Arap Baharı denen baş döndürücü süreç, bölgesel ve küresel dengeleri altüst etmeye devam etmektedir. Yirminci yüzyılın statükosunun yirmi birinci yüzyılda devamı mümkün gözükmemektedir. Ortadoğu’da ve dünyada hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.
Ortadoğu’da hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını Kürtlerin tecrübesine bakarak anlayabiliriz. Yirminci yüzyıl boyunca yok kabul edilen ve tarih dışına itilen Kürtler, yirmi birinci yüzyılda yeniden tarih sahnesine çıkmaktadırlar. Irak’ta kurulan Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve Suriye’de Kürtlerin yaşadıkları bölgeyi kontrol etmeye başlaması, Ortadoğu’da meydana gelmekte olan değişmenin çapını göstermektedir. Ortadoğu ve Kürtler hızla değişmesine rağmen, hiçbir ülkenin bu büyük değişime yeterli ve ciddi bir hazırlığı olduğunu söyleme imkanı bulunmamaktadır. Ortada şu anda söylenebilecek gerçek şudur: Hiç kimse bu büyük değişimle nasıl başa çıkacağını bilmemektedir ve bu büyük değişim dalgasına hazırlıksız yakalanmıştır.
Ortadoğu’yla beraber Türkiye’de değişmektedir. Türkiye’nin Suriye iç savaşında aktif olması ve Kürt sorununda meydana gelen gelişmeler, Türkiye’nin zor bir süreçten geçtiğini göstermektedir. Kürt açılımı adıyla başlayan girişim, Türkiye’nin Kürt sorununu çözeceği veya çözüm yoluna koyacağı konusunda büyük bir umut yarattı. TRT 6, seçmeli Kürtçe dersi ve bazı üniversitelerde Kürt dili bölümleri açılması gibi olumlu adımların atılmış olması, Kürt sorununu çözüm yoluna sokmadı. Ancak bu adımlar, resmi inkar ve asimilasyon politikasının artık katı bir şekilde sürdürülemeyeceğini ortaya koyması açısından önemli olarak değerlendirildi. Oslo görüşmeleri, Kürt sorununun barışçıl bir şekilde çözümüne katkı sunmadığı gibi, çatışma ve şiddetin yoğunlaşması gibi yıkıcı bir neticeyi de ortaya çıkarmış bulunmaktadır. Yoğunlaşan çatışmalarla beraber KCK operasyonları sürekli bir şekilde devam etti ve on bine yakın kişinin bu operasyonlar bağlamında tutuklandığı ifade edilmektedir. Oslo görüşmelerinin olumsuz bir şekilde bitmesinden sonra İmralı’da tutuklu bulunan örgüt liderinin ailesi ve avukatlarıyla görüşmeleri durduruldu ve dünyayla olan ilişkisi kesildi. Çatışma ve şiddet, yoğun bir şekilde devam etmektedir.
Grevleri anlamak
Kürt sorunu bağlamında önümüzde duran bu olumsuz tabloya, kırk yedi gün önce yedi yüze yakın Kürt tutuklunun başlattığı açlık grevi eklendi. Şu anda açlık grevi olarak başlatılan bu süreç, ölüm orucu aşamasına gelmiş bulunmaktadır. Açlık grevlerinde kritik eşik olarak sayılan kırk gün çoktan aşılmıştır. Her an bir ölüm haberinin gelebileceği ihtimali, ciddi bir şekilde kaygı ve endişeye yol açmaktadır.
Ölüm orucu gibi çok ağır bir eylem içinde bulunan Kürt mahkûmların talepleri şu iki noktada toplanmaktadır: Kürtçe savunma hakkı ve anadilde eğitim hakkının tanınması, örgüt liderinin sağlık, güvenlik ve özgürlük koşullarında iyileştirmeler yapılması. BDP, ölüm orucu eyleminde ileri sürülen bu taleplere kolektif destek sağlamak üzere büyük mitingler düzenlemeye başlamıştır.
Ortada çok ciddi bir durumla yüz yüze bulunmaktayız. İnsan hayatının mevzu bahis olduğu bu ağır eylem girişiminin ciddiyetle ele alınması ve anlaşılması gerekmektedir. Açlık grevleri ve ölüm oruçları karşısında sergilenen sorumsuz tutumlar ve yapılan müdahaleler, daha sonraları onarılamaz ağır insani sonuçların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Seksenli yıllarda Diyarbakır cezaevinde yapılan işkencelere karşı mahkûmların ölümüyle sonuçlanan ölüm oruçlarının ve doksanlı yıllarda ‘hayata dönüş’ adı altında ölüm orucundaki mahkûmlara yapılan ölümcül müdahalelerin neden olduğu ağır psikolojik, sosyal ve insani tahribat devam etmektedir.
Mahkûmlar, hayatlarını ortaya koymak suretiyle taleplerinde ciddi oldukları mesajını dışarıya vermeye çalışmaktadırlar. Açlık grevi ve ölüm orucu eylemi üzerinde polemik yapmanın, kişileri suçlamanın ve yıkıcı siyasi tartışmalar yapmanın hiç kimseye bir yararı bulunmamaktadır. Mahkûmlara yönelik sahici bir insani yaklaşımın benimsenmesi, krizin aşılmasında önem taşımaktadır. Mahkûmların hayatları ve talepleri konusunda duyarlı ve yapıcı bir yaklaşımın ortaya konulması gerekmektedir. Şimdiye kadar hem mahkûmların hayatlarına hem taleplerine duyarlı sahici bir insani duyarlılık ortaya konmamıştır. Bundan dolayı kriz, tehlikeli aşamalara doğru evrilme potansiyeli taşımaktadır.
Kibirli söylem terk edilmeli
Açlık grevlerinin ve ölüm oruçlarının dayatma aracı olmaktan çıkarılması gerektiği gibi, Kürt sorununun çözümüne katkı sunacak ciddi adımların atılması gerekmektedir. İnsanların onurunu kıran, üstten bakan, kibir ve hükmetmeye dayanan söylem, tutum, polemik ve tartışmalardan kaçınılması gerekmektedir. İnsan onuruna saygı göstermeyi ve insanların incitilmemesi gerektiğini öğrenemediğimizden dolayı Kürt sorununu çözmekte başarısız olduk ve bu sorunu çözme konusunda olgunlaşamıyoruz.
Ortadoğu’da yaşanılan büyük değişimin sonuçlarını sağlıklı bir şekilde tecrübe etmemiz için Kürt sorunu konusunda bütüncül bir çözüm perspektifi ortaya konmalıdır. Şu anda kritik bir aşamadan geçen ölüm orucu eylemcilerinin bu eylemden vazgeçmeleri için onurlarını kırmadan ikna edilmeleri gerekmektedir. Devletin demir yumruğuyla müdahale etme yoluna giderek eylemlerin sonlandırılacağı yanılgısına hiç kimse düşmemelidir. Ölüm oruçlarında insani açıdan karşımıza çıkacak muhtemel ağır bir tablo, insani ilişkilerimizin her boyutunda derin kırılmalara neden olacaktır. Ortadoğu’nun bugününü ve geleceğini belirleyen insani ilişkilerdeki kırılmaların, Kürt sorununda da kaygı verici sonuçlara neden olabileceği unutulmamalıdır.