Gazze mezalimi sekizinci ayını doldurdu. Terörle mücadele adı altında yürüttüğü operasyonlarda kullandığı şiddetin dozunu her geçen gün artıran İsrail iyice azıtarak, güvenli bölge ilan ettiği Refah’a sığınan ailelerin yaşadığı çadırları bombalamaya başladı. Mızrak çuvala sığmıyor artık: İsrail bir terör devleti, Netanyahu bir terörist.
Sahadaki bütün üstünlüğüne rağmen İsrail ahlaken yenildi. Piyanist, Schindler’in Listesi, Hayat Güzeldir gibi sinema tarihine mal’oplan filmlerle, resimlerle, belgesellerle, makalelerle, kitaplarla ve gazete küpürleriyle yıllar boyu işlenip oluşturulan ‘mazlum millet’ imajı yerle bir oldu. Devletlerin ve politikacıların ne dediğine bakmayın siz. İsrail ve Yahudiler deyince kimsenin aklına ‘kendini korumaya çalışan bir devlet, mazlum bir millet’ gelmiyor artık. Dünün mazlumları, bugünün zalimi oldu. Hitler’in Yahudilere reva gördüğü zulmün çok daha fazlasını, İsrail şu an Gazze’de tatbik ediyor. Güneş balçıkla sıvanmıyor. Katil bir devlet var karşımızda.
İsrail ahlâkî üstünlüğünü kaybettikçe, anti semitik damgası yeme korkusuyla ötelenen kararlar alınmaya, bastırılan hakikatler dile getirilmeye başlıyor. İspanya, Norveç ve İrlanda’nın Filistin’i tanıma kararı, bu cümleden. Batı blokuna dahil diğer ülkelerin de zaman içinde aynı yola gireceğini tahmin ediyorum. İsrail kendi zulmünde boğulacak.
Gazze’ye ve Filistin’e verilen her destek önemli. Bu desteğin Batı blokuna dahil, Müslüman olmayan devletlerden ve halklardan gelmesi ise çok daha değerli. İsrail geri adım atacaksa Müslümanlar kıyama kalktığı için değil, Batı kamuoyunda itibar ve meşruiyet kaybına uğradığı için atacak. Üzülerek ifade ediyorum, fakat hakikat bu.
ABD’de bütün engellemelere rağmen İsrail’i boykota devam eden üniversite talebeleri, Gazze’ye desteğini beyan eden Papa, Avrupa’nın muhtelif şehirlerinde Filistin lehine nümayiş yapanlar, İsrail’e kafa tutan Latin Amerika ülkeleri, Uluslararası Adalet Divanı’na yaptığı suç duyurusuyla Güney Afrika Cumhuriyeti ve nihayet Netanyahu hükümetine ‘bir an önce saldırıları durdurma’ çağrısında bulunan Yahudiler… İsrail’i asıl durduracak olan onlar. İnsanlığın yüzünü ağartan, geleceğe umutla bakmamızı sağlayan dünyanın her kesimine dağılmış, muhtelif din ve ırklara mensup bu vicdanlı insanlar.
Buna mukabil, zulme sessiz kalanlar hâlâ çoğunlukta. Susmak, görüş açıklamamak da ifade özgürlüğünün bir parçası. Kimseyi kınamıyor, suskun kalanlar zulme ortak demiyorum. Lâkin hemen her konuda fikir beyan edip eylem yapmayı vazife bildiği halde Gazze’deki mezalime ses çıkarmayan kimi çevrelerin suskunluğu size de tuhaf gelmiyor mu?
Nesli tükenmekte olan beyaz balinalar ve koalalar için dünyayı ayağa kaldıran, nükleer enerji santralleri yahut okyanusa petrol karıştıran bir şilep için kıyameti koparan uluslararası eylemciler Gazze konusunda niçin sessizler?
Sokak hayvanlarının hakkını-hukukunu savunarak ne kadar modern, medenî ve ilerici olduğunu gösterme telaşındaki fenomenler ile sanat ve sosyete taifesinden de güçlü bir ses çıkmıyor.
Dünyaya her fırsatta demokrasi, insan hakları ve ifade özgürlüğü dersi veren ABD, Avrupa ve Batı âlemi, İsrail’e yönelik en küçük eleştiriye dahi tahammülsüz. İfade özgürlüğünün sınırını ABD’ni ‘terörist’ ilan eden Chomsky’ye koruma tahsis edecek kadar geniş tutan ABD hükümeti, Gazze’ye destek olmak için kampüslerde toplananların ifade özgürlüğüne aynı saygıyı göstermiyor.
İsrail’in ve ABD’nin üzerindeki baskıyı artırmak için petrol sevkiyatını bir süreliğine askıya alma tehdidinde bulunmaları bile birşeyleri değiştirebilecekken, kâkülleri ve topuklu ayakkabılarıyla erkekleri günaha sokmasından korktukları kadınlara getirdikleri türlü yasaklarla dünyaya fazilet ve masumiyet aşılayacağını sanan petrol zengini şeriat devletlerini yönetenlerin Refah’taki yangını söndürmek için ellerinden geleni yaptığı söylenebilir mi?
Erdoğan’a demedik laf, etmedik beddua ve hakaret bırakmayan FETÖ ve avanelerinin Netanyahu ve İsrail’e bir çift laf ettiklerini duyan var mı?
İstemedikleri bir rektör atandı diye yıllardır sürdürdükleri eylemle üniversite ruhunu yaşattığını sanan Boğaziçi camiasının Gazze’deki katliam için açacak pankartı, atacak sloganı yok mu? ABD’de polis copu gölgesinde eylem yapıp zulmü kınayanlar mı daha üniversiteli, sırtını rektörlük binasına dönüp istifa çağrısında bulunanlar mı?
İsrail sevdası
ABD’den sonra İsrail’in neredeyse en büyük destekçisi, Yahudilere karşı ayrımcılıktan etnik temizliğe kadar uzanan kötü bir sicile sahip Almanya.
Alman hükümetlerinin İsrail’e ve Yahudilere öteden beri verdiği desteğin iki sebebi var. İlki, Hitler ve Nazi rejimiyle arasına koyduğu mesafeyi, kör gözüm parmağına misali dünya âleme göstermek. Lâkin ortalama bir Alman’ın zihninde aynı mesafe yok. Politik doğruculuk ve anti semitizmi yasaklayan kanunlar sebebiyle Yahudilere yöneltilmeyen ayrımcı dil ve uygulamalar, Müslümanlar ve Türkler başta olmak üzere diğer etnik unsurların üstüne adeta boca ediliyor. Liberte’den çıkan Almanya 2021 raporu, bu ülkedeki ayrımcı uygulamalarla ilgili somut örneklerle dolu.
Alman hükümetlerinin İsrail sevdasının diğer sebebi, Hitler hükümetinin vaktiyle Yahudilere karşı işlediği cürümleri telafi etme telaşı. Bir nevi suçluluk duygusu yani. Bu suçluluk duygusu, Almanya’nın dış politikasını esir almış, İsrail / Yahudiler lehine adeta hacir koymuş durumda.
Hitler ve kurmaylarının seksen sene önce işlediği cürmün vebalini bugünkü Almanya’ya ve bütün Almanlara yüklemek yanlış. Keza o gün işlenen suçlarda hiçbir dahli bulunmayan bir Alman’ın yahut hâlihazırdaki Alman hükümetinin Yahudilere karşı kendini ezik ve borçlu hissetmesi için de bir sebep yok. Almanya’nın İsrail politikasının değişmesi hem aklın, hem ahlâkın, hem de Alman millî menfaatlerinin icabı.
Soykırımın faili Alman devleti ve bütün Almanlar idiyse -ve amaç, Almanları cezalandırmak ise- Yahudi devletinin Almanya’dan kopartılacak topraklar üstünde kurulması gerekmez miydi? Lâkin İsrail Orta Doğu’da, Arap toprakları üzerinde kuruldu. Yahudilerin bu bölgeye yerleşmesi teşvik edilerek İsrail’deki Yahudi nüfus artırılırken, öteden beri bir sosyal çatışma ve huzursuzluk kaynağı olarak gördükleri Yahudilerin İsrail’e göç etmesi Batı’nın (bilhassa Avrupa’nın) da işine geldi. Bir taşla iki kuş vurulmuş oluyordu böylece.
İsrail’in zayıflaması yahut yıkılması, vaktiyle bu ülkeye göç eden Yahudilerin Avrupa’ya dönmesi ihtimalini aralayacak. İsrail’in güvenliğinin Batı ve Avrupa için neden önemli olduğuna bir de bu gözle bakmalı.
Sadece Yahudiler ezilmedi
Yahudilerin Hitler’den çok çektiği bir vakıa. Lâkin Yahudiler tarihte zulme uğrayan ve ağır kayıplar veren ne ilk, ne de tek kavim. İkinci Dünya Savaşı’nda ölen Rusların sayısı (yaklaşık 20 milyon), savaş boyunca ölen Yahudilerden üç-dört kat fazla. Yahudilerin sivil kaybıyla Rusların asker kaybı aynı kefeye konulamaz elbette. Daha âdil ve anlamlı bir mukayese, Stalin’in kararıyla kıtlığa mahkûm edilen Ukrayna üzerinden yapılabilir. 1932-33 yılları arasında 8 milyon Ukraynalı, dünyanın en verimli topraklarında açlıktan öldü veya ölmelerine göz yumuldu. Holodomor olarak anılan bu hadise, bugünkü Ukrayna-Rus husumetinin de temelini oluşturur.
Mao yönetimindeki Çin’in Büyük İleri Atılım politikası 65 milyon civarında insanın ölümüne yol açtı. Keza, Kamboçya nüfusunun %20 ilâ 25’ini oluşturan yaklaşık 2 milyon kişi, 1975-79 yılları arasında Pol-Pot yönetimindeki Kızıl Kmerler tarafından öldürüldü.
Bu rakamları ölü sayısını yarıştırmak veya Yahudi ölümlerini küçümsemek için vermiyorum. Bilâkis, dinine, ırkına, cinsiyetine… bakmadan tek bir kişinin bile hayatı bile değerli. Kendi kayıplarını bu derece öne çıkaranların, diğer insanların hayat hakkına da saygılı olması beklenir. İsrail’den ve Yahudilerden beklentim bu. İsrail hükümetinin ‘güvenli bölge’ ilan ettiği Refah’ta çadır kurup hayata tutunmaya çalışan Filistinli bir ailenin çocuğunun canı da, Hayat Güzeldir filminin çocuk karakteri Giosuè’nunki kadar değerli. Gazzeliler de yaşamayı Schindler’in Listesi’ndeki Yahudiler kadar hak ediyor.
Birleşmiş Vicdanlar ayakta
Gazzelilerin maruz kaldığı zulme dikkat çekmek, bu zulmü onlara reva görenleri protesto etmek için hemen her gün, her yerde eylem yapılıyor. Kimi yerde devâsa kalabalıklar, kimi yerde daha küçük gruplar halinde toplanan insanlar, 21. yüzyılda bunu da mı görecektik demenin çaresizliği, isyanı ve şaşkınlığı içinde İsrail’i protesto ediyor. Bu protestoların kiminde tekbir sesleri yükseliyor, kiminde seküler sloganlar atılıyor. Protesto biçimleri farklı olsa da, gönüller ve gayeler bir: Gazze’deki zulmün ve ölümlerin bir an önce durması, durdurulması için çağrıda bulunmak.
Gazze’deki mezalime dikkat çekmek için eylem yapan gruplardan biri de, kendini Birleşmiş Vicdanlar olarak tarif eden sivil toplum hareketi. Liberalinden sosyalistine, muhafazakârından İslamcısına ve ateistine, Türküne, Kürdüne, Çerkezine, diğer inanç ve etnik bileşenlerine kadar her yaştan pek çok insan bütün farklılıklarını bir kenara bırakarak Birleşmiş Vicdanlar çatısı altında Gazze için bir araya gelmiş. Herhangi bir fikir etrafında toplanması mümkün olmayan bu insanları bir araya getiren şey vicdanları.
İsrail’in sekiz aydır Gazze’de sürdürdükten sonra Refah’a taşıdığı katliama dur demek isteyen herkesi, 2 Haziran 2024 Pazar akşamı altı buçukta Üsküdar Mimar Sinan Meydanı’nda (Eski Belediye binasının olduğu yer) başlayacak Birleşmiş Vicdanlar yürüyüşüne davet ediyorum.
Daha evvel birkaç defa katıldığım bu yürüyüşlere trampet çalan çocuklar ve kadınlar liderlik ediyor. Bir saat süren yürüyüş boyunca herhangi bir slogan atılmıyor, organizasyon ekibinin önceden hazırladığı pankartlar açılıyor. Yürüyüş herkese açık.
Bu defaki yürüyüşü kaçıran veya katılmayacak olanlar, bir sonraki yürüyüşün tarihini Birleşmiş Vicdanlar’ın sosyal medya hesaplarından öğrenebilirler (X’te @Bvicdanlar ; İnstagram’da @birlesmisvicdanlar).
Umarım bu son yürüyüş olur. Gazzeli çocukların çadırlar yerine evlerinde, emniyet içinde uyuyacakları günün bir an önce gelmesini niyaz ediyorum.