24 Haziran’a giderken
Başlık, sanki buralardan gidiyormuşuz veya ömrümüzün sonuna geliyormuşuz gibi oldu. O manada değil. Bunlar, “parlamenter sistemdeki son günlerimiz” manasında bir başlık. Malumunuz üzere Türkiye Cumhuriyeti 1923 yılında ilk seçimini yaptı ve TBMM kuruldu. 1946 yılına kadar meydanda tek parti vardı. 1946’dan itibaren çok partili sisteme geçildi. Günümüze kadar gelen yönetim sistemimiz “parlamenter sistem” diye adlandırılan sistemdir. Bu sistemin özelliği, seçimde zarfa tek pusula koymakla başlayan, bu pusulayla hem hükümeti hem de milletvekillerini seçtiğimiz, Başbakan’ın mutlaka ve hükümet üyelerinin de çok büyük çoğunlukla milletvekillerinden oluştuğu ve parlamentonun içinden çıktığı yönetim şekli olmasıdır. Bu sistemde Cumhurbaşkanı, seçimlerden sonra hükümeti kurma görevini parlamentodan bir milletvekiline (dikkat ediniz, birinci gelen partinin genel başkanına veya o partiden bir milletvekiline değil. Anayasa md. 109) verir. Sonra o milletvekili hükümet kurma çalışmalarına başlar. Eğer partisi meclis çoğunluğunu elde etmişse işi kolaydır. Bakanları atar, hükümet programını yapar, meclise sunar ve “güvenoyu” ister. Güvenoyunu da alınca göreve başlamış olur. Şayet partisi meclis çoğunluğunu alamamışsa o zaman diğer partilerle ortaklık kurma (koalisyon) yollarını arar. Koalisyon kurabilirse, yine program hazırlar, meclise sunar ve güvenoyu ister. Güvenoyunu alabilirse icraata başlar. Alamazsa hükümet kurma görevini Cumhurbaşkanına iade eder. Cumhurbaşkanı görevi bu sefer bir başka milletvekiline verir. Aynı çabayı o gösterir. Başarılı olursa hükümeti kurar. Ancak bu sistemde, hükümet kurulabilmiş olsa bile her an bir “gensoru” ile ve peşinden de muhalifler tarafından talep edilen “güvenoyu” sınavına tabi tutularak hükümetten düşme ihtimali vardır. Diğer partiler hep o anı beklerler. Muhalefette oldukları müddetçe bütün hedefleri mevcut hükümeti düşürmektir. Bu devran böylece (zamanında veya erken) bir sonraki seçime kadar döner. Ama Türkiye 98. yılında 28. kez seçime gidiyor. 98’i 28’e böldüğümüzde 3,5 yılda bir seçim yaptığımız görülür. İşte başlıktaki son günlerimiz ifadesi, artık erken seçime giden yolda (eğer parlamenter sisteme tekrar geri dönmez isek) son günlerimizi geçirdiğimizi anlatmak içindir.
24 Haziran’dan sonra
24 Haziran’dan sonra hayata geçecek olan sistem ise aslında “Başkanlık Sistemi” denilen ve fakat bizde adı “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” olarak konan, demokratik yönetimlerdeki bir diğer hükümet etme şeklidir. Bu sistemde ise seçim günü iki ayrı pusulaya mühür vurarak zarfa koyacağız. Biri ülkeyi yönetecek kişiyi seçmek için, diğeri de meclisi oluşturacak kombinasyonu belirlemek için. Özellikle kombinasyon terimini kullanıyorum. Çünkü seçmen isterse başkanı ayrı, meclisi ayrı partiden seçebilecektir. Seçimin ertesi günü Meclis kesinlikle oluşmuş olacak ve kombinasyon ortaya çıkacaktır. Şayet, aynı gün seçmenlerin % 50+1’i bir başkanı seçmemişse, en çok oyu alan iki aday 2 hafta sonra tekrar sandıktan çıkmak için seçmenden oy isteyeceklerdir. O seçimde adaylardan biri gerekli çoğunluğu alarak “Cumhurbaşkanı” veya başka bir tabirle “tek kişilik hükümet” olarak, bir başkasının kendisini görevlendirmesini beklemeden, güvenoyuna ihtiyaç duymadan, bakanları parlamento dışından atayarak hemen göreve başlayacaktır. Yani yepyeni bir güne uyanacağız ve bunun için eski sistemdeki son günlerimizi yaşıyoruz.
Önümüzdeki “Cumhurbaşkanlığı seçimi”, “2014 öncesinin Cumhurbaşkanlığı seçimi” gibi değil. Çünkü önceki Cumhurbaşkanları, aslında çok yetkili ve fakat sorumsuz, sembolik gibi görünen ama aslında bütün ipleri elinde tutan figürlerdi. Bundan sonra göreve gelecek olan Cumhurbaşkanı, eskinin Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın yetkilerini, sorumluluklarını üzerinde toplamış ve fakat eskisinden daha korumasız, daha sorumlu bir aktör olacak. Ama ne yazık ki bu sistemi CHP ve SP hâlâ anlayamadı, ki hâlâ “en ideal Cumhurbaşkanı adayı”nı arıyorlar. Hala, “tarafsız, siyaset dışı, her tarafa şirin görünecek, partiler üstü” gibi özelliklerde birini arıyorlar. Bu “Cumhurbaşkanlığı seçimi”, bir “ülkeyi yönetme iddiası” seçimidir. Buna da en doğal aday, partilerin genel başkanı olmalıdır. Başka bir aday aramak, hâlâ “sembolik, siyaset dışı, tarafsız, partiler üstü” cumhurbaşkanı adayı aramak, 2014 yılından bugüne gelemediklerini veya yeni sistemi anlayamadıklarını gösteriyor. Ama bakın, bugün (27 Nisan 2018) için, iddia sahibi Meral Akşener, belki partisi barajı geçemeyecek ama “ben adayım” dedi. Tek başına seçime girmeyip ittifak da kurulsa, aday, bir partinin, makul olanı da içlerindeki en çok oya sahip partinin genel başkanı olmalıdır. Çünkü parti genel başkanlığı “ülkeyi yönetmek” iddiasıyla yapılıyorsa şayet hak edilen bir makamdır.
Yeni sistemde
Bu sistem bizim bazı alışkanlıklarımızı değiştirecek. Alışkanlıkların hemen, bugünden yarına değişmeyeceğini bilen biriyim. Ama Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi işlemeye başladıktan sonra; belki ilk dönem değil ama daha sonraki dönemlerde, mesela;
Millet Meclisinde eskisi gibi kavga eden vekiller görmez olacağız. Çünkü vekillerin tribünlere şov yapma gereği kalmayacak. Çünkü, hükümet o salonda olmayacağı için heyecanlı atışmalar olmayacak. Görüşmeler TV’den yayınlansa bile, eskisi gibi halk saatlerce toplantıları izlemeye vakit harcamayacak. Meclis sadece teknik olarak “kanun yapan” bir kurum olacak, bu da halkın pek ilgisini çekmeyecek. Halktaki partizanlığın dozu da gitgide azalacak. İleri ki dönemlerde adaylar, vekil olmak için birbirinin üstünden atlamayacak. Nitekim bana göre yeni dönemin ilk sinyalleri dün itibariyle görülmeye başlandı. 26 Nisan itibariyle kamu görevlilerinin, milletvekili olabilmek için istifa etmelerinin son günüydü. Eskisi gibi bürokrasinin boşalmadığını gözlemledim. İstifa edenler de genellikle o partinin belediye, il başkanları. Birkaç bürokrat da vardı. Ama eskiden edilen istifaları hatırladıkça bu sayının çok çok az olduğunu görürüz. Bundan sonra, vekil olmaya pek istekli insan bulmakta bile zorlanılacak. Çünkü, vekillerin, bugünkü gibi “iş bitirme” yetenekleri/yetkileri/imkanları kalmayacak. İlk zamanlar bu tür teşebbüsler olacak. Ama vekil artık “iş bitiremediğini” görecek. Neden iş bitiremeyecek? Çünkü o işi bitirecek olan bakan siyasi olmayacağı, siyasi bir kaygısı olmayacağı için o bakan, o iş yapılması gerekiyorsa yapacak. Yapılamayacak bir işse de yapmayacak. Bunu gören vatandaş da “milletvekiline söyler işimi ayarlarım” kolaycılığından fayda görmeyeceğini anlamaya başlayacak. Herkes kendi işini kendi görmeyi öğrenecek. Şehrin milletvekillerini artık sokakta herkes tanımayacak. Partilerin il-ilçe teşkilatları, seçimin ertesi gününden itibaren sinek avlayacak. Ta ki, bir dahaki seçim takviminin başladığı zamana kadar. “Bizim ilden bakan çıkacak mı?” beklentisi olmayacak. Bakanın seçildiği memleket “yatırıma doymayacak”. 1 Siyasi başkan, 25 profesyonel yönetici (bakan) olacak. Bakanların performansı, başkanın geleceğini de belirleyecek, bütün fatura ona kesilecek. Seçimi kaybeden parti lideri partisinin başkanlığını bırakmak zorunda kalacak. Artık bir daha erken seçim olmayacak. Sadece kooptasyon durumunda parlamentoyu ve Cumhurbaşkanlığını yenileme seçimi yapılabilecek. Ona da kolay kolay kimse cesaret edemeyecek.
Parlamento ne iş yapacak?
Evet, “şayet milletvekili eskisi gibi, seçmeninin tayin taleplerini yerine getiremeyecekse, köyünün yolunu yaptıramayacaksa, eşinin-dostunun çocuğuna iş bulamayacaksa ne yapacak?” sorusu en çok sorulan soru. Yani meclis ne iş yapacak, neye yarayacak? Aslında çok işe yarayacak. Kanun yapacak ve bütçeyi hakkıyla denetleyecek. Benim aklıma gelen birkaç maddeyi sıralayayım. Yeni sistem, yürütme ile yasamayı birbirinden ayırmayı amaçlıyor. Yani ikisinin birbirini kurallar çerçevesinde gözetmesini ama birinin diğerinin tahakkümü altına girmemesini istiyor. İşte meclisin yapması gereken/yapabileceği kanunlar.
- Seçim kanununu değiştirip, dar bölge seçim sitemini getirebilirler.
- Cumhurbaşkanı’nı yardımcılarını seçimden önce ilan etme mecburiyeti ve belirli bir yardımcı sayısı belirleyebilirler.
- Bakanları atamada meclis onayı şartı getirebilirler.
- Yerel yönetimlere icraatın büyük kısmını aktarıp, Cumhurbaşkanının yetkilerini kısıtlayabilirler.
- Milletvekili seçimlerinin, Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle çakışmayacak şekilde yapılmasını sağlayacak bir takvimlendirme yapabilirler.
- Yargıya atamalarda meclisin yetkisini artırabilirler.
- İsterlerse belki başkanın hoşuna gitmeyebilecek özgürlükleri ve demokratikleşmeyi geliştirecek, zenginleştirecek adımları atabilirler.
- Bütçenin harcanmasını hakkıyla denetleyebilirler.
Bu sistem devam eder mi?
Eski sistemin alışkanlıklarıyla yeni sistemde de yol almaya çalışan fakat aradığını bulamayan, halk nezdinde popülaritesi düşen vekiller eskiye özlem duymaya başlayabilirler. Tekrar eski sistemi getirmek için çaba harcayabilirler. Bunu gerçekleştirmek için iktidar-muhalefet partisi ayrımı ortadan kalkabilir. Çünkü milletvekillerinin, kendilerini ilgilendiren konularda parti ayrımının tamamen ortadan kalktığını parlamenter sistemde de gördüğümüz için bu sistemde haydi haydi böyle bir birliktelik kurabilirler. Çünkü bu sistem, meclisle hükümeti birbirinden kesin çizgilerle ayıracağı için, birkaç dönem sonra Cumhurbaşkanının partisiyle diğer partiler birbirleriyle çok kolay anlaşmalar yapıp ortak hareket etme imkanına sahip olacaklardır.
Sistem nasıl değişir?
Muhalefet, 24 Haziran’da seçimi kazanmaları halinde parlamenter sisteme geri döneceğini söylüyor. Bu sözlerini 25 Haziran’da unutmazlarsa eğer, bu değişikliğin yolu hala aynı. 2017 Anayasa değişikliğinde, Anayasadaki “Anayasa değiştirme” hükümleri değiştirilmedi. Cumhurbaşkanı bugünkü muhalefet partilerinin birinden, vekil sayısının 401’i bugünkü muhalefet partilerinden olursa ve de sözlerini tutarlarsa parlamentoda, belki 2-3 ayda, vekil sayısının 361’i bugünkü muhalefet partilerinden olursa 4-5 ay sonra, bu sefer referandumla anayasayı tekrar parlamenter sisteme göre değiştirmek mümkün. Tabii değişiklik teklifinin altına koyulacak “yeni sisteme göre ilk seçim” tarihi de önemli. Yani her şey onların bugün vaat ettikleri gibi tıkır tıkır giderse, bir erken seçim kararıyla da önümüzdeki sene bugünlerde tekrar parlamenter sisteme dönülmüş olur.
Sonuç
İnsanların bulduğu ideal bir yönetim sistemi yok. Her sistemin avantajları ve dezavantajları var. Teoride görülmeyen problemler ve aksaklıklar uygulamada görülebilir. Çünkü hayat çok dinamik, insanlar çok çeşitli. İnsan davranışlarının ne zaman ne tür sıkıntılar ortaya çıkarabileceğini, bu sistemi kurgulayan insanların önceden bilmesi ve o açıkları peşinen kapatması çok zor, hatta mümkünsüzdür. Peşinen, bu sistemin diğer sistemden mutlak kötü veya mutlak iyi olduğunu söylemek peşin hükümlülüktür. Memleketimiz için hayırlı olmasını dilerim.