Güncel olaylarla ilgili tartışmalarda zaman zaman çözüm sürecine önem verilmesine itiraz edildiği oluyor. Deniyor ki, yolsuzluk, twitter ve youtube’un kapatılması, HSYK’nın yapısının değiştirilmesi gibi olaylar varken ikide bir çözüm sürecine atıf yapmak anlamsız. Bunu yapanların asıl amacı, yolsuzluk olaylarını ve Başbakanın diktatörleşmesini gözden kaçırmak.
Şu diktatörlük meselesini sistematik biçimde ayrıca ele almak lâzım. Burada şu kadarını söyleyeyim. Bu suçlamayı yapanlardan CHP tek parti döneminde diktatörlüğün en korkunç ve izleri hâlâ silinemeyen bir örneğini sergilemiştir. Bu yüzden, böyle bir suçlamayı yapmadan önce karanlık mirasını reddetmeli ve toplumdan, zulmettiklerinden, katlettiklerinden ve yakınlarından özür dilemelidir. Son zamanlarda CHP korosuna katılan otonom yapılanmanın diktatörlükten bahsetmesi ve şikâyet etmesi de tuhaf. Bırakın otoriterliği, totaliter bir yapılanmaya sahip olan, mensuplarının tüm hayatını kontrol altına alıp ne düşüneceklerine, hangi mesleği seçeceklerine, nasıl yaşayacaklarına en ince ayrıntısına kadar karar veren, içindeki kimseleri adeta hipnotize ederek hayatlarını mahvetme pahasına eylemlere sürükleyen bir yapılanmanın başkalarına yönelik diktatörlük eleştirisi yapmasını ve diktatörlükle mücadele etmekten dem vurmasını nasıl ciddiye alabiliriz? CHP’nin de otonom yapılanmanın da bu tavrı tarihe, hakikate, ülke insanlarının aklına ve zekâsına hakarettir.
Türkiye’nin en önemli, âcil ve de diğer birçok probleminin ana kaynağı olan sorunu Kürt problemidir. Kitlevî hayat kaybına sebep olan, toplumu ortadan ikiye parçalayan, ortak hayat gönüllü iradesini budayan bir problemden daha önemli bir problem ne olabilir? Türkiye’de Kürtler sık sık katledildi. CHP tek parti devrinde Dersim’de onları sinek gibi öldürdü. Kalanları zorla Türkleştirmeye çalıştı. Ana dillerini yasakladı. Binlercesini sürdü. Asimilasyona tâbi uttu. On yıllarca ret ve inkâr politikaları izledi. Dillerini yasakladı. Kültürlerini boğdu.
CHP politikaları çok partili hayat döneminde de maalesef fazla değiştiril(e)meden sürdürüldü. Son otuz yılda ilân edilmemiş bir iç savaş yaşandı. On binlerce Kürt ve Türk genci devletin tamamen haksız, baskıcı, insan haklarına aykırı politikaları yüzünden boşu boşuna hayatını kaybetti. Kışkırtılan Türk toplumu askerlerinin öldüğünü gördükçe daha çok ceset istemeye teşvik edildi. Toplum ölü sever bir topluma dönüştürüldü. İki büyük kitle arasında gerilim koyulaştıkça koyulaştı. Haddi hesabı olmaz maddî zarar ortaya çıktı. Bundan daha ağır bir problem ne olabilir? Açık söylemek gerekirse, bu sorunun yarattığı tahribat belki de başka bir ülkeyle savaşın vereceği tahribattan daha ağır oldu. Bu yüzden, akıl ve vicdan sahibi her insan, Türkiye’nin en ağır ve âcil probleminin Kürt meselesi olduğunu kabul edecektir.
Gezi’de ve 17 Aralık’ta hükümete yönelik hareketlerin ana sebeplerinden ve hedeflerinden biri çözüm süreciydi. Toplumun geniş bir kesimi bunu böyle okuyor. Gezi sürecinde ve 30 Mart seçimleri öncesinde AK Parti mitinglerinde yüzbinleri toplanmaya iten faktörlerden biri bunun algılanmasıydı. Kürt halkı da tamamen böyle görüyor. Abdullah Öcalan Kürt halkını silaha sarılma tuzağına düşürmek isteyen kana susamışları hayal kırıklığına uğratarak, ısrarla ve inatla bunun altını çiziyor. Bütün parametreler, otonom yapılanmanın zihin haritası, nasyonal sosyalistlerin fikir dünyası, Kemalistlerin reaksiyonları, şiddete tapan sosyalistlerin efelenmeleri ve provokasyonları hep buna işaret ediyor. Yani, tersinden, onlar da ülkenin en önemli problemin Kürt problemi ve en çok hassasiyet gösterilmesi gereken şeyin çözüm süreci olduğunu kabul ediyor.
Bu yüzden, insanlarını ve vatanını seven herkes gündeminin başına çözüm sürecini yerleştirmelidir. Süreci desteklemeli ve ona katkı sağlamak için yapabileceği bir şey varsa onu yapmaktan kaçınmamalıdır. Kürt probleminin halli Türkiye’nin demokraside, insan haklarında ve ekonomide hızla ilerleme sürecine girme kapısının anahtarıdır. Kürt probleminin evrensel insan haklarına uygun çözümü ülkenin diğer her probleminin çözümünü de kolaylaştıracaktır.
Yeni Şafak, 26.04.2014