Yazımın başlığını başrolünü Şener Şen’in üstlendiği (1984) yapımı Namuslu filmindeki bir isyan cümlesinden aldım. Birçoğumuzun defalarca izlediği filmde ; “Ali Rıza Bey, namuslu dürüst bir mutemet olarak yaşamaktadır. Günün birinde çalıştığı kurumun yüklü miktarda parasını gaspçılara kaptırır. O güne, kadar namuslu olduğu için itilip kakılan Ali Rıza Bey, birden bire ‘kendi kendisini soyduğu zannı ile’ çevresinden itibar görmeye başlar. Derdini ve gerçeği kimseye anlatamaz. O bu –hırsızlık- itibarını reddeder ve haykırır: ‘böyle itibar istemem!’ Ben de son günlerde “Öğretmenlere itibar, öğretmene saygı isteriz” diyenlere aynı şekilde karşı çıkıyorum: “Böyle itibar istemem !”
“Öğretmene saygı, öğretmenlerin itibarı yükseltilsin” söylemlerinde son zamanlarda bir artış yaşanmaktadır. Başbakan’ın ve Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in “öğretmenler az çalışıyor, işleri rahat vb” söylemleri öğretmenlerin önemli bir bölümünde tepkiye neden oldu. Sosyal medya, öğretmenlerin ‘saygı isteriz’ talepleri ile dolup taşıyor. Eğitim sendikalarından Eğitim Bir-Sen 7 Haziran günü İstanbul’da “öğretmene saygı yürüyüşü” eylemi gerçekleştirdi. Facebook ve Twitter portallarında; öğretmen maaşlarına artış, öğretmenliğin kutsallığı, öğretmenliğin toplumda eski saygınlığı gibi istekler, her dakika boy gösteriyor.
Öğretmenler ne istemektedirler? Bu soruya basit bir cevap verilebilir. “Öğretmene saygı” bu isteği karşılamak çok mu zordur? Bu isteği karşılamak için ne yapmak gerekir? Ben durumun bu kadar basit olmadığını düşünüyorum.
Öğretmene saygı gerçekleşmesi mümkün olmayan, bir istektir. Kollektif olarak tüm öğretmenlere saygı duyulması imkânsızdır. Öğretmenlik mesleğine saygıyı tıpkı 1980’den önce olduğu gibi devlet otoritesiyle korkutarak sağlarsınız. Üçüncü dünya ülkesi olduğumuz, tek parti sisteminin vesayet kurumları ile ayakta durduğu o günlerde bu mümkün idi. Bu gün için ise mümkün değildir. İnsana değer vermeyen, devlete tapınmanın istendiği o günlere dönmek istemem ve böyle korkuya dayalı itibarı da istemiyorum.
Öğretmenlerin, istediği “kutsal öğretmenlik mesleği” günlerindeki misyonları neydi?
1. Devletin kutsallığını vaaz etmek, 2. Halkı ve çocukları korkutmak, devlete itaate hazır hale getirmek, 3. Modern bir ulus yaratmakta aracı olmak. 4. Kollektif yaşam biçimini topluma benimsetmek. 5. Köylüyü köyde tutmak… vb. Ben bu görevlere karşı duruyorum.
Öğretmenlik, devlet memurluğu olarak algılanmaktadır. Bu algı, öğretmenin toplumla, çocuklarla olan doğal bağını koparmıştır. Öğretmen sadece devlete karşı kendini sorumlu hissetmiştir, böylece doğal saygı yerine, korkuya dayalı, göstermelik ilişki gelişmiştir. Atatürk’ün öğretmenlik mesleğine yüklediği iddia edilen “mebus maaşı öğretmen maaşını geçmesin, devlet protokolünde ikinci sırada öğretmenin yer alması” vb. uygulamalar ve de eski öğretmenlere yüklenen kutsallık payesi artık geçerliliğini yitirmiştir. Öğretmenlerin, tek tek bireyler olarak çalışmaları ile ailelerin, çocukların nazarında saygı kazanmaları elbette mümkündür. Bu saygıyı, kazanmış pek çok öğretmen de vardır, olacaktır. Ancak, bir meslek grubuna saygı ve hürmet istemek kanımca enerjinin boşa harcanması olacaktır. Bir düşünelim, “öğretmenlere saygı duyun” derken, karşımızdakiler de “adi suça karışan, cinsel taciz iddiaları altında kalan, çocuk haklarını hiçe sayan, insan haklarını önemseyen” öğretmenleri, eğitimcileri hatırlatırsa cevabımız ne olabilir? Öğretmenlerin, teknik öğretme becerileri yetersiz, uyguladıkları yöntemler de kanımca başarısızdır. ÖSYM verilerine göre; YGS (Yükseköğrenime Geçiş Sınavı, 2011) Türkçe, Matematik, Fen ve Sosyal’de son sınıf öğrencilerin ortalamaları sırasıyla şöyledir. 21.8, 7.8, 4.9 ve 11.3 olduğu görülmektedir. Eski yıllarda bu testlerin sonuçlarında da yukarıdakinden daha iyi sonuçlar olmadığını görebiliriz. Kamu okulu ve kamu memuru öğretmen başarısızdır. Uluslararası testlerden de aynı sonuçlar görülebilir. Öğretmenler, verimsizliği, eğitimde kalite düşüklüğünü görmemektedirler. Bu anlamda bakanlığa sundukları bir rapor, bir öneri maalesef yoktur. Her fırsatta, “eğitimden eğitimciler anlar” sloganını tekrarlayan öğretmenler, bu ‘anlayışlarını’ gösteren ciddi bir çalışma göstermemektedirler. Seçilmiş, politika üretme meşruiyetine sahip Milli Eğitim Bakanı’ndan, eski düzenin devam etmesini istemek, sadece öğretmen maaşları, ek ders ücretleri gibi istekleri yerine getiren bir mevki kabul etmek pek doğru görülmüyor. Eğitim politikasını halktan meşru desteği almış politikacılar yapar.
Genel olarak öğretmenlik kurumu, yeniliğe kapalı, merak duygusunu kaybetmiş, dünyanın nereye gittiğinin farkında olmayan, bir çeşit modern yeniçeri ocağı görünümündedir. Yorumumu ağır ve haksız bulanlar olacaktır. Eğitim dünyasında geçirdiğim 14 yıl gözlem ve değerlendirmeler için yeterlidir diye düşünüyorum. Öğretmenler günü vb günlerde nazar boncuğu mahiyetinde bir satırlık öz eleştiri içeren bir konuşma duymazsınız. Okullardaki birçok yasağın, insan hakkı ihlâlinin bizzat öğretmenler tarafından icra edildiğini defalarca gördüm. Ömür boyu iş garantisi ile devlet memurluğu anlayışı ve pratiği ile bu meslek ilerleyemez, eğitim kalitesi yükselemez. Okullar yerel kuruluşlara, şahıslara, derneklere devredilmelidir. Aileler eğitimde söz ve karar sahibi olmalıdırlar. Ailelerin öğretmen ile ilişkileri, göstermelik ve korkuya dayanmamalıdır.
Öğretmenlik mesleği üzerinde reform yapılmalı, çalışma şartları iyileştirilmeli, performansa dayalı değerleme ön planda olmalı. Eğitimci klasik memurluktan çıkarılmalı, okullar ve öğretmenler aileler ile birlikte okulları yönetmeli, öğretmenler sorumlu ve yetkili olmalıdırlar. Öğretmenlerin, özgürlüğünü kısıtlayan kılık kıyafet uygulamasına son verilmelidir. Düşünce ve ifade özgürlüğü olmayan öğretmenlerin çocuklara verebileceği bir şey olamaz.
maliilkaya@hotmail.com