Referandum sonuçlarının yorumlanması ve bu yoruma göre alınan siyasi pozisyonlar, siyasi partilerin 2011 seçimlerindeki performanslarını ve siyasi geleceklerini etkileyecek ehemmiyette bir kırılma anını ifade ediyor.
Bu bakımdan AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın referandum gecesi yaptığı değerlendirme, AK Parti’nin gelecek stratejisi için önemli ipuçları veriyordu. Yeni ve sivil anayasa vaadine devam eden Başbakan Erdoğan, referandum sürecinde yaşanan kırgınlıklar için özür diledi. AK Parti’nin MKYK’sındaki değerlendirmelerden sonra da % 42 oranında hayır oyu verenlerin neden hayır oyu verdiklerini araştırma ve sahillere yönelik açılım mesajları verildi. AK Parti, bu şekilde bir yandan siyasi kutuplaşmayı azaltacak, diğer yandan da AK Parti’nin yenilenme, değişim ve demokratikleşme dalgasının siyasi temsilcisi olma kararlılığını ifade etmiş oluyordu.
Referandumdan % 58 gibi güçlü bir evetle ve güven oylaması alarak çıkan AK Parti’ye mukabil, referandumdan başarısızlıkla çıkan hayır cephesinin iki esas partisinde iç tartışmalar yaşandı. Ancak CHP, bu iç tartışmaları referandum öncesinde genel başkan değişikliğiyle başlayan değişim ve demokratikleşme sürecinin devamı ve partinin dışa açılması yönünde kullanmayı başardı. MHP ise referandum öncesinde başlayan korkuya, çatışmaya ve suçlamaya dayanan politika ve üslubunu düşman cepheyi genişletecek ve kendisini tecrit edecek bir içe kapanmaya dönüştürdü. Bu farklılaşma, referandum öncesi muhtemel koalisyon ortağı olarak görülen iki partinin arasındaki iyi ilişkileri de bozacak politika farklılaşmalarına yol açtı.
CHP iç tartışmaya değil, AB’ye yöneldi
CHP, referandumdan umduğu sonucu alamadı. Bu durumda bir iç tartışma olması kaçınılmazdı. Referandumun hemen öncesinde bir kaset skandalı yüzünden görevini bırakmak zorunda kalan Deniz Baykal’ın yerine son dakikada Önder Sav’ın desteğiyle genel başkan seçilen Kemal Kılıçdaroğlu’ndan sonra CHP’de taşların yerinden oynadığı zaten kabul ediliyordu. Kılıçdaroğlu’nun belli bir insicamdan yoksun ve zaman zaman geri adımlarla zedelenen değişme ve demokratikleşme istikametindeki çıkışlarının ve kendisinin genel başkanlığının devam edip etmeyeceği kamuoyunda tartışılıyordu. CHP içindeki gruplaşmalar ve saflaşmalar da, bu algıyı güçlendiriyordu.
Muhtemel referandum başarısızlığının, Kılıçda-roğlu’nun bu kırılgan zeminde elini daha da zayıflatması mümkündü. Fakat referandum sonrasında Kemal Kılıçdaroğlu’nun yasal sebeplerle oyunu kullanamaması halinde de görüldüğü üzere, başarısızlığın faturasının CHP Genel Sekreteri Önder Sav ve ekibi ile CHP teşkilatına kesildiği görüldü. Kampanya sırasında Kılıçdaroğlu’nun Başbakan Erdoğan’ı sollayan çalışkanlığı ve miting sayısı da, kendisinin başarı ve iyi niyeti olarak değerlendirildi. CHP içindeki tartışmalardaki dengeler yüzünden Önder Sav’a Deniz Baykal örneğinde olduğu gibi karşı getirilen eleştiriler, Kılıçdaroğlu’nu bu çatışmanın dışına taşıdı. Böylece Kılıçdaroğlu, referandumdan ve parti içi tartışmalardan beklenenin aksine zayıflayarak çıkmadı. Ufukta görünen 2011 genel seçimleri de, CHP’de yeni bir lider değişikliğini zorlaştıran bir baskı yaratıyordu. Bunların yanında Kılıçdaroğlu’nun kamuoyunda yarattığı sempati, çalışkanlığı ve değişim arzusunun aldığı destek de bu tabloya ilave edilmeli.
Kılıçdaroğlu, bu tablonun sert bir parti içi tartışmasını önleyecek polemiklerin önüne geçmenin yanında, referandumun hemen sonrasında AB merkezi Brüksel’i ve Almanya’yı ziyaret ederek dışa açılmayı tercih etti. Yoğun referandum çalışmalarını müteakiben yapılan bu gezi, en azından Kılıçdaroğlu’nun çalışkanlığını ve tabii eski genel başkan Deniz Baykal’ın rehavetini yeniden hatırlattı. Brüksel ve Almanya gezileri, CHP’nin AB ve Avrupa Sosyal Demokrat hareketi ile bozulan hatta kopan ilişkilerini yeniden kuran fevkalade olumlu bir hava yarattı.
CHP’de değişim devam edecek mesajı verildi
Bu hava, her şeyden önce Kılıçdaroğlu’nun değişim çizgisinin devam edeceğini parti ve ülke kamuoyuna göstermiş oldu. İkinci olarak, laiklik ve çağdaş yaşam konularında endişeli olan CHP tabanına AB’nin şemsiyesi ve Avrupa Sosyal Demokrat partilerinin dayanışma havasıyla rehabilite edecek bir yön gösterdi. Üçüncü olarak, AB’de ve Avrupa Sosyal Demokrat hareketinde CHP ve Kılıçdaroğlu’na sempatik bir bakış açısı yarattı. Son olarak da AB konusunun tavsadığı ve AB’ye yönelik desteğinin % 40’ların altına indiği Türkiye kamuoyunun ve iktidar partisinin dikkatini yeniden AB’ye yöneltti. Hemen gezi sonrası AB müzakerelerinden sorumlu Devlet Bakanı Egemen Bağış ile uçakta yaptığı görüşmelerde AB uyum yasalarına destek sözü veren Kılıçdaroğlu, referandumun başarısızlığını unutturacak bir hamleyle CHP’nin önünü açtı.
MHP: Kendini tecrit eden parti
MHP ise, CHP’nin tam aksine referandum sonuçlarının değerlendirilmesinde parti içi tartışmaların önünü kesmek için kendisi dışındaki bütün siyasi rakiplerini, AB’yi ve ABD’yi, eski ülkücüleri, bir kısım medyayı ve Fethullah Hoca grubunu suçlamayı tercih etti. Bu aktörlerin suçlanması, Kürt meselesinin çözümü ve MHP’nin elbirliğiyle tasfiye edilmek istendiği faraziyesine dayandırıldı. Bu, aslında bütün şiddetli itirazlara rağmen, MHP’nin referandum sonuçlarından fevkalade rahatsız olduğunu ve kendi tabanını ikna edemediğini gösteriyordu. Fethullah Hoca grubunun kendi tabanını ikna ettiğini söyleyen ve seçimlerde tasfiye edilmek istendiğini söyleyen, referandumun hemen sonrasında karanlık bir döneme girildiğini iddia eden MHP genel merkezi, erken genel seçim çağrısında da bulunuyordu.
Durumu 2002’deki erken seçim öncesine benzeten MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin, dış düşman ve bölünme korkusuyla parti kadrosundaki ve tabanındaki çözülmeyi engellemeye çalıştığı tahmin edilebilir. Ancak buradaki ölçünün kaçtığı, işin içine Alparslan Türkeş’in kabrinin Aydın Menderes’le görüşerek hükümet tarafından başka bir yere taşınacağı iddiasının, bizzat Bahçeli tarafından dile getirilmesinden anlaşılıyor. Bahçeli’nin Türkeş’in kabrine kadar geri çekilmesi, içe kapanmanın boyutunu gösteriyor. Bahçeli ve MHP genel merkezinin, referandumdan daha büyük bir hatayı referandum sonuçlarını değerlendirirken yaptıkları anlaşılıyor. Anlaşılan o ki, genel merkez, kalenin dış surlarını terk ederek iç surları ve sarayı korumaya çalışıyor. Bu da parti içi iktidar hesabına dayanıyor. Kürt açılımı ve referandumla AK Parti’yi kurt kapanına sıkıştırdığını zanneden MHP’nin, şimdi kurduğu kapana kendisini kıstırması anlaşılmaz bir basiretsizlik olarak tarihe geçecektir. Halbuki MHP, bu tartışmalara girmeyerek, CHP’nin tartışılmasını bekleyerek, bu tartışmayı daha az hasarla atlatabilirdi. Gelinen bu noktada MHP’nin her hamlesi, kendisini kapana kıstıracak gibi görünüyor. Referandumda hayır cephesinde yer alan CHP ve MHP’nin birbirine zıt tavırları, iki partinin siyasi geleceklerini etkileyecek siyasi liderliğin önemini bir kez daha tebarüz ettiriyor.
Zaman, 27.09.2010