Deniz Baykal’ın, uzun süre yanında çalışan ve daha sonra milletvekili olan bir hanımla özel görüntülerinin yayınlanması üzerine istifa etmesi, birçok yönden ibret verici bir olay.
Hiç şüphe yok ki, olan biten hem Baykal’ın kişisel hayatı, hem siyasî kimliği, hem CHP’nin bugünü ve geleceği ve hem de Türkiye’de siyasî sistemin dayanakları açısından önem taşıyor.
Baykal’ın kişisel hayatı açısından olayın dramatik olduğu çok açık. Her insanın mahrem alanları ve anları vardır. Hiç kimsenin, kişinin bilgisi ve izni dışında, buralara girmeye hakkı yoktur. Bu alanlar ve anlar herkes için hem hukukun hem de insanî vicdan ve terbiyenin koruması altında olmalıdır. Onlara yapılan tecavüzler asla tasvip ve hoşgörü ile karşılanmamalıdır.
Aksi takdirde, insanların özel hayat alanı daralır; hatta, bugünün teknolojisi hesaba katıldığında, tamamen ortadan kalkar. Bu yüzden, Baykal’ın maruz bırakıldığı muamele, son derece çirkin ve üzücüdür. Mahremiyetine yapılan bu tecavüz ne ahlâkı koruma ne de kamu yararı adına meşrulaştırılabilir. Bütün bu söylenenler, tabii ki, olaya taraf olan hanım için de söz konusudur. Baykal’ın bir siyasî lider olmasının etkisi ve ataerkil kültürün ağırlığı, bir kadının da mağdur edildiğini gözden kaçırmamıza sebep olmamalıdır.
Bu sevimsiz olayda sadece Deniz Baykal’ın şahsının ve özel hayatının hedef alınmadığı açık. Kısaca, basit insanî çekişmelerle değil; siyasî bir operasyonla karşı karşıyayız. Görüntüleri kim(ler) kaydedip servise sunduysa, bunu siyasî amaçlarla yaptığı olayın birçok özelliği tarafından gösterilmekte. Operasyonun sahipleri, Baykal’ın CHP genel başkanlığı makamında daha fazla kalmasını istemiyor. Yaklaşan genel kurul toplantısının hemen öncesinde operasyon yapılması bunun ilk işareti. Ayrıca operasyonun, tek kasetle sınırlı kalmayacak, gerekirse devamı gelecek şekilde planlandığı da ortada. Baykal direnseydi, öyle anlaşılıyor ki, şaklaban yayıncıların “varannnnn…” nidalarıyla pazarladıkları tarzda yeni kasetler ortaya sürülecekti. Bu, operasyon merkezinin Baykal’ı silmeye kararlı olduğunu gösteriyor. İşte bu kararlılığın veya gözü dönmüşlüğün, artık ne derseniz deyin, Baykal’ın tekrar genel başkanlığa dönmesini zorlaştıracağı, hatta imkânsızlaştıracağı tahmin edilebilir. Bunun anlamı, partiyi ne kadar sıkı kontrol ediyor olursa olsun, Baykal’ın siyasî hayatının, en azından genel başkanlık seviyesinde, bittiğidir. Bu, gerçekten üzücüdür. Sadece Baykal’ın kişisel hayatı açısından değil, aynı zamanda, şantajın işe yarar bir yöntem olduğunun tescil edilmesi bakımından da.
Operasyonun sadece Baykal ile sınırlı kalmayacağı, CHP’ye de yöneldiği bir gerçek. CHP çok önemli bir siyasî aktör. Önemi, kesinlikle, aldığı oydan kaynaklanmıyor; onu aşan bir tarafı var. CHP sıradan bir parti olmaktan uzak, özel bir yapı; cari sistemin ana sütunu. Bu yüzden, Baykal’a yönelik operasyonun asıl hedefi CHP. Operasyoncular bu partide değişiklik istiyor; zira parti tıkanmış vaziyette. Yedi yıldır iktidarda bulunan ve iktidar yorgunluğu yaşıyor olması gereken AKP’ye alternatif hâline gelmesini sağlamaya yeterli büyümeyi gerçekleştiremiyor. Diğer taraftan, sistemin demokratikleşmesine, uygarlaşmasına set çekecek ölçüde güçlü olmaya da devam ediyor. Demokratikleşmenin önünde ana engel olarak duruyor. Bu, sürdürülemez bir durum. CHP’nin mutlaka değişmesi gerekiyor.
Anlaşılan CHP değişecek. Ancak hangi istikamette değişeceğinin ipuçları henüz ortaya çıkmadı. Operasyoncular, bir vitrin değişikliğiyle, sempatik, daha geniş kitlelere hitap edebilecek bir ismi parlatmak istiyor olabilir. Başka bir deyişle, oylarını artırarak tek başına veya küçük bir destekle iktidar alternatifi hâline gelecek bir CHP peşinde koşabilir. Eğer böyleyse, partinin çizgisinde bir değişiklik olmayacak, sadece, bir “halkla ilişkiler” kampanyasıyla, partinin büyümesi sağlanmaya çalışılacaktır. Bu, teorik olarak mümkündür; ama Türkiye’nin önünü açan bir gelişme olmaz. Asıl tercihe şayan olan, CHP’nin zihniyet olarak değişmesi ve demokrasinin önünde engel olmaktan çıkmasıdır.
Demokrasilerde siyasî partilerin ana amacı iktidara gelmektir. Bu CHP’nin sadece görünür amacıdır. Bu partinin bir de görünmeyen amacı vardır. Devlet iktidarına sahipliğin sürdürülmesi. Şöyle anlatalım: CHP, 1950’de demokrasiye geçilmesinden sonra hiçbir zaman tek başına hükümet kurmasını sağlayacak bir seçim zaferi kazanamamıştır. Ama bu, CHP’nin hiç iktidar olmadığı anlamına gelmemektedir. Tersine, CHP her zaman iktidarda kalmıştır. CHP zihniyetine en ters partilerin hükümet kurduğu zamanlarda bile bu böyle olmuştur. CHP, devlet içindeki iktidarını bürokrasi aracılığıyla sürdürmüş ve korumuştur. 1960 “gerici” ayaklanmasıyla başlayan süreçte iktidarını iyice tahkim ve takviye etmiştir. İktidarının anayasal ve yasal ayaklarını da eksiksiz tamamlamıştır. Bunun bir demokraside kabul edilebilmesi mümkün değildir. O yüzden, CHP dışından gelen partilerle CHP çizgisi arasında devamlı bir çatışma vardır. Demokrasinin sahicileşmesi ve olgunlaşması CHP’nin devlet iktidarının geriletilmesini gerektirmektedir. CHP’nin demokratikleşme adımlarına ölümüne muhalefet etmesinin sebebi, bu iktidar alanını koruma arzusudur.
Şimdi Baykal’ın partinin başından gitmiş olması, CHP’nin hem kendisinin demokratikleşmesi hem de ülkenin demokratikleşmesinin önünü açması ihtimaline hayat vermektedir. Ancak “acaba” sorusu ortadadır. Baykal’ın şeklen de olsa uzaklaşmış olması CHP’nin demokratikleşmesini sağlamaya yeter mi? Benim bu soruya cevabım, maalesef, “hayır”. CHP’nin sorunu Baykal’ın varlığı değildir; partinin zihniyeti ve yapılanmasıdır. Bu zihniyet o kadar mütehakkimdir ki, etkilediği kimselerin kafasını adeta dondurmakta ve onları düşünemez hale getirmektedir. CHP çizgisinde yazıp konuşanların çoğu uygarlık değerlerinden yeterince haberdar olmayan, tarihin sonunun tek partili asr-ı saadet döneminde geldiğini sanan bir ruh hâline sahiptir. CHP bugünkü haliyle bir “kesin inançlılar” partisidir. Bu artık bir zihniyet olmayı da aşmış ve adeta bir ruh hâline dönüşmüştür. Yani bir düşünce sorunu olmaktan ziyade bir psikoloji sorunudur. Böyle kadrolarla dolmuş bir partinin bir genel başkan değişikliğiyle büyük bir değişim içine girmesi çok zordur.
CHP hangi yola girerse girsin gelecek günler önemli gelişmelere gebedir. Ortodoks CHP çizgisini tahkim edecek adımlar, siyasî gerilimi tırmandıracak, değişimi zorlaştıracak, ama değişim ihtiyacını azaltmayacaktır. Bu durumda değişim daha şiddetli bir mücadeleyle ve belki kırılmayla gerçekleşecektir. Demokratikleşen bir CHP ise Türkiye’nin önünü açacaktır. Çatışmaları azaltacak ve uygar dünyaya uyumun maliyetini düşürecektir. Temennim, CHP’de akl-ı selimin galip gelmesidir. Bundan CHP de Türkiye de kazançlı çıkacaktır.
Zaman, 14.05.2010