OHAL Komisyonu, Mehmet Altan’ın kamu görevinden ihraç edilmesine karşı yaptığı başvuruyu reddetti. Ne AYM ve AİHM’nin Altan lehine kararlarını dikkate aldı, ne de yargılamanın sonuçlanmasını bekledi. Altan ve avukatlarının ilk kez duyduğu ve itirazlarının alınmadığı bir idari soruşturma raporu ile kesinleşmemiş bir mahkeme kararına dayanarak Altan’ın başvurusunu geri çevirdi. Bu kararın da hukuktan döneceği kanısındayım.
Anayasa Mahkemesi (AYM), Mehmet Altan’ın tutuklanmaya karşı yaptığı bireysel başvuruya ilişkin kararında, tutuklama için gösterilen gerekçelerin hiçbirinin hukuki olmadığı sonucuna varmıştı. AYM’ye göre, dosyadaki deliller “suç işlendiğine dair kuvvetli bir belirti”yi ortaya koymuyordu. Dolayısıyla makul bir şüphe olmadan Altan hakkında tutuklama tedbiri uygulanması da, Anayasanın 19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını ihlal ediyordu.
AYM, Altan’ın tutuklanmasını basın ve ifade özgürlüğü açısından da incelemişti. Karar, Altan’ın tutuklanmasının demokratik bir toplum düzeni için “gerekli ve ölçülü” olmadığını, “zorlayıcı bir toplumsal ihtiyaçtan” kaynaklanmadığını ve basın üzerinde “caydırıcı etkide” bulunabileceğini ifade ediyordu. Hukukilik şartlarını yerine getirmeyen bu tutuklamanın hem kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkını, hem ifade ve basın özgürlüğünü ihlâl ettiğini belirten AYM, OHAL’in de bu müdahaleleri meşru kılmadığının altını çiziyordu.
Çürük delillerle ağırlaştırılmış müebbet
Ancak Altan’ın ve birlikte yargılandığı diğer sanıkların dâvâsına bakan birinci derece mahkemesi ile istinaf mahkemesi farklı bir noktadaydı. Bu mahkemeler, AYM’nin tutuklanma için bile yeterli görmediği delillere yaslanarak Altan’ı ve diğer sanıkları, TCK’nın “Anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs” suçunu içeren 309. maddesi uyarınca ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırdılar.
Hukuken çok garip bir durum vardı. Çünkü dosyadaki delillerin ne kadar “çürük” olduğu önce AYM, sonra AİHM kararlarıyla tescillenmişti. Kararlarda her bir delilin üzerinde durulmuş ve onların ne kadar dayanaksız olduğu şüpheye yer bırakmayacak açıklıkta gözler önüne serilmişti. Buna rağmen dâvâya bakan mahkemeler sanıklara mevzuattaki en ağır cezayı vermekte bir beis görmedi. O dönem yazdığım bir yazıda “bu gayri hukuki kararın en kısa zamanda iç ve dış hukuk duvarlarına çarpıp geri döneceğini düşündüğümü” ifade etmiştim. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının temyiz edilen dosyaya ilişkin olarak hazırladığı tebliğname, gayri hukuki kararın düzeltileceğine dair bu düşüncemi güçlendiriyor.
(http://www.serbestiyet.com/yazarlar/vahap-coskun/mehmet-altan-karari-845805)
Başsavcılığın hukuki sorgulaması
Başsavcılık, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası kararını ciddî ve incelikli bir hukuki sorgulamaya tabi tutuyor. TCK 309. madde, Anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs suçunun “cebir ve şiddet” kullanılarak işlenebileceğini ifade etmekte. Başsavcılık da bu hususu hatırlatıp, söz konusu maddenin TBMM’deki ilk görüşülme sürecine dikkat çekiyor. Yeni TCK Meclise geldiğinde, 309. madde “cebir ve tehdit” biçiminde kaleme alınmıştı. Ancak Mecliste bir önerge verildi ve “tehdit” kavramının ifade özgürlüğü noktasında bir tereddüt ve sorun oluşturmaması için taslak değiştirildi. Maddede “tehdit” çıkarıldı, onun yerine “şiddet” kondu.
Başsavcılık tebliğnamesinde, mahkeme kararlarından ve doktrindeki tartışmalardan fazlasıyla istifade ediyor. Son derece detaylı bir tahlil yapıyor. Tebliğnamedeki her tartışmayı bir köşe yazısına sığdırmak zor. Ancak 28 sayfalık metinde Başsavcılık özetle, 309. maddede düzenlenen suçun gerçekleştiğinden bahsetmek için mutlaka olması gereken şartları vurguluyor. Buna göre:
* Cebir ve şiddet bir arada bulunmalıdır. Manevi cebir ile (tehdit ile) bu suç işlenemez; cebir, maddi olmalıdır.
* Suç, elverişli vasıtalar kullanılarak işlenmelidir. Yani sanıkların müracaat ettiği araçlar, gerçekten de anayasal düzeni değiştirebilecek evsafta olmalıdır. Kurusıkı bir tehdit ya da atılacak bir tokat ile 309. maddedeki suç işlenemez.
* Suç, bir teşebbüs suçu da olsa, fiiller hazırlık aşamasından çıkıp icra aşamasına geçmiş olmalıdır. Bu nedenle, örneğin anayasayı değiştirmeye yönelik bir silâhlı örgütün kurulmuş olması ve propaganda yapması, 309. maddenin ihlali sayılmaz. İhlâl için, bu örgütün cebir ve şiddet içeren eylemlere girişmesi gerekir. Nitekim Yargıtay’ın 2010 tarihli bir kararında bu husus sarih bir biçimde ifade edilmektedir.
“Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmak veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmek amacıyla silâhlı örgüt kurulması yeterli olmayıp, kurulan örgütün amaç suçun işlenmesi doğrultusunda ülke genelinde bu amacı gerçekleştirme tehlikesi yaratabilecek nitelikte cebir ve şiddet içeren ve ağır suç teşkil eden icra hareketlerine girişmiş olması da gerekir.” (Yargıtay 9. Ceza Dairesi, E: 2009/11204, K. 2010/855, K.T. 25.01.2010)
Cebir ve şiddet
Ezcümle, bir kişinin anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs suçundan mahkûm edilebilmesi, ancak o kişinin cebir ve şiddete başvurması, yani doğrudan zor kullanarak bireylerin iradelerini ifsâd etmesi halinde söz konusu olabilir. Yargıtay’da da yerleşik olan bu görüşten hareket eden Başsavcılık;
(a) Somut dosyada sanıklarına isnat edilen eylemlerin vahamet arz ettiği noktasında yeterli, yasal ve hukuk bir gerekçenin bulunmadığını; ve
(b) Sanıkların cebir ve şiddet kullanarak ne şekilde bu suça iştirak ettiklerinin açıklanmadığını belirterek, hükmün bozulmasını talep etmiş bulunuyor.
Tebliğnamenin özellikle 309. maddeyi açıklığa kavuşturma bağlamında önemli bir rol oynayacağını ve bu madde kapsamında açılan dâvâlara etki edeceğini düşünüyorum. Dosya, Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nde görüşülecek. Dairenin daha önce verdiği ve tebliğnamede de atıf yapılan kararlar göz önünde bulundurulduğunda, Başsavcılığın talebine uygun olarak hükmün bozulacağını tahmin ediyorum.
OHAL Komisyonunun gayri-hukuki kararı
Başsavcılığın hukuku hatırlatması, normalleşme adına ileri bir adımdı. Ne yazık ki bunu geri bir adım takip etti. OHAL Komisyonu, Mehmet Altan’ın kamu görevinden ihraç edilmesine karşı yaptığı başvuruyu reddetti. Altan hakkında kesinleşmiş bir hüküm yok. Ama hem AYM’nin Ocak 2018’de, hem de AİHM’nin Mart 2018 verdiği, Altan’ın özgürlük ve güvenlik hakkı ile ifade özgürlüğünün ihlâl edildiğini saptayan kararları var.
Fakat Komisyon ne AYM ile AİHM’nin Altan lehine olan kararlarını dikkate aldı, ne de Altan hakkındaki yargılamanın sonuçlanmasını bekledi. Bir idari soruşturma raporuna ve kesinleşmemiş bir mahkeme kararına dayanarak Altan’ın başvurusunu reddetti.
Bu da her tarafından dökülen bir karar! Çünkü Altan ve avukatları, karara dayanak yapılan idari soruşturma raporunu ilk kez duyduklarını belirtiyor. Komisyon, bu rapora karşı sanğın ve avukatlarının itirazlarını almadan hükmü kesmiş. Dahası Komisyon, temyiz süreci devam eden bir karara kesin karar muamelesi yapıyor.
Yani karşımızda savunma hakkını ve masumiyet karinesi rafa kaldıran bir karar var. Bunun da eninde sonunda hukuk tarafından mahkûm edileceğine şüphem yok.
Serbestiyet, 16 Ocak 2019