Çocuklarımız hepimiz için çok kıymetli. Genelde şimdiki çocukların bize göre çok daha şanslı olduğunu düşünüyoruz. Ebeveynler olarak onları çocuk sevgisi ile büyütüyor, imkânlarımız oranında şımartıyor ve yollarını açmaya çalışıyoruz. Bir yandan kendi mağduriyetlerimiz ya da ezikliklerimizi yaşamasınlar isterken diğer yandan bazen bencilce yapamadıklarımızı onların gerçekleştirmesini istiyor ve “çocukluklarını yaşamalarına” yeterince izin vermiyoruz.
Onlar için en iyisini isterken bazı çok önemli şeyleri ise göz ardı ediyoruz. Çocuklarımızın yaşanılan toplumun bir parçası olduğunu unuttuğumuz gibi gerçek dünyanın da nasıl bir yer olduğunu öğrenmelerine izin vermiyoruz.
***
Bugünün yetişkinleri, dünün çocuklarına –istisnalar kaideyi bozmaz- daha küçük yaşlarda büyük görev ve sorumluluklar yüklenilmişti. Erkekler ileride evin erkeği, ailenin koruyucusu, anne-babaların gelecekleri; kızlar ise annelik rolüne hazır, evi dişi kuşun yaptığı ve bir kadının birçok görevi olduğu bilinciyle yetiştirilirdi. Meslek edinebilmek ve iyi bir hayat yaşayabilmek için pek çok emek harcanması ve gerçek hayatın ne denli acımasız olduğu öğretilirdi. Kurgulanmış hayatlarımızın rolleri daha baştan belirlenmişti ve sosyo-ekonomik şartlar bu rollere göre erkenden büyümemize yol açıyordu. Bugün ise tersine meslek edinme yaşı neredeyse otuzlu yaşları bulmakta.
Ya bugün? Bazıları çocuklarını yarış atı gibi sınav maratonlarına hazırlarken bazıları da göze göz, dişe diş dünyasında “kendini kimseye ezdirme” mottosuyla basit adabı muaşeret ve ahlak kurallarını dahi göz ardı ederek yetiştiriyor. Bu nedenle de gençler çevreleriyle ilişkilerini üretilen bu çarpık değerler üzerinden inşa ediyor ve her daim arkalarında ebeveynlerini bulacakları ve bir hata varsa da başkalarında olduğu inancıyla büyüyor. Hayatta karşılaşılabilecek basit engeller dahi psikolojilerini kolayca bozup hayal kırıklığına uğratabiliyor. Basit sözlü bir uyarı bile onlar için -modern zamanların en büyük kaçışlarından birisi- “psikolojilerini bozma” potansiyeli taşıyabiliyor. Yarıyıl tatili ile birlikte gazete ve haber bültenlerinde “not yüzünden …” haberleri kendine yer bulurken, kıymetli uzmanlarımız da ailelere çocukları ile ilgili tavsiyelerde bulunuyorlar.
***
Çocuklarımız her şeyi hak ediyor ama bu hak edişin de biraz adil olması gerekmez mi? Hayatta emek harcanmadan hiçbir şey elde edilemezken her şeye sadece bir söz ile erişen ve hep adına birileri tarafından karar verilen çocuklardan yarın tek başlarına başarılı olmalarını, özgür ve doğru tercihlerde bulunmalarını beklemek doğru mu? Daha önemlisi, çoğunlukla hiçbir sorumluluk yüklen(e)meyen bu çocuklar ahlaki bir tutum geliştirebilirler mi? Ebeveynler olarak şahsi sorumluluklarımızın yanında mevcut eğitim sisteminin de sınıf tekrarını mucizelere bıraktığı, öğrencinin hem kişilik gelişimi hem de geleceğini inşasının tesadüflere bırakıldığı bir düzende çocuklara “Siz neden böylesiniz?” sorusunu sormaya hakkımız olabilir mi?
***
Bu nedenle eğitim-öğretim ve müfredat tartışmalarını dindar ya da Kemalist vs. bir nesil yetiştirme tartışmalarına boğmak yerine ‘genel-geçer ortak ahlaki değerlere sahip bir nesli nasıl inşa edebiliriz’i de düşünmek gerekiyor.
Ahlak ile din ve ideoloji arasında bir ilişkinin olması doğal ancak bunların ahlaklı bireyler olmak için tek başına yeterli olmadığı da bir gerçek. Eğer yeterli olsa idi bugün ülkemizde ve dünyada yaşanan pek çok problemin hiç yaşanmaması gerekirdi.
Basit bir örnek verecek olursak, trafikte kurallar çok açıkken bile bu kurallara toplum olarak uymakta zorlanıyor ve gereken saygıyı birbirimize gösteremiyorken dindar ya da seküler olmamızın ne önemi var ki?
Gündemimizi başkanlık tartışmalarından sıyırıp biraz da buralara yoğunlaştırsak ve evet-hayır cenahlarından bu tür konularda ne tür çözüm yolları önerdiklerini duysak iyi olmaz mı?