyecekti. Yürüyenler onun doğruluğuna inanmak zorunda olacaktı. Fakat onlar bu zorunluluğu zorunluluk olarak bilmeyecekti. Akıllarında onun adının yanına tek olumsuz kelime getirmeyeceklerdi. Bir Tanrının gazabından korkar gibi onun varlığından, düşüncelerinden, ölümsüzlüğünden korkacaklardı. Öyleleri de çıkacak ve diyecekti: O iyiliklerin ve güzelliklerin ifadesidir. Bizi her alanda var etti. Onun üzerine artık tek kelime bile ilave edilemez. İfade edilen aslında şudur: Tek kelime dahi ederseniz ölüm sizi yakında bulur. Kimilerini buldu bu ölüm gerçekten.
Bir kale hayal edin, yıkılmaz görünsün. İçinde barındırdıkları, içeriyi neye çevirdiklerini başkalarına göstermesin. Yeryüzü cennetini yaratmaya çalışanların cehennemi gibi kara dumanlar içinde yansın. Fakat, birey çıkar da, özgürüm, düşünürüm ve eleştiririm derse o kale düşer. Kale düşünce, kara bulutların arkasından güneş doğar. O güneş bize yeni ve farklı dünyaların olabileceğini söyler. Üstelik bu dünyada özgür olabileceğizdir. En azından biraz daha özgür.