Güneyimizdeki olaylardan kaynaklanan ve huzurumuza yönelen ilk bombalı saldırı, 11 Mayıs 2013’te Reyhanlı’da olmuş ve 52 kişi hayatını kaybetmişti. Sonuncu bomba, Salı günü Sultanahmet’te patladı ve Reyhanlı’dan beri onlarca bomba, yüzlerce insanı hayattan kopardı. PKK’nin Cizre, Silopi, Nusaybin, Sur’da yaptıkları da buna eklenince her geçen gün “gidemeyenlerin ülkesine” dönüyoruz.
Bunlar bizim hayatımızın olağan akışını bozuyor, enerjimizi alıyor, motivasyonlarımızı zayıflatıyor. Bombalar ve silahlarkadar arkasından yaşadıklarımız da bizi derinden sarsıyor. Bu acılar bizi bir araya getiremiyor. Yaşadığımız kötü deneyimlere nasıl tepki vereceğimize karar veremiyoruz.
Patlayan bombaların ve silahların bizde meydana getirdiği tesirler farklı. Şiddetten ders çıkaramıyor, konuşma ve uzlaşma yolları bulamıyoruz. Her kötü olay bizi birbirimize kenetlemesi gerekirken daha da uzaklaştırıyor. Ortak bir şekilde zulme tanıklık edemiyor, acıları da, sevinçleri de paylaşamıyoruz.
Medeni toplumlarda acılar paylaşılır, baş sağlığı dilenir ve bir daha olmaması için iyi dileklerde bulunulur. Sorunlar,diyalogla çözülür; anlaşmazlıklar için önce ahlakın kurallarına; olmuyorsa siyasetin ilkelerine başvurulur. O da olmuyorsahukuka danışılır.
Türkiye’nin Dünkü Gündemi
Türkiye’nin dünkü gündemi, aslında ne kadar büyük fikri ve duygusal parçalanma yaşadığımızı ve ne kadar büyük birpespayeliğin ve keşmekeşliğin içinde olduğumuzu gösteriyor. Aydınıyla, entelektüeliyle, akademisyeniyle ve gazetecisiyle bir günde bu kadar çok hata yapılır mı?
1. Cumhuriyet Gazetesi, Paris saldırından sonra oldukça hassas ve insani bir şekilde “Fransa Çocuklarına Ağlıyor” manşetini atmıştı. Oysa Sultanahmet saldırısını, “Katliam Ülkesi” manşeti ile duyurdu. Bu gazetenin bu millete duyduğu nefretin nedeni nedir? Bizim ruhlarımızı birbirinden bu kadar ayıran farklılığımız nedir? Fransa için dilenen taziyeyi Türkiye hak etmiyor muydu?
2. Çoğu solcu kökenli akademisyenlerin, Doğu’da yaşanan sokak çatışmalarını tek taraflı ve “devlet katliamı” şeklinde değerlendirmiş olmaları da aydınların şiddet seviciliğinin, hakkaniyetten ve vicdandan uzak oluşunun göstergesiydi.
3. Bu olay üzerine bir organize suç örgütü liderinin, akademisyenleri “Oluk oluk kan akıtacağız ve akan kanlarınızla duş alacağız.” sözleriyle tehdit etmiş olması inanılmaz vahim bir durum. Böyle konuşma cesaretini nereden alıyor? Hukuk buna müsaade etmemeli.
4. Yine teröristlere destek veren akademisyenlerle ilgili soruşturmalar başlatıldı. Oysa onlara verilebilecek en iyi cevaplar, yineyazı ile düşünce ile olmalıydı. Açıkça şiddete karışmamış, sadece düşüncesini ifade etmiş kişilere karşı eleştiriler, misliyle olmalı ve suç kapsamına alınmamalıdır. Ama bazı idareciler işgüzarlık edip hemen soruşturma açma ve açığa alma yoluna gittiler. Fikri zayıflığımızı sorgulamamızda fayda var.
Akibetimiz Hayrola!
Dünkü kötü ve çarpık gündem yazarak bitmez. Yönü de belli değildi; sağdan, soldan her yerden geldi. Gülay Göktürk’ünyazdığı bir yazı nedeniyle Akşam Gazetesi’ndeki işine son verildi.
Başbakanla Türkiye’nin sorunlarını konuşmak için bir araya gelen Alevi kanaat önderleriyle ilgili dün sosyal medya yüzlerce küfürlü ve hakaret içeren mesaj okudum. “Yezid’in sofrası”, “içimizdeki Hızır paşalar”, “katillere meşruiyet sağlıyorsunuz” gibi onlarca nefret içerikli ifade en hafifleriydi. Allah aşkına bu Yezid kimdir? Bu nasıl bir dildir; insaf biraz.
Rabbim akıbetimizi hayreyleye.
Yeni Yüzyıl, 15.01.2016
http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/birlikte-sevinemiyor-birlikte-uzulemiyoruz-933