Egemen “beyaz adam”ın, dünyasında farklı renkte/dilde/dinde/bedende olmak, aynı zamanda; baskı, yok sayılma, dışlanma, ayrımcılık, ötekileştirilme gibi uygulamalarının da temelidir. Asırlar öncesinden günümüze, renklerinden, dinlerinden, dillerinden, fiziki görünürlükleri gibi nedenlerden dolayı katliamlara/ötekileştirilmelere maruz kalmışlardır. İktidarı elinde tutan egemen güç, kendisi gibi olmayan/benzemeyen, kendisi gibi düşünmeyen/yaşamayan herkese uygulamış olduğu bu muameleyi “Oryantalist” bir bakış ile meşrulaştırmaya çalışmıştır. Bugüne gelindiğinde milyonlarca insan; ırkından, dilinden, dininden, renginden yanı sıra fiziki görünümünden dolayı da yok sayılmakta, ayrımcılığa uğramakta, ötekileştirilmektedir. Elleri/kolları/bacakları olmayan, gör(e)meyen, konuş(a)mayan, duy(a)mayan, algılamakta zorlanan; “yeni dünyanın zencileri”; kimi kavramlarla ifade edildiği gibi “sakatlar”, “özürlüler”, “engelliler”dir.
BİR İNSAN HAKKI OLARAK ‘ÇALIŞMA HAKKI’
BM Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’nin 2. Maddesi’nde; “Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka bir görüş, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğuş ya da benzeri başka bir statü gibi herhangi bir ayrım gözetmeksizin bu bildirgede öne sürülen tüm hak ve özgürlüklere sahiptir” diyerek hiç kim-senin ayrımcılığa uğrayamayacağını söylemektedir. Bildirgede “engelli”likten bahsedilmemesine rağmen, “başka bir statü” diyerek engelliliği de kapsadığını söyleyebiliriz. Yine bildirgenin 7. maddesi, “Herkes yasa önünde eşittir ve herkesin ayrım gözetilmeksizin yasa tarafından eşit korunmaya hakkı vardır” ve devletler bu hakkı hayata geçirmekle yükümlüdür. Bu çerçevede T.C. Anayasası’nın ‘Kanun Önünde Eşitlik’ başlığı altında Madde. 10, “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir”. (Ek fıkra: 7/5/2010-5982/1 md.) Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz.” Böylece temel hak ve özgürlükler acısından herkesin yasalar karşısında eşit olduğu vurgulamakta ve “engellilere” yönelik alınacak tedbirleri de pozitif ayrımcılık çerçevesinde değerlendirmektedir.
Çalışma hakkı ulusal ve uluslararası hukuk acısından korunan ve kabul edilen bir insan hakkıdır. BMEİHB Madde 23, “1- Herkesin çalışma, işini özgürce seçme, adil ve elverişli koşullarda çalışma ve işsizliğe karşı korunma hakkı vardır”, burada da görüleceği gibi “herkes” diyerek “engelli”lerin de çalışma hakkına vurgu yapmaktadır. Aynı zamanda “işini özgürce seçme” hakkından da bahsedilmektedir. BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin 6. Maddesi “çalışma hakkı” başlığı altında da aynı vurguyu yapmaktadır. Bu maddeleri, ülkemizde “engelliler” ile ilgili ayrı sınavların yapılması ve sadece engellilere yönelik pozisyonların açılması/yaratılması çerçevesin de düşünüldüğünde “engelli bireyin” işini özgürce seçtiğini söyleyemeyiz.
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (İLO) 1951 yılında kabul ettiği 100 No.’lu “Eşit Ücret Sözleşmesi” her ne kadar kadın/erkek arasındaki ücret eşitliğine vurgu yapıyor olsa da temel hak ve özgürlükler açısından geldiğimiz noktada engellilere çalışma yaşamın da farklı ücret ödenmesi gerektiğini düşünemeyiz. BMEİHB 23. Madde’nin 2. paragrafı, “Herkesin herhangi bir ayrım gözetilmeksizin eşit iş için eşit ücret hakkı vardır” diyerek, herkesin, kadın/erkek, engelli/engelsiz gibi, hiçbir statü, cinsiyet ve fiziki ayrıma tabii tutulmadan eşit ücret alması gerektiğini söylemektedir. T.C Anayasası’nın 48. Maddesi, herkesin dilediği alanda çalışma ve sözleşme yapma; 49 Maddesi, çalışma hakkından, 50 Maddesi, ücret adaletinden bahsetmektedir.
ENGELLİ İNSANIN ÇALIŞMA HAKKI VE ETİK
Uluslararası sözleşmeler ve ulusal hukuk ve insan hakları açsından “herkes” gibi “engelli” bireyin de çalışma, işini seçme, eşit ücret alma hakkı olduğunu söylemekte/güvence altına almaktadır. Ve aynı zamanda da çalışmayı bir insan hakkı olarak görmektedir.
Ülkemizde çalışma yaşamına engelliler açısından bakacak olursak, yukarda sayılan yasaların sorunsuz ve eksiksiz uygulandığını söyleyemeyiz. 4857 sayılı İş Kanunu madde. 30. kotadan bahsetmekte, 50 kişi ve üzerinde kişi çalıştıran kamu da yüzde 4 ve özel kurumların yüzde 3 engelli istihdam etme zorunluluğu, uygulama açısından bir dolaylı ayrımcılığa dönüşmekte, engelli bir bireyin yalnızca engelli iş taleplerine başvurmak zorunda olmaları, yüzde 97’lik istihdamın dışında kalmalarına neden olmaktadır.
Engelliler çalıştıkları kurumlarda, hizmetli, destek elemanı/görevlisi, çağrı elemanı, santral görevlisi gibi pozisyonlar ile işe alınmaktadırlar. Buna rağmen “engelli”ler bu pozisyonların dışında, muhasebe, idari işler, teknisyen, tekniker gibi uzmanlık gerektiren işlerde çalıştırılmaktadır. Genellikle “Kurumlar”ın ücret politikalarını yapılan iş üzerinden değil “pozisyon”lar üzerinden belirlemektedir. Engelliler, “engelli olmayan” çalışanlarla “eşit iş” yapmalarına rağmen, pozisyonları “uzman”lık içermemesi nedeniyle “eşit ücret” haklarından yoksun kalmakta ve daha düşük ücret ile çalışmaktadırlar.
21 yy. en önemli ve ilk insan hakları sözleşmesi sayılan, BM Engelli İnsanın Hakları Sözleşmesi madde 27 “(a) İşe alım ve istihdam edilme koşullarında, istihdam sürerken, kariyer gelişimi ve sağlıklı ve güvenli çalışma koşulları dahil olmak üzere, istihdama ilişkin her hususta, engelliliğe dayalı ayrımcılığı yasaklar” diyerek, işe alımdan başlayarak “engelli insanın” hiçbir şekilde engelliliğinden dolayı ayrımcılığa tabii tutulamayacağını koruma altına almıştır. “Engelliliğin” terfi edememenin, daha düşük pozisyonda/maaşla çalışmanın nedeni/gerekçesi olamaz. Engellilere yönelik uygulamaların ne engellinin insan hakları açısından ne de “engelli etik”i açısından savunulur hiçbir yanı yoktur.
EŞİTSİZLİĞİ GİDERMEK İÇİN…
Engellilerin işe alınırken eğitim seviyeleri, iş tecrübeleri, yetenekleri, bilgileri yok sayılmaktadır. Engellilerin İş bulmada yaşadıkları zorluklar düşünüldüğünde, iş ve pozisyon seçme haklarını kullanamadıklarını söyleyebiliriz. İşverenlerin de genelde engelli çalıştırmada isteksiz olmaları ve engelliyi yasal zorunluluk nedeniyle çalıştırmak zorunda olması, engelli bireyin kendi kaderini belirlemesini engellemektedir. Engelli bireyin “eşit ve adil” koşullarda çalışıp ekonomik özgürlüğünü kazanması, eşit bireyler olarak topluma katılmasına ve bağımlılıktan da kurtulmasına neden olacaktır. Aynı zamanda çalışma sadece para kazanmamın bir aracı değil, sosyalleşmenin ve sosyalleşerek insanileşmenin de bir aracıdır. Çalışan birey toplumsal hayata dahil olur ve diğer insanlarla iletişim kurar.
Bu çerçevede, İnsan hakları savunucularına, sendikalara ve yetkililere büyük görevler düşmektedir. “İnsan haklarını için politikayı” savunmak, engellilerin “ülkenin zencileri” olmaktan çıkarılmasından ve engelli ayrımcılığına karşı olmaktan geçmektedir. Ayrımcı bakış açısı aslında bedenler üzerinden yürütülen bir iktidar savaşıdır. Diğerinin öte-kileştirilmesi ırkçılık anlayışının farklı bir yansımasıdır. Gerçek özgürlük farklılıkların tanınmasından/eşitliğinden geçmektedir.
Yeni Şafak, 23.08.2012