Hatice Kaçmaz evlenme teklifini reddettiği bir erkek tarafından 16 bıçak darbesiyle öldürüldü. Sanık ağırlaştırılmış müebbet hapis yerine, sadece müebbet hapse mahkûm edildi.
Katil, kurbanı ile buluşacağı parka gelirken yanında bıçak getirmesine ve bıçağı kolunun içinde saklamış olmasına rağmen, mahkeme bu cinayeti tasarlayarak öldürme olarak kabul etmedi. Dolayısıyla ağırlaştırılmış müebbet vermedi.
Gerekçede yer alan; “sanığın tutku derecesindeki aşırı sevgiden kaynaklı duygusallığın etkisiyle ve ruh halinde yarattığı hiddetle bıçağı yanına aldığı” ve bu “hiddetin sonucunda maktuleye bıçak darbelerini vurduğu” şeklindeki ifadeler haklı bir tepkiye yol açtı.
Ne acıyla kıvranırken ve öldürülürken Hatice Kaçmaz’ın, ne de onun yasını tutan yakınlarının katilin duyduğu aşk ve sevginin yüksek hiddeti zerre kadar umurundadır!
Adaletten beklediğimiz katillere mazeret üretmesi değil, kurbanların haklarını korumasıdır.
Ceza hukukunda kurbana ve onun uğradığı zararın boyutlarına odaklanmak yerine, suçluya ve onun “duygularına” (saiklere) odaklanan yaklaşım adaletin altını oymaktadır.
Ortada masum bir insanın hayatının elinden alınması ve geri dönüşü mümkün olmayan bir zararın verilmesi söz konusuyken,katilin hangi duygu ile bu eylemi yaptığının adaletin tecellisi bakımından ne anlamı var?
Katilin, cinayete karar verme, onu tasarlama ve işleme esnasında aşk, nefret, kıskançlık, utanç veya para hırsı gibi farklı duygu durumlarında olması ceza üzerinde nasıl olurda anlamlı bir fark yaratabilir?
Diğer koşullar aynı olduğu takdirde, katilin kurbana aşık olmasıyla ondan nefret etmesi, kişinin uğradığı zarar üzerinde hiç bir anlamlı etkiye sahip değildir.
Sadece duygu durumu değil, suça yönlendiren her türlü saik kurbanın uğradığı zarar bakımından anlamsızdır.
Ceza hukukunda, katilleri veya suçluları eyleme sevk eden saikleri, cezanın derecesini belirlemede başvurulacak bir unsur olarak görmekten vazgeçmek gerekir.
Saikler ancak kişinin suçu işlemesinin gerekçesi olarak kanıt düzeyinde ve olayın aydınlatılmasında anlamlı unsurlar olabilir.Aşkın hiddeti gibi saikler cezanın ağırlığı veya hafifliğini etkileyecek unsurlar olamazlar, daha doğrusu olmamalılar.
Ancak, mahkeme kararına itiraz edenlerin hepsi esasen buna kategorik olarak karşı çıkmıyorlar. Çoğu, söz konusu “duyguya”, cezayı hafifletici bir unsur olarak başvurulmasına itiraz ediyorlar. Bu tür eylemleri cesaretlendireceği veya bunlara bir tür haklılık kazandırmış gibi görüneceği gerekçesiyle karşı çıkıyorlar. Pek çok kişinin ağırlaştırıcı bir unsur olarak“duyguya” başvurulmasına itiraz edeceğini sanmıyorum.
Türkiye’de kan davalarından ve namustan kaynaklanan cinayetlerde katilin saiki veya “duygusu” ağırlaştırıcı bir unsur olarak halihazırda kullanılıyor. Üstelik ceza kanununa “nefret suçları” kategorisinin eklenmesi konusunda bazı gruplardan gelen yoğun talepler de mevcut.
Daha önceden hafifletici unsur olarak görülen “namus” saiki, yürütülen yoğun kampanyalar sonucunda ağırlaştırıcı unsur olarak değiştirildi, ve bu büyük bir başarı olarak görüldü.
Oysa, adalet penceresinden bakıldığında bir saikin hafifletici bir unsur olarak kullanılması ne kadar savunulamaz ise ağırlaştırıcı unsur olarak kullanılması da aynı ölçüde savunulamazdır.
Aynı suçlar için belli türdeki saikleri hafifletici, başka türdeki saikleri ise ağırlaştırıcı unsur olarak kabul etmek açıkça tutarsızlıktır.
Kategorik olarak karşı çıkmak yerine böyle bir tutum almak, suç sayılan eylemi cezalandırmak değil, kurbanların ve katillerin kimliğine, kişiliğine, ruh haline göre cezayı belirlemek anlamına gelir. O durumda ise isteseniz de istemeseniz de tarafgirlik sularına dalarsınız.
Yeni Yüzyıl, 13.11.2015